Jump to content

Din, Cumhuriyet ve Atatürk


Recommended Posts

Ben Atatürkçü değilim.

Bir çok konuda Atatürk ile hemfikir olmam beni Atatürkçü yapmaz. Zira Atatürk ün benimsemediği bir çok doktrini de benimseyen biriyim aynı zamanda. Atatürk ün onaylamadığım düşünceleri olduğu gibi.

Bunlar beni Atatürk e ihanet ediyor da yapmaz. Atatürk benim hayranı olduğum tarihte yer almış bir çok kişiden biridir.

Din birliğinin de bir ulusun kuruluşunda etkili olduğunu söyleyenler vardır. Ne var ki, biz, bizim gözümüzün önündeki Türk ulusu tablosunda bunun tersini görmekteyiz.

Türkler İslam dinini benimsemeden önce de büyük bir millet idi.

Bu dini benimsedikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan İranlıların, ne de Mısırlıların ve başkalarının Türklerle birleşip bir ulus oluşturmalarına yol açtı. Tersine, Türk uslunun ulusal bağlarını gevşetti; ulusal duygularını, ulusal coşkusunu uyuşturdu. Bu çok doğaldı.

Çünkü Muhammedin kurduğu din bütün ulusallıklarının üstünde yaygın bir Arap milliyetçiliği politikasına dayanıyordu. Bu Arap düşüncesi, ümmet sözcüğü ile ifade olundu. Muhammedin dinini kabul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah sözcüğünün her yerde yükseltilmesine adamaya zorunlu idiler. Bununla birlikte Allaha kendi ulusal dilinde değil, Allahın Arap budunda gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve duada bulunacaklardı. Arapça öğrenmedikçe Allaha ne dediğini bilmeyecekti.

Bu durum karşısında Türk ulusu bir çok yüzyıllar boyunca ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta bir sözcüğünün bile anlamını anlamadan Kuranı ezberleyip beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan hırslı hükümdarlar, Türk ulusunca ne olduğu, kim olduğu belirsiz cahil hocalar ağzıyla saçılan ateş ve azap ile korkunç bir karanlık ve karışıklık içinde kalan dini, kendi tutkuları ve politikaları uğruna bir araç olarak kullandılar. Bir yandan Arapları zorla boyundurukları altına aldılar, bir yandan Avrupada Allah sözcüğünün kutsal parolası altında Hıristiyan uluslarını yönetimleri altına aldılar. Fakat onların dinlerine ve ulusallıklarına ilişmeyi düşünmediler. Ne onları ümmet yaptılar ne de onlarla birleşerek güçlü bir ulus yarattılar.

Mısırda belirsiz bir adamı Halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye, bir palaspareyi halifelik belgisi ve üstünlüğü olarak altın sandıklara koydular. Halife oldular. Kimi zaman doğuya, kimi zaman batıya kimi zamanda dört bir yana saldıra saldıra Türk ulusunu Allah için peygamber için topraklarını, çıkarlarını ve benliğini unutturacak yalnız Allah yolunda olacak denli derin bir kendinden geçmişlik ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Ulusal duyguyu yok eden, bu dünyaya değer verdirmeyen; yoksulluklar ve yoksunluklar ve kötülükler baş göstermeye başlayınca da, asıl gerçek mutluluğa öldükten sonra öbür dünyada kavuşulacağı inancını aşılayan dinsel dogma ve dinsel duygu ne var ki ulusun uyanıp aklı başına geldiği zaman, şu acı gerçeği görmesine engel olamadı. Bu korkunç manzara karşısında kalanlara, kendilerinden önce ölenlerin ahiretteki mutluluklarını düşünerek ya da bir an önce ölmeye dua ederek ahirete kavuşmayı öğütleyen bir din duygusu, dünyanın en acı tokadıyla Türk ulusunun vicdanındaki çadırını yıktı; çağrılıları, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türklerin ortak vicdanı, derhal yüzlerce yüzlerce yıllık güçle ve açılıp ilerleme tutkusuyla, büyük bir coşkuyla çarpışıyordu. Ne oldu?... Türkün ulusal duygusu artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, cenneti değil, eski ve gerçek büyük Türk atalarının kutsal kalıtlarının, son Türk ellerinin savunma ve korunmasını düşünüyordu.

İşte dinin ve din duygusunun Türk ulusunda bıraktığı anı.

Yurttaşlık Bilgileri

Mustafa Kemal Atatürk

Çağdaş Yayınları 1996

Aynı Atatürk şunları da demiştir:

"Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri duyurmaya memur ve elçi olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur'andaki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." 1

"Din vardır ve lazımdır. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"2

"Bizim dinimiz en makul ve en tabi dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur.""Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri, hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz da." 3

"Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edebilmekte, Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanıkuvvetlenir, kalbi cesaret bulur." 4

"Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O'nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, insanligin kemal (olgunluk) devridir."5

"Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kuran'i azimüssandaki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ve tabi kanunlar arasında aykırılıklar olmalı gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Hak'tır."6

"Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayi takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktir"7

"O,(Hz. Muhammed) Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonsuza kadar O ölümsüzdür."8

"Büyük inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak O'nun koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir.9

"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hazreti Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak takip etmeli. Tüm Müslümanlar Hazreti Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilir."10

Elbette burada konunun özü Atatürk'ün dini inanışının ne olduğu ya da olmadığı değil...

...burada Atatürk'ün kişisel inancı örnek gösterilmiyor, "Aaa Atatürk de inanıyormuş hadi biz de inanalım veya o inanmıyor madem, öyleyse bizler de ateist olalım bari" adına yazılmıyor bunlar.

Atatürk TC nin direksiyonunda uzun sene kalan biridir. TC nin kaderinde rolu olan, geleceğinde söz sahibi olan, oldurtan biridir...

...bu bağlamda bu konu önemlidir.

Ortada taban tabana zıt olan söylemler var.

Atatürk çark mı etmiştir?

Yoksa birileri Ataürk'ün adına çark mı çevirmekteler?

Bu önemlidir...

***

Atatürk'ün camide çekilmiş tek bir resmi yoktur...namaz kılarken, dua ederken de görülmemiştir...

...vefat ettiği zaman dini bir tören yapılmamıştır...

...cenaze namazı kılınmamıştır.

Sadece kızkardeşinin ricası ile defnedilirken dua okunmuştur.

Şimdi diyebilirsiniz ki, bu onun şahsi inanç şeklidir, bunu dayatmamıştır, millete yansıtmamıştır.

Hayır efendim, yansıtmıştır...yansıtmak için de bir çok girişimlerde bulunmuştur:

Atatürk gerek din gerekse İslam hakkında sahip olduğu düşüncelerinin yaşam bulması için girişimlerde bulunmuştur.

Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.. Atatürk-1926

Andrew Mango'nun Atatürk adlı kitabından Sayfa: 447

Ayrıca;

"Allahın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allahın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." Kuran - Fatır Suresi/43.

...ayete karşılık bakınız ne demiş;

Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur.." Atatürk

Dahası;

Evet Karabekir, Arapoğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuranı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler.. Atatürk

Kazım Karabekir'in kitabından sayfa 157 158 159

"Arapoğlunun yaveleri"

...demiştir. Ve bu düşüncelerini yansıtmak için elinden geleni ardına koymamış, takipçisi olmuştur.

Soruyu unutmadım:

Neydi: Söylemlerde neredeyse taban tabana zıtlık var demiştim ve sormuştum:Atatürk çark mı etmiştir.

Yukarıdaki söylemlerinin tamamı 29 Ekim 1923 günü öncesidir. Atatürk Balıkesir hutbesinde (Şubat 1923), TBMM kuruluşunda (Nisan 1920) bu ve benzer söylemlerde bulunmuştur.

Hala bir İslam Devleti olan Türkiye de yani.

Nedense bu söylemler ortaya konulur ama "Cumhuriyet ilan edilmemişti" demez...

..."şeriatın kucağında bir meclis vardı" diye belirtmez...

"Atatürk hepimizden daha böyyük dinci idi" diye ilan ederler.

Diyanet'in resmi sitesi bile alır bunu utanmadan kendine malzeme eder.

Herkes kek gibi de bunu yutar...ya da yutarmış gibi görünür...

Dinciler varlıklarını beceriksiz liberallere, ahmak merkezcilere borçludurlar...

...ya da sağcılarla solcuların çuvallamalarından nemalanırlar...

...sağcılar da beceriksiz solcuların varlığı ile varlık gösterirler...

...bunlar birbirlerinin yok olmasını istemezler...var olmalarını ama beceriksiz olmalarını isterler ki kendi varlıkları daim olsun.

Kaldı ki yazımda da belirttim...

...Atatürk'ün neye inandığı inanmadığının bir önemi yoktur...

Cumhuriyet adına ne yapmıştır...neler amaçlamıştır...ne gibi dayatmalar ve zorluklarla karşılaşmıştır...bunların önemi vardır.

Bu dayatmaların getirileri önemlidir...

Çünkü bugünkü Cumhuriyet'in durumunu belirleyen kişiler değildir...zihniyetlerdir. Kişiler gidicidir...baki olan onların zihniyetlerinin ürünü ile oluşan sonuçlardır.

Devam edelim:

Dilin önemi;

Şu ifade o kadar güzel bir ifade ki;

"Türk dili Türk Milletinin Kalbidir, Zihnidir" M.Kemal Atatürk.

"Kalbidir ve Zihnidir" derken anlama, özümseme ve benimsemeden bahsedilmekte. Kişilerin kendilerini ifade etmesi, çevresinde olan biteni, yazılanı, okuduğunu anlaması en önemlisi de ihtiyacını gidermesi açısından çok önemlidir...

...ve önemin anlaşılması ile görülebilecektir ki, kültürel anlamda birlik ve beraberlikte en önemli unsur dil birliğidir.

Din değil!!!

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 136
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Atatürk, bakalım Cumhuriyetin kurulması ile birlikte, o konuşmasından yaklaşık sekiz sene sonrasında neler demiş?

Sekiz sene az süre değil...dört senede üniversite bitiyor...üç senede lise...kapısından girdiğiniz gibi mi çıkıyorsunuz?

Dünyaya bakışınız aynı mıdır?

Atatürk, "Alın size Cumhuriyet, ne yaparsanız yapın" dememiştir...onu yaşatmaya, daim kılmaya çalışmıştır.

Bu süre içinde elbette ülkeye, gidişata, millete bakmış, onları izlemiştir...ve ortaya 1930 lar itibarı ile bir TC tablosu çıkmıştır. İşte bu tabloya bakıp değerlendirmelerini yapmış...

...Balıkesir'de okuduğu hutbeye bakacak hali yok ya:

Şimdiki Türk milletine bir resim tablosuna bakar gibi bakalım. Şimdiye kadar edindiğimiz bilgilerle düşünelim. Bu tabloda neler göryorsak, bu tablo bize neler hatırlatıyorsa onları birer birer söyleyelim.

"Bu tablo bize neler hatırlatıyorsa" demiş Atatürk.

...acaba neyi hatırlattı.

Neden memnun değildi?

1923 ile 1931 arasında neler oldu... Ne gibi faktörler ön plana çıktı?

Evet, ortaya çıkan tabloya bakarak ne hatırladı acaba?

Atatürk'ü naklederken de bunlardan bazılarını atlamak, görmezden gelmek, yoksaymak birilerinin işine gelmekte. Öyle ki TC nin Cumhuriyetinin durumunu dahi düşünmüyorlar...bunları verirken nelere mal olacağını da hesaplamıyorlar...belki de hesaplıyorlar ve hesapları da o anki durumlarını, çıkarlarını hesaplamaktan öte değil...

Ahlaksızlığın oluşmasının temelinde de bu umursamazlık yatıyor...bizlere çok pahalıya mal olduğu daha da bedel ödeyeceğimiz neredeyse kesin.

Daha önce belirtmiştim ama yazı bütünlüğü olsun diye yeniden yazacağım:

Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk Milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.

Bunu demekle kalmıyor nedenlerini de açıklıyor;

Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din ne arapların, ne aynı dinde bulunan acemlerin ve ne de mısırlıların ve sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiç bir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu arap fikri ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah'a kendi lisanında değil Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyyet karşısında Türk Milleti bir çok asırlar ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.

M.Kemal AtatürkMedeni Bilgiler

Bu tespitler içerisinde çok ilginç ifade şekilleri var...bunları hep beraber görebiliyoruz.

Ama şu ifade gerçekten mühim...

Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular.

Geçekten de kendini kul kertesinde görenler kendilerini unutmaktalar...elbette bu kendini unutma beraberinde vurdumduymazlığı, umursamazlığı, önemsemememeyi de getirmekte...

...dinin ön planda olduğu devletlerin milletlerinde, topluluklardaki vurdum duymazlığın nedeni dogmanın günlük yaşamda yoğun olarak yer almasının vermiş olduğu narkoz etkisidir.

Ortaçağdaki değerler sisilesine bakınca da aynı durumları, benzer akibetleri görmek mümkündür.

Bugün Cumhuriyetin içinin boşalmasındaki en etken neden dogmanın uyuşturucu etkisi nedenli oluşan duyarsızlık, vurdumduymazlık, bana dokunmayan bin yaşasıncılık, umursamazcılıktır...

Bu umursamazlık ile körü körüne savunulanlar nedenli neyin değerli neyin değersiz olduğu anlaşılamamış hatta yer değiştirmiş olup, orataya çıkan tablo hazin bir hal almıştır.

Aşağıda okuyacaklarınız yine Atatürk ün kendi el yazısı olan notlarından derlenmiştir:

"Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince karışık cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap haliyle müthiş bir muamma haliyle kalan, dini, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan zorla arapları emirleri altına aldılar bir taraftan Avrupada Allah kelimesinin ilahi parolası altında hristiyan milletlerinin idaresi altına geçirdiler. Fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler ve onları ümmet yaptılar..."

Hırkasıdır diye bir palaspareyi hilafet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular halife oldular.

Gah şarka, cenuba, gah garba veya her tarafa saldıra saldıra Türk Milletini Allah için, peygamber için, topraklarını, menfaatlerini benliğini unutturacak, Allah'a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler, his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadetin öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaat ve temin eden dini akide ve dini his millet uyandığı zaman onun şu acı hakikatı görmesine mani olmadı.

Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın acısı duyuların tokatıyla, derhal Türk Milleti'nin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti..

Türk vicdani umumisi, derhal yüzlerce asırlık kudret ve küşayişle, büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu..? Türk'ün milli hissi, artık ocağında ateşlenmişti, artık Türk cenneti değil,eski hakiki büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra.

Türk Milleti, milli hisi dini hisle değil, fakat insani hisle yanyana düşünmekten zevk alır. Vicdanında milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle muftehirdir.

Türk Milleti insaniyet aleminin samimi bir ailesidir.

Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersek şöyle diyebiliriz. Türk Milleti'nin teessüsünde müessir olduğu görülen tabiri ve tarihi vakıalar şunlardır.

A- Siyasi varlıkta birlik

B- Dil birliği

C- Yurt Birliği

D- Irk ve menşe birliği

E- Tarihi karabet

F- Ahlaki karabet

Atatürk, 6 ayrı tarihi vakıa saymakta ve bunların arasında din birliği gibi milyonları etkileyen olguyu dahil etmemektedir.

Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında teşekkül etmemiş olduklarına göre, Türk Milletinde yaptığımız gibi, diğer her millet ayrı olarak mütalaa edilmedikçe, milliyet fikrini umumi ve fenni olarak tarif etmek güçtür.

Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir. Bu tarif Hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan, tabiatın mahlukudur.

Müslümanların, devamlı olarak söyledikleri, 'İnsan Allah'ın kuludur' deyimi de burada şekil değiştirmektedir.

İptidai insanların, tabiatın herşeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk his ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğinin mutlak surette yapmaya kalkışmış olması düşünülemez. İptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır. Memnular ve hurafeler üzerine kurulan bir çok adetler ve ananeler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır, o kadar ki düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak mefhum malum olmamıştır. Cemaatlerin başına geçebilen adamlar, cemaati Allah namına idare ederdi.

Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiçkimseye dini fikirlerinden dolayı birşey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini yoktur. Türkiye'de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi mutekitler, ( konuyu bilenler ) derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmiş görünüyorlar.

(Atatürk burada önce, derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmişlerdir ifadesini kullanmakla birlikte, olmakla, öyle görünmek arasındaki farkı da göz önünde bulundurarak, katiyet ifade eden öğrenmişlerdir ifadesini, daha sonra katiyet ifade etmeyen, öğrenmiş görünüyorlar şeklinde değiştirmeyi daha uygun görmüştür. Bugünkü Türkiyeye baktığımızda, derin iman sahipleri için hürriyetin icaplarını öğrenmişlerdir diyebilmemiz oldukça zor. Atatürkün bu ifadeyi görünüyorlar şeklinde değiştirmekle bu "derin iman sahiplerinden" emin olmadığını göstermiştir.)

Bütün bunlarla beraber, din hürriyetine, umumiyetle vicdan hürriyetine karşı taassup yükünden korunmuşmudur bunu anlayabilmek için, taassupsuzluğun ne olduğunu tetkik edelim. Çünkü bu kelimenin delalet ettiği manayı zihniyeti herkes kendine göre anlamaya çok meyillidir.

Dini hürriyeti bir hak telakki etmeyen acaba kalmadı mı ?

Vicdan hürriyetini, insan ruhunun, Allahın ali hüküm ve nüfuzu altında, dini hayatı idare için malik olduğu haktan ibaret olduğunu bellemiş olanlar, acaba bugün nasıl düşünmektedirler ? Bu gibiler kendisi gibi düşünmeyenlere içlerinden olsun kızmıyorlar mı ?

Bu saydığımız zihniyette bulunduğuna ihtimal verilen kimselere hür mütefekkirlerimiz acaba bir tessür hissi ile bir esefle bakmıyorlar mı? Bu saydığımız gibi, muhtelif inanışlı kimseler, birbirlerine kini nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlarsa ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde taassupsuzluk yoktur, bunlar mutaassıptırlar.

Taassupsuzluk o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı hiç bir şekilde kin duymaz, bilakis hürmet eder. Hiç olmazsa başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını bilmemezlikten duymazlıktan gelir.

Taassupsuzluk budur.

Fakat hakikati söylemek lazım gelirse diyebiliriz ki, hürriyeti hürriyet için sevenler, taassupsuzluk kelimesinin ne demek olduğunu anlayanlar bütün dünyada pek azdır. Heryerde umumi olarak cari olan taassuptur. Heryerde görülebilen sulh manzarasının temeli, taassup ile, hür fikrin birbirine karşı kin ve nefreti üstündedir. Temelin devrilmemesi, kin ve nefret zeminindeki muvazeneyi tutan fazla kuvvet sayesindedir.

Bu söylediklerimizden şu netice çıkar ki, aramızda, hürriyet haillerinin ( engelcilerin ) zail olduğuna (sona erdiğine) bizim gibi düşünenlerle birlikte yaşadığımıza hüküm vermek müşküldür. O halde görülen, taassupsuzluk değil zaafın dermansız bıraktığı taassuptur.

Şüphesiz fikirlerin, itikatların başka başka olmasından şikayet etmemek lazımdır. Çünkü bütün fikirleriyle itikatlar, bir noktada birleştiği taktirde, bu hareketsizlik alametidir, ölüm işaretidir.

Böyle bir hal elbette arzu edilmez.

Bunun içindir ki, hakiki hürriyetçiler, taassupsuzluğun umumi bir haslet olmasını temenni ederler. Fakat hatta hüsnüniyetle dahi olsa, taassup hatalarına karşı dikkatli olmaktan vazgeçemiyorlar. Çünkü hüsnüniyetler, hiçbir zaman, hiçbirşeyi tamir edememişlerdir.

İnsanların ruhun selameti için yakıldıklarını biliyoruz. Herhalde bunu yapan engizisyon papazları hüsnüniyetlerinden ve iyi iş yaptıklarından bahsederlerdi, belki de, cidden bu sözlerinde samimi idiler. Fakat, bir hamakati, (beyinsizlik, ahmaklık) yahut bir hiyaneti iyi bir iş kalıbına uydurmak güç değildir, en nihayet bu bir isim değiştirmek meselesidir.

İşte bu sebepledirki, aldırmamazlığı kayıtsızlık derecesine kadar götürmemek mühimdir.

Gerçi hür olmak herkesin hakkıdır ve bunun için hakiki hürriyetçiler, hürriyetçi olmayanlara karşı da geniş davranılmasını isterler. Fakat bunların hiçbir zaman elleri ayakları bağlı olduğu halde kurbanlık koyun vaziyetine razı olacakları asla kabul olunmamalıdır.

Unutmamalıdır ki, bazı insanlar istikbali, mazinin arasından görmekte musirdirler. (ısrarcı) Bunlar, alakamızı kestiğimiz ananelere karşı behemehal (mutlaka) sadakatin iadesini isterler.

Bu gibi insanlar, kendi itikat ettiği gibi, itikat etmeyen kimseleri istedikleri gibi ezemezlerse, kendilerini cenderede hissederler. Herhalde, taassupsuzluğun arzu edildiği gibi umimileşmesi, huy haline gelmesi fikri terbiyenin yüksek olmasına bağlıdır.

Gazi o kadar yazmış, anlatmış.

Bir işe yaramış mı?

Çemiş Arabın yavesi başımızda söz sahibi olmuş...

...onu da biliyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Atatürk'ün hayatını sınıf geçme malzemesi bilgisinden öte götüremeyen, doğum yılı, yeri, gittiği okullar, anansının, babasının adları, Kemal adının nerden geldiği, hangi yılda hangi rütbeyi almış olduğu, Samsun'a çıkışı, kongreler, zaferler, devrimler olarak sunan müfredata lanet okumamamak elde değil...

Şunun şurasında son on senedir onun kişiliği, dünya görüşleri özel hayatı itibarı ile doktrinleri kitlelere ulaştırılmaya başlandı...

...Bir kaç şiirde de "Mustafa Kemal'i anlamak"tan söz edilir ama ne anlatılır ne de anlaşılması gerekenler verilir...

... Atatürk'ün duyguları, akrabaları, aşkları, sevgilileri ortaya konulmaya başlandı...el yazısı ile notları kitaplaştırıldı böylelikle onu daha fazla tanımaya başladık...

...daha önce ne vardı?

Bir kaç özlü sözünden başka?

Neden acaba?

Bazılarınız Atatürk'ün pragmasist kişiliğine yorarak, dini, "zamanın gereklerine göre manuple etmesinden" dem vurabilir.

Bunu yapmayınız...

...o zaman ile bu zaman arasında dogmanın neden oldukları ile sonuçları arasında ne fark var?

Sadece bu ülkede mi?

Dogmanın hüküm sürdürüldüğü her ülkede tablo aynı değil mi? Aynı vurdumduymazlık yine aynı marka narkozla devam etmiyor mu?

Geriyiz...gerideyiz...gericiyiz.

Bazılarının göğüslerini gere gere devrimciliği, devrimci kişiliklerini hemen hemen her konuya yaklaşımlarında dile getirmelerini...hatta monte etmelerini düşünürsek...nasıl oluyor da dogmayı devrimci görüş karşısında bir engel olarak göremiyorlar, göremiyorsunuz?

TC ye kimi zaman beslediğiniz öfke sizi bu ülkenin bir numaralı sorunu olan dogmanın yanında yer almaya mı itiyor yoksa?

Bir nevi düşmanımın düşmanı dostum mu diyorsunuz?

Yoksa dogmanın etkisi altındasınız da farkında mı değilsiniz?

Cumhuriyetten bahsediyorsak, sadece onu kurmakla degil, yaşatmakla ilgili olan bir konuya değiniyorum...elbette kurucusunun bundan seksen sene önce gördüklerinden dem vuruyorum...

"Eğitim şaaaart"

...diye bağırmayan kaldı mı...

Elbete bu Cem Yılmaz kullandı diye ona ait bir espri değil...

E, Cumhuriyetten bu yana eğitim yok mudur?

Vardır...

...eğitim de var öğretim de var. Aslolan eğitimin müfredatıdır...nedir müfredat...muhteviyat ve metodoloji.

İşte bu muhteviyat ve metodolojinin içi boştur...

...hatta bomboştur.

"Boş" derken, "yok" demiyoruz...bilgi çok...ama gereksiz ve çapsız...metodoloji ise ezbere dayalı, sınıf geçme amaçlı.

Neden böyle olmuştur?

Çünkü dogma dayatılmıştır, kendine yol bulmuştur.

Bakınız Atatürk'ün İnönü ye gönderdiği mektup sonrasında müfredatta yer alan 1931 yılının lise iki tarih kitabında neler yazıyor;

Sayfa 84

Bu mukaddes karataş ananesi aynen Frikler'de de vardı. Demek ki, Kabe'nin bir köşesindeki karataşın kutsiyet almasından, ziyaret tavaf edilmesinden çok evvel Friklerde karataşın mabet ve ziyaretgah esası olması adeti teessüs eylemiş bulunuyordu.

Karataş: Hacer-ül esved.

Hadi böyle bir bilgiyi bir yerlerde beyan edin bakayım...

Aynı kitaptan:

KABE VE SAİR MABETLER VE KAHİNLER

Arabistan'ın muhtelif yerlerinde insan heykellerinden ve nebat resim ve suretlerinden ibaret ağaçtan ve taştan putların muhafazasına mahsup yerler vardı. Muhammed'in neş'et etmiş olduğu Mekke'de ki Kabe denilen mabet bu yerlerin en büyüklerinden idi. Her mabet kahinler tarafından idare olunurdu. Kahinler nezirleri sadakaları kabul ve ayinler icra ederlerdi.Güya gayıptan haber verirler, rüyaları tabir ederlerdi.

Kabe, mikap yani tavla zarı şeklinde demektir.

Filhakika, kabe zar şeklinde, insan boyunda dört duvardan ibaretti, duvarlar harçsız adi taştan yapılmıştı. Binanın çatısı da yoktu, dört köşesinde dört taş vardı. Bunların en meşhuru Haceriesvet denilen bir karataştı. Kabe çok eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Arap ananesi, kabenin inşasını İbrahim peygambere atfetmektedir.

Bu mukaddes karataş ananesi aynen Frikler'de de vardı. Friklerin mukaddes sayarak ihtiram ve ibadet ettikleri karataş bugünkü Afyon Karahisar şimalinde kadim Pessinüs şehrinde bulunuyordu. Bunun kutsiyeti ananesi bu şehrin Romalılar tarafından zaptına kadar devam etmişti. Demek ki, Kabe'nin bir köşesindeki karataşın kutsiyet almasından, ziyaret tavaf edilmesinden çok evvel Friklerde karataşın mabet ve ziyaretgah esası olması adeti teessüs eylemiş bulunuyordu. Kabe bidayette mahalli bir mabet iken Mekke ahalisi burasını bir milli mabet derecesine yükseltmişlerdi. Mekkeliler Arapları kendi mabetlerine celbedebilmek için Arap yarımadasının muhtelif yerlerinde mabut tanınan 360 putu Kabe'de yerleştirmişlerdi. Kabe'nin kutsiyetini Yahudi ananelerine de raptetmişlerdi. Bu uydurmalara göre İbrahim karısı Hacer ile oğlu İsmail'i buraya getirmişti. Zemzem'de onlar için fışkırmıştı. İbrahim oğlu İsmail ile birlikte Kabe'yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Haceriesvedi getirmişti, bu taş sonradan günahkarların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı.

Bunların hepsi, bittabi sonradan uydurulmuş masallardır.

Kureyşliler, Kabenin teşkilatınada ehemmiyet vermişlerdi, ayrı ayrı dini vazifeler ihdas etmişlerdi. Kabe kapıcılığı ve hacılara su temin etmek ve fakir hacılara meccanen yemek tevzi eylemek gibi Arapları celbedecek işleri görmeğe mahsus bir takım memuriyetler ihadas edilmişti. Bu itina neticesinde Kabe bütün Arabistan'ın dini ve milli bir merkezi oldu. Bundan başka Mekke'de bir panayır tesis edildi. Ticaret Kureyşliler elinde olduğundan bu panayırdan çok istifade ederlerdi. Panayırda şiir ve hitabet müsabakaları açmak sureti ile de Mekke ve havalisinin ehemmiyeti büyütülmüştü.

Yine aynı kitabın sayfalarında yazılanlarda kullanılan üslup ne kadar ilginç (bugüne göre) gerçekçi ve objektif...

...ve tabii kafirce:

Syf. 86

Panayırda şiir ve hitabet müsabakaları açmak sureti ile de Mekke ve havalisinin ehemmiyeti büyütülmüştü. Ticaretlerinin inkişafı ve Kabeyi ziyaret etmek üzere hacıların gelmesi için emniyet ve asayişin temini lazım olduğundan Mekke'nin etrafında muharebelerin men'i maksadı ile birtakım kaideler konmuştu. Bunların herbirine dini şekiller verilmişti. Kabe'nin İbrahim tarafından bina edilmiş olduğu söylenerek dört ay etrafında muharebe etmek men olunmuştu. Bu tedbirlerin herbiri Mekke ve Kabe'nin ehemmiyet ve şerefini arttırmıştı. Arabistan'da az çok Hristiyanlar da bulunduğundan, diğer putlar arasına elinde çocuğu İsa olduğu halde Meryem'in de resmi konulmuştu. İşte bu şeriat içinde Kabe Kureyşliler için iktisadi ve ticari menfaatler teminine yarayan bir vasıta oldu.

Syf. 90

Medineniler ile Mekkeliler arasında derin bir düşmanlık ta vardı. Medinelileri Muhammed'in davetine icabet etmeye sevk eden başlıca sebepler işte bunlardır.

Muhammet te Mekke'den kalkıp Medine'ye kaçtı. Buna Hicret denildi.

Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir.

Bu esasları ihtiva eden cümlelere ayet, ayetlerden mürekkep parçalara da sure derler. İslam an'anesinde bu ayetlerin Muhammed'e Cebrail adında bir melek vasıtası ile Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur.

Muhammet birdenbire Allah'ın Resulüyüm diye ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.

Vahiy, ilham fikri Muhammetten evvel de Araplarca meçhul değildi.

Bütün iptidai kavimler gibi, Araplar da, şairlerin akıl erdiremedikleri kuvvetlerden ilham aldıklarına inanırlardı.

Syf.91

Bu kuvvetler Araplar için cinlerdi. Cinler güya, kahinlere gayıptan haber vermek kudretini ilham ederlerdi. Bu nevi itikatlar Arabistan da herzaman o kadar canlı ve derin olmuştur ki, Muhammed dahi cinlerin vücuduna samimi olarak inanmıştır.

Araplar şairleri bir kahin gibi telakki ederlerdi. Muhammed'in Musa, İsa, dinlerine dair öğrendikleri de, kendisinde bu itikadı kuvvetlendirmiştir. Bu peygamberler de melekler vasıtası ile ilham aldıklarını söylemişlerdi.

Muhammet başlangıçta herhalde şedit bir heyecana maruz oldu.

Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetlerinin ne olduğu kati surette malum değildir.

Muhammet uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri luzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu.

Bununla beraber kendisini tahrik eden kuvvetin tabiat fevkinde bir mevcudiyet olduğuna samimi surette kani idi. Muhammedi harekete getiren ilk amil bu samimi heyecanlar olmuştur.

Syf. 92

Muhammet davet ettiği dinin, kendinden evvel, Musa, İsa ve sair peygamberler tarafından davet edilen İbrahim ve Tevhid dini olduğunu söylemiştir.

Syf. 93

Caminin kıblesi Kudüs idi sonraları Mekke'ye döndürüldü. Burada, Allah'ın yanılmaz iradesine dikkat çekilmektedir. Kıble, madem ki Kabe olacaktı ki, önceleri öyledir. Sonradan Kudüs'e çevrilmiştir. Öyleyse neden daha sonra tekrar Mekke'ye çevrilerek ikide bir fikir değiştiren bir irade ortaya çıkmıştır.Bakınız, Kıble'nin Değiştirilmesi

Syf. 94

Muhammet Medinede yerleştikten ve az çok teşkilat yaptıktan sonra Mekke ile Suriye arasında gelip giden tüccar kervanlarına tecavüzlere başlamıştı. Suriyeye ticaret içingitmiş bir kervan hepsi Kureyş kabilesine mensup 70 kadar suvari ile Mekke'ye dönüyordu. Bunların başında Ebu Süfyan vardı. Sahil yolu ile yürüyorlardı. Muhammet bunu haber aldı. Kervanın yanında nekadar servet olduğunu ve kuvvetlerinin azlığını da öğrenmişti. Muhammet Müslümanları topladı. Onlara vaziyeti anlattı ve bu kervanı vurmak üzere Medine'den hareket olundu.

Syf. 95

Medineye dönüldüğü zaman Müslümanlar arasında ganimetlerin taksimi yüzünden ihtilaf çıktı. Muhammet bu ihtilafı teskin için Ganaim denilen ayetleri tebliğ etti.

Syf. 119

Kuran ayetlerini bir cilt halinde toplayarak, Kuran denilen kitabı ilk vücuda getiren Ebubekirdir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sık sık kafaları ütülercesine dile getirdiğim şu "skolastik öğrenme ve düşünce biçimi" var ya...(hani ilk duyulana tapınma, soramadan, sorgulayamadan kabul etme şeklinde bir ögrenme ve düşünce şekli) buna tekrar değinmek istiyorum.

Düşünsenize, bir milletin, bir ülkenin varlığına, geleceğine, günlük yaşamına yön veren bir kitap var...ama ne yazdığı bilinmiyor, anlaşılmıyor. TC nin kurulmasından hemen öncesinde uzunca bir süre geçmişinde yer alan dine dayalı, şeriat yönetim şekli ile kutsal kitabın anlaşılamamasının ilintisini düşünelim.

Bir kere şunu bilmek lazım, Kuran kolayca anlaşılabilen, "bildiğiniz Arapça" ile yazılmamıştır.

Kuran'ın Arapça meali de vardır.

Bu bir gerçektir...hakaret değil...açar kaynakçaları okursunuz...Lafız nedir, Arapça nedir, Kuran'ın dili nedir, görebilirsiniz...Kimileri hatta çoğunluk bunu bir meziyet, yücelik, inanılmazlık olarak görürler...ama degildir.

Hakaret olarak algılayanlar, yazılana çizilene verecek cevabı ve bilgisi olamayanlar resimle, tiple uğraşmaya devam edip başlık altında kendilerini meşgale edebilirler...isterlerse kendilerine 6 renk boyama kalemi de verebilirim... Bu sayfadaki başlıkları, düğmeleri, sayfanın çizgilerini, monitorlerinin kenar çerçevelerini boyayarak burada vakitlerini değerlendirebilirler...

...var ise, kendilerine bu bilgilerin karşısında ayakta durabilecek bilgilerle gelmesini tavsiye ediyorum.

Geçelim...

Tartışılamayan, "Haşaaa" denilerek susturulan, hayatını adadığı, uğruna savaştığı, hatta ölmek istediği ve bunu içinde tam olarak ne yazdığını bilmediği bir kitap uğruna, o kitabı bilenlerin ağzından çıkanlara direk inanan ve ona göre hareket eden bir kişi skolastik ögrenme ve düşünme biçiminin oluşumunun temelini oluşturmuştur...

Eğitimi, adalet sistemi, kanunu, cezası bu esasa dayalı bir toplum düşünün...bu merciler insan yetiştiriyor, insan hakkında kararlar veriyor, gelecek tayin ediyor...

Zamanla oluşan büyük kitlelerden bahsediyorum...kayıtısız şartsız kabul etme üzerine kurulu böyle bir düzende yer alan bu kitlelerin düşünce ve öğrenme biçiminden bahsediyorum...

...öğretimin, bilimin, aklın halini varın kendiniz tahmin edin.

Ezbere dayalı, kabullenmiş, ne denilse kolayca inanan, doğruluğunu araştırma, soruşturma, ögrenme alışkanlığı olmayan, bundan çekinen korkan insanlardan bahsediyorum...

"ANADİLEDE İBADET" gerçekleştrilememiştir...Bu da kitleleri körü körüne ögrenme, kabul etme, kolayca kanma hataları yapmaya meyilli kılmıştır... Cumhuriyetimizin en önemli hendikaplarından biridir...

Kuran Kurslarının, İBADET ARAPÇA OLMALIDIR dayatmasının nedeni de budur...her zaman bir başka kişiye, onun ağzından çıkana bağımlı olmanın devam etmesini istemektir...yani Şeyhulislamcılığın ekmeğine yağ sürmektir.

Bu da, kolayca yönlendirilen, merak etmeyen dolayısı ile korkak ve pısırık, sinik vurdum duymaz, bana dokunmayan bin yaşasıncı kitleleri oluşturdular...

Ve bunların az zekisi de sinsi, iş bitirici, kolaycı zihniyetlerle bu kitlelerin liderleri olabildiler...

Yine umursamaz ama sinsi, yine düşünmeyen ama hin, yine korkak ama manevracı...

Bunlar eğitimde, adalette, yönetimde, siyasette kalabalık bir şekilde yer aldılar...

İçlerinden elbette farklılar çıktı...ama yok edildiler, susturuldular, öldürüldüler, katledildiler...

İşte bu günler o günlerden gören, o yıllarda memelektin direksiyonunda olanların hatırlarından bir kesit daha.

PAŞALARIN ANILARI...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kazım Karabekir Anılarından:

Sayfa 157-158-159

Yeni yolun açılış merasimi ne zaman ve ne tarzda olacağını merakla bekliyordum. 18 Temmuz'da, İslam'lığın terakiye mani olduğunu haykıran Fethi Bey ve arkadaşları bu maniayı nasıl ve ne zaman kaldıracaklardı ? Hükümet programıyla mı ? Yoksa Gazi'nin herhangi bir hamlesiyle mi..? Bu bekleyişim uzun sürmedi. Hemen bu akşam ( 14 Ağustos ) heyet-i ilmiyye şerefine Türk Ocağında verilen çay ziyafetinde ilk tehlikeli hamle göründü.

Şöyle ki, Ziyafete Mustafa Kemal Paşa'da, bende davet edilmiştik. Vekillerden kimse yoktu. Hayli geç gelen Mustafa Kemal Paşa, heyet-i ilmiyyenin şimdiye kadar ki mesaisi ile ilgili görünmeyerek "Kuran'ı Türkçe'ye aynen tercüme ettirmek" arzusunu ortaya attı.

Bu arzusunu hatta mücbir olan sebebini, başka muhitlerde de söylemiş olacaklar ki, bugünlerde bana Şeriye Vekili Konya Mebusu Hoca Vehbi Efendi vesair sözüne inandığım bazı zatlar şu malumatı vermişlerdi :

"Gazi Kuran-ı Kerim'i bazı İslamlık aleyhtarı zübbelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kuran'ı Arapça okunmasını, namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak..! Ve o zübbelerle işi alaya boğarak güya Kuran'ı da, İslam'lığı da kaldıracaktır.

Etrafındaki böyle bir muhit kendisini bu tehlikeli yola sürüklüyor. Bazı yeni kişilerden söz ettikleri gibi, bu akşam da bu fikre ayak uyduran bazı kimseler görünce, bu tehlikeli yolu önlemek için Mustafa Kemal Paşa'ya şöyle cevap verdim :

"Devlet Reisi sıfatıyla din işlerini kurcalamaklığınızın içerde ve dışardaki tesirleri çok zararımıza olur. İşi alakadar makamlara bırakmalı. Fakat rastgele şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politika zihniyetinin de işi karıştırabileceği gözönünde tutularak, içlerinde Arapçaya ve dini bilgilere de hakkıyla vakıf değerli şahsiyetlerin de yüksek ilim adamlarımızdan mürekkep bir heyet toplanmalı ve bunların kararına göre tefsir mi, tercüme mi yapmak muvafıktır, ona göre bunları harekete geçirmelidir.

"Din adamlarına ne luzum var, dinlerin tarihi malumdur, doğrudan doğruya tercüme edivermeli..!" gibi bazı hoşa gider gibi bir fikir ortaya atılınca buna karşı :

"Müstemlekeleri İslam halkıyla dolu olan büyük milletler kendi siyasi çıkarlarına göre Kuran'ı dillerine tercüme ettirmişlerdir. İslam dinine ve Arapça diline hakkıyla vakıf kimselerin bulunmayacağı herhangi bir heyet, tercümeyi mesela Fransızca'sından da yapabilir. ( Bir müddet sonra böyle bir tercüme de ortaya yayıldı. Bir müddet sonra da bazı camilerde bu Türkçe tercümeden mukabele okutuldu ise de, iş ancak ezanın Türkçe olması şeklinde kalabildi ). "Fakat bence, burada Maarif programımızı tespit için toplanmış bulunan bu yüksek heyetten, vicdani olan din bahsinden değil, müsbet ilim cephesinden istifade hayırlı olur. Kuran'ın yapılmış tefsirleri var, lazımsa yenisini de yaparlar. Devlet otoritesini bu yolda yıpratmaktansa, Milli kalkınmaya hasretmek daha hayırlı olur," dedim.

Mustafa Kemal Paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü :

Evet Karabekir, Arapoğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuranı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..

İşin bir heyet-i ilmiye huzurunda berbat bir şekle döndüğünü gören Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyler :

"Paşam çay hazır, herkes sofrada sizi bekliyor" diyerek bahsi kapatabildiler. Bizler de hususi masadan kalkarak sofraya oturduk ve yedik içtik. Fakat heyet-i ilmiyenin bütün azası üzgün görünüyordu. Şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kuran'ı ve Paygamber'i her yerde medh ve sena eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu.

Sayfa 162

Dün akşamki ağır beyanatın sözde kalmasını hepsi candan diliyordu. Herhangi dini ve ahlaki inkilap zihniyetini, ne ilme ne de ilim adamlarına dayanamayacağına göre, nereden geldiği belli olmayan bu tehlikeli fikrin fiiliyat sahasına çıkabilmesi herşeye elverişli bir muhitle, pek yaman hadiselere yol açacağı herkesi düşündürüyordu.

Gazi İslamiyeti Övüyor mu Yeriyor mu ?

16 Ağustos'ta İsmet Paşa ile görüştüm. 18 Temmuz'da teşkilat-ı esasiyye münasebetiyle Fethi Bey ve arkadaşlarıyla yaptığımız "İslam'lık terakkiye manidir" münakaşasını ve Gazi'nin yazkın zamanlara kadar her yerde İslam Dini'ni, Kuran'ı ve Hilafeti meth ve sena ettiği ve hatta pek fazla olarak Balıkesir'de minbere çıkıp aynı esaslarda Hutbe dahi okuduğu halde, dün gece heyet-i ilmiye karşısında Peygamberimiz ve Kuran'ımız hakkında hatır ve hayale gelmeyecek biçimde konuştuğunu anlattım ve bu tehlikeli havanın Lozan'dan yeni geldiği, hakkındaki kanaatın umumi olduğunu da söyledim.İsmet Paşa, Macarlar, Bulgarlar aynı saflarda İtilaf devletlerine karşı harp ettikleri ve mağlup oldukları halde, istiklallaerini muhafaza etmiş olmaları Hristiyan olduklarından, bize istiklal verilmemesi de İslam olduğumuzdan ileri geldiğini, bugün kendi kuvvetimizle yıllarca uğraşarak kurtuldukça da İslam kaldıkça müstemlekeci devletlerin ve bu arada bilhassa İngilizlerin daima aleyhimizde olacaklarını ve istiklalimizin daima tahlikede kalacağını bana anlattı. Ben de ona bu fikre iştirak etmediğimi şu mütalaalarıma dayanarak söyledim :"Böyle bir fikrin doğuracağı hareket, milletin başına yeniden daha korkunç ve daha meş'um bir istibdat idaresi getirecektir. Daha kazanamadığımız milli neşe kaçacak, birçok emekle kurulan milli birliğimiz de bozulacaktır. Biz içerde birbirimizi boğarken, bize bu kurtuluş yolunu gösteren politikacılar "Türkler Hristiyan oldular" diye bütün İslam alemini bizden nefret ettireceklerdir. Bu suretle bizi cezalandırmak için İslam alemi ruhlarında isyan duyacaklardır.

Kubbeli Köşk'te Din Tartışması

Sayfa. 165

19 Ağustos Pazar akşamı, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar-Latife Hanım ile birlikte bana akşam yemeğine geldiler. Keçiören'e giderken sağ tarafta kubbeli köşk denen mevkide, bol suyu ve büyücek havuzu olan br köşkte kira ile oturuyordum. İsmet Paşa, Lozan'da iken Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım'la birlikte, bir kere daha bana akşam yemeğine gelmişlerdi.

Münakaşayı İsmet Paşa ile ben yaptım. Mustafa Kemal Paşa sükunetle bizi dinledi. Mustafa Kemal Paşa, Lozan'dan da aldığı hızla, ne İktisat Kongresi'nin ve ne de heyet-i ilmiye'nin hazırladığı programlara ilgi göstermeyerek müthiş bir inkilap hamlesi teklif etti. "Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız" "Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız." İlk Fethi Bey Grubundan sonra da Mustafa Kemal Paşa'dan işittiğim bu yeni inkilap zihniyetini İsmet Paşa bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak, bu üç şahsiyetin üç maddelik programları kulaklarımda tekrarlandı.

1- İslamlık terakkiye manidir

2-Arapoğlu'nun yavelerini Türklere öğretmeli

3- Hocaları toptan kaldırmalı !

Peki ama ne olmak istiyorsunuz ? dedim. Hristiyan mı, dinsiz mi ? Hiçbirine imkan olmamakla beraber her iki yol da, hem tehlikeli hem de geridir. Münevver Hristiyanlık alemi ilim zihniyetine daha uygun yeni bir esasları araştırırken bizim, onların köhne müessesesini benimsemekliğimiz müthiş tehlikesiyle beraber, medeniyet aleminin nefret ettiği geri bir yol olduğundan maksatsız bir hareket olur. Bir milet de, duygu birliği, itikat birliği ve menfaat birliği olmazsa, idare edenlerle edilenler arasında bir uçurum açılır ve bu uçurum günün birinde millete mezar da olabilir. Ben her fırsatta söylediğim gibi, dinle uğraşmanın bizi daha ziyade terakkiden alıkoyacağı ve daha ziyade geri götürebileceği kanaatindeyim. Dini olduğu gibi bırakmalı ve hükümet ne buna tesir yapmalı ve ne de tesiri altında kalmalıdır. Biz milli istiklalimiz gibi, milli hürriyetimizi de, en mukaddes gaye tanımalıyız ve bunun zevkini bütün millete tattırmalıyız. Bunun için medeni hedeflerimizde sürat, fakat içtimai gayelerimizde tekamül yolunu tutmalıyız. Ben taasuptan uzak ve terakki sever bir insan olduğumu eserlerimle de gösterdim. Zaten yakından biliyorsunuz. Din hakkındaki düşüncemi doğuda iken çocuklar için yazdığım "Öğütlerim" başlıklı eserimde de üç yıl önce neşretmiş bulunuyorum. Müsaadenizle okuyayım. Din ve Mezhep öğüdünü okudum. Sükunetle dinlediler. Hiç cevap vermediler. Bahis de kapandı.Mustafa Kemal Paşa'nın büyük bir dikkat ve sükunetle beni dinleyişinden ve ara sıra İsmet Paşa'yı süzmesinden ve ayrılırken de bana karşı gösterdiği samimiyetten çıkardığım mana, beni haklı bulduğu idi. Fakat mütalaalarıma hak vermekle tekrar "mefküre hatırasına" döneceğini hiç de aklıma getirmemiştim.

Görüldüğü üzere 30 lu yıllarda yazılan çizilenler, girişimler bugünün halkını galyana getirecek cinsten...

...zaten kimi sözüm ona içleri güzellik dolu, bilgi üreten, gönüllü dost görünümlü dostların bunları okuduktan sonra çıkıp hakaretler etmesi, kinlenmesi, şahsıma yönelmesi de olası.

Hiç şaşırmam.

Çünkü günlük yaşamda bunun binlerce örneği ile Türkiye nin siyasi sahnesinde son on yıldır fazlası ile yer almakta.

Anında kinleniyorlar ama...

...bu adam ne yazıyor, neden yazıyor, ne amaçlıyor diye bakmak gibi bir alışkanlıklar yok...

...elbette bu kadar yazıyı bazı arkadaşların bu hallerini deşifre etmek adına yazmadım...

...sadece örnekliyorum.

Pekiii...yukarıya astığım otuzlu yıllarda bu degişikliklerin gerekliliğini gören bunları amaçlayan TC de ne oldu?

Atatürk'ün ölümünden hemen sonra patlak veren ikinci dünya savaşı ile geçen sıkıntılı bir süre var...

Geldik 1950 lere...

Birden bire bambaşka durumlar başlamıştır...farklılaşan TC de ne olmuştur? Çeşitli sanayi hamleleri yapan TC nasıl birden bire emperyalizmin kucağına otumuştur?

Bakın size bir örnek...eski Türk filmlerine bakınız...Özellikle kırklı, ellili yılların filmlerinde sürekli bir yenilik, modernlik rüzgarları eser...

...elbette bazı kısımlar komiktir, sözler, ifadeler, senaryolar saftır.

Sansür sağolsun.

Ama açıkça bir yenilik rüzgarları eser o filmlerde.

Yenilik rüzgarları eser esmesinde ama temelinde yine de bir tutuculuk vardır...TC nin kabuğunu yırtmak isteyip ancak bunu beceremediğini çok güzel yansıtır o filmler...

...ama diyebiliriz ki:

Evet evet...TC bir hamle yapmıştır.

Peki ne oldu da hamle yapıldı ancak yükselinemedi...neden atlayıp, zıplayamadık...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bakınız...

Temelinde skolastik düşünce ve ögreti yatan, ezbere dayalı bilgilerle donanımlı kitlelerin insanlarını, okul bitirmiş olsalar dahi, birbirine düşürmek o kadar kolaydır ki...

...unutmayınız ki, eğitim ile ögretim aynı şey değildir...birbiri ile elbette iç içedir, ama aynı değildir.

Dolayısı ile müfredat çok önemlidir.

Yine ondan dolayıdır ki, bazı üniversite mezunları kimi aklı selim ilkokul mezunları bile aşık dahi atamazlar.

Şunu demek kesinlikle yanlış olmayacaktır ki, ögretim ezbere dayalı ise, eğitim kalitesizdir...

...böylelerinin aile bireylerini bile birbirlerine düşürmek işten bile değildir.

Körü körüne ve kolaylıkla birbirine karşı kin, nefret, öfke ürettirebilirsiniz bu insanlara...

...çünkü temeli ezbere ve sorgulamamaya dayalı bir düşünce, bir yaklaşım biçimi insanları rahatlıkla kanan, inanan, güvensiz yapacaktır...

...en ufak bir sapmada da birbirlerine şüphe ile bakacaklardır.

Bunlar günlük yaşama öyle sirayet etmiştir ki, önceki yazılarımdan birinde bahsederek belirtmeye çalıştığım özerk kuruluşlar sistemler TC nin içinde yer almışlardır...

Her biri kendi krallıklarını kurmuşcasına birbirlerine karşı duydukları güvensizlik ve bu güvensizliğin neden olduğu şüphelerle hareket ederek, kurallarına bunları yansıtmış, şüpheciliği her yerde yer aldırarak yaşama geçirmişlerdir...

Ondandır, adalet sistemimiz uzun seneler mercilerin kişileri "suçlu" ilan etmesi, kişilerin "suçsuzluğunu kanıtlaması" şeklinde devam etmiştir.

Çamur at izi kalsın...Şeriatın (devletin) kestiği parmak acımaz...Sükut altındır...

...gibi deyişler bu zihniyetlerin yaptırımını yerini perçinlemek üzere kulaklara küpe edilmişlerdir.

Geçenlerde gazetelerde yer alan, "kültürümüze göre tıbbi mudahale" safsatasını üreten beyinler bu tür bakış açılarının uyuşmuşluğunun, densizliğinin bilime sızmasının en güzel örneğidir.

Gevezeliğim tuttu...konuda kalayım.

2. dünya savaşından sonra toparlanan ve bu savaştan ders alınarak geliştirilen politikalar, dünyada esmeye başlayan rüzgarlarla akın akın gelen...yani "emperyalizm" bizim en yumuşak yerimizi bulup oraya serumu dayadı...

İşte burada bir konsensus sağlayacağımızı düşünüyorum...

Emperyalistler bu ülkenin ezberci, skolastik kafaların devamını artarak palazlanmasını istemişler bunun adına her türlü desteği, yatırımı yapmaya başlamaktan geri kalmamışlardır.

Bugün gelinen nokta seyhulislamcışlıgın her daim kendine yol bulmasıdır ve en büyük desteği de emperyalistlerden almışlardır...

...en güzel örneği bunların kucağında oturan burnunuzn dibinde yer alan ARAPLARDIR.

Saddamı Saddam yapan, Ladin'i Ladin'i yapan, emperyalistler olduğu gerçeğini hanginiz reddedebilirsiniz?

Elbette "müslüman kardeşlerimize saldırılıyor" diye hoplaşanların bu konuda bilgileri yoktur...açıp bakmaya bile gerek duymazlar.

İmam hatipler, kuran kursları, tarikatlar ile o yumuşak ve nazik yanımız her daim daha da yumuşatılarak geliştirilmiş, desteklenmiştir...

İşte bu açıdan Cumhuriyetin öncesinde olan bitenlere bakmak önemlidir...Ellili altmışlı yılların öncesi ile sonrası arasındaki bu fark tüyler ürpertici bir farktır...

Bu farkın görülmesi TC nin nasıl geriye götürüldüğünü ve neden götürüldüğünü açıkça görmek için çok önemlidir...

Bizi batının emperyalizminin kucağına oturtanlar onlara hayranlık duyan, onları beğenen, batı medenyeti sempatizanları, devrimciler, aydınlar, bilime, bilgiye gönül verenler değillerdir... Bizi emperyalistlerin kucağına oturtanlar onların açıkça ve alenen destekledikleri, besledikleri, palazlandırdıkları, üzerine oynayıp yatırım yaptıkları dogmacılar, dinciler, gericilerdir.

Bu böyle olmuştur...olmaya da devam etmektedir.

Hurafeci, ezberci, aklı yerine öfkesini kullanan en ufak güç kullanmada tırsan ama intikam hırsı beslemekten geri kalmayan, tepkisiz, kabulcü, aciz...özünde gerici ama ezber bilgisi ile diploma sahibi KULLAR oluştu...

...bunları organize oldular...

...örgütleyenler de her daim destek gördüler.

Varoşlar, lumpenler, köylülük...bu organize sistemin bir parçasıdır. Olmak zorundadır. Bunlar kurdukları bu sitemin de en önemli unsurlarıdır...

Eğer bugün emperyalistlerin çıkarları uğruna edepsizliklerinden bahsedeceksek bunlardan bahsetmeliyiz...

...emperyalistler hiç bir zaman karşılarında gelişmiş bir ülke, çağdaş bir millet görmek istemediler...

...bundan dolayı, sadece onlara kızmak, kin beslemek yerine, aynı zamanda kendimize de kızmalıyız.

Zira hurafe ile, din birliği ile, kültür birliği ile bu işin olmayacağının kanıtını her gün izlediğimiz olaylarla yaşıyor görüyoruz... Kalabalıklaşıp slogan atmak ile bu işler değişmiyor...haaa birşeyler oluyor...onların yani emperyalistlerin istedigi oluyor.

Neden?

Anında binlerecesini basit bir karikatür veya dogmaya dokundurma ile sokağa döküyor, birbirlerine düşürüyor, yağma, yıkma yaptırıyor...sonra da seni vahşi, barbar ilan ediyor?

Çünkü akıl yoksunu hurafeci, birey olamadığı için, kalabalık gibi bir organizmanın içerisinde yararlı bir uzuv gibi varlık göstererek bir güç oluştudugunu sanıyor...

İşte bu kalabalıkların varlığı desteklendi...elbette filizlerini de verdi ve bu kitleler emperyalistlerin desteği ile otorite sahibi oldular, mercileştler.

Zenginleştiler de...hem de artarak.

Bu kısımda bazılarının düşüncelerine de değinmek istiyorum...

...ekonomik sorunu olmayan, refah düzeyi yüksek olmak her zaman çözüm degildir. Hurafeciliğin de yok olmasına her daim radikal ve direk bir etkisi yoktur...zira zenginleştikçe kendilerine benzerlerini çoğaltma yatırımlarına yöneldiler.

Dogmaizmin pençesinde olmayan fakiri zenginleştirsen, refah kazandırsan kaliteli bireyler elde edebilirsiniz...ama dogmizmin pencesinde olan zengin ile beter olunmakta...

Bakın Rusya da beş beter ekonomik krizler yaşandı...ama anında toparlıyorlar. Avrupa Birliği Rusya için KEŞKEEEE diye bir politika istiyor...

Doğu Almanya keza...zenginleştikçe güzelleşiyorlar...biz zenginleştikçe daha da çirkinleşiyoruz...para ile ne yapacağını bilmeyen bir halde ortalıkta ahmaklıklar sergiliyoruz...ceket yakmaca, peçete atmaca, silah sıkmaca, gül dökmece...

...masada avrat oynatmaca, manken kovalamaca.

"Yurtdışındaydım hayatım" hala en ayrıcalıklı olma hallerinden...

Elbette bunlar otomatikman feodaliteyi de daim kıldı.

Olanlar oldu ve sonuçları hayatımıza bodoslama sirayet etti...

İstikrarsızlık, hinlik, birbirini kötüleme, kalleşlik, bindiği dalı kesme, pire için yorgan yakma hep bu kafaların o bilindik karakteristik özelliklerini sergileyerek organize oldular, örgütlendiler, siyasileştiler söz sahibi oldular...

Akıl yoksunu, elalem iş başında görsüncülük ile oluşturulan bu sistemlerin eserleri ortada...

İşte size bir örnek;

Nakliye, ki ekonominin her açıdan can damarıdır...hale bakınız.

Demiryolu yok...Denizyolu yok.

Bunlar konusunda uzman, diplomalı, yetkililerin elinden çıkanların bir sonucudur...

...fay hattındaki otoyollar, arkasına bir lokomotif daha ekleyerek hızlandırılarak devrilen trenler...

...bu ezberci, hurafik akıl yoksunu sözüm ona bilim okumuşların işidir.

Neden?

Temelinde dogma var da ondan.

Salçalı suya ekmek banmak ve şükretmek ile olmuyor bu işler.

Hiçlik kavramının yüce kılınması ile oluşan ahmak beyinlerin kazanımı sadece hüsrandır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Elbette bu yedi bölümü okuyanlar arasından yazdıklarıma katılmayanlar olabilir. Katılanlar ancak ekleyecekleri olanlar da olabilir. Katılmayan dostların neden katılmadıklarını gösterir bilgilerler de önemlidir.

Fena mı olur var ise yanıldıklarımız ile yeni doğrular yer değiştirmiş olurdu.

Bu bilgileri merak ettiğimi belirtmek isterim.

Ben buraya inandıklarımı yazmadım...salt, elle tutulur, bariz yaşanmışlıkları bilgi olarak belgeleri ile derledim getirdim astım...aslında fazla bir yorum da yapmadım dersem doğru olur...

...zira o kadar aşikarlar ki.

Evet bu oldukça önemlidir.

Yazdıklarımda bir inanç unsuru yoktur. Dolayısı ile yazdıklarım inanç kertesinde ele alınırsa, objektif bir yaklaşım olmamış olur diye düşünüyorum.

Bilgileri yerine inanç mekanizmalarının ışığında bakanlar, hatta ideolojilerinin çerçevesinde bakanlar (ideoloji de kimi yerlerde inançlaşabilir ama her zaman değil) bu inançlarının dürtüsü ile hareket edenler bu başlık altında hakaret göreceklerdir.

Bu normaldir, kaçınılmazdır.

Ancak bu başlık altında inanca saldırılmamaktadır, inancı her alanda birincil sırada tutmaya, tutanları desteklemeye, inancı kullananmaya ve onu her alanda malzeme ve konu etmeye, sürekli gündem yapmaya ise açıkça saldırılmaktadır.

Bu son cümlemin yanlış değerlendirilmemesini önemle rica ediyorum...saldırılan kişiler değil, fiiliyatlardır, eylemlerdir...nesneldir, öznel değildir.

Bu farkın görülmesi özümsenmesi önemlidir.

Bu başlık altında "inanç mekanizmasının provoke olması ile" ne söz sahibi olunabilir ne de karşı duruş sergilenebilir.

Çünkü inanç, yani dogma naturası ve gerçek yaşamdan örnekleri de gereği, sizi otomatikman kişiye yönlendirecektir, bilgi ve/veya konuya değil.

Aramızda bunu yapabilenler yok değildir...varlar, ama azlar...bilgiye hürmet ederler, inançları ile çeliştiği halde o bilgileri yok saymazlar.

Çünkü dogmanın pençesinde olanlar sadece kendi bilgisini sever...hatta inancı ile bilgisini bile birbirinden bile ayırt edemez...ona karşı, ondan farklı olan bilgi sahiplerini dinlemez, tehdit olarak görür, onları yok sayar veya yok eder.

Yukarıda bahsettiğim mekanizmaların ehillerinden birinin "yandım anam, ürünüm ağaçta kaldı, paramıızı alamadık" diye bağıran bir adama "ananı al git lan" diyerek adamın sorunu karşısında kifayetsiz kalmanın dürtüsü ile asıl sahip olduğu menkibelerinin çerçevesinde görevi adamın sorunu ile ilgilenmek yerine şahsına yönelerek sesini kesmeye yeltenmesi bir başka örnektir.

Keza sanat...bu zihniyetten her daim ve her zaman olumsuz olarak nasiplenmiştir. Bilim...mantık, felsefe de öyle.

Dogma, üretilene, yazılana, sunulana, söylenene anlatılana karşı farklı bilgiyle, yeni bilgiyle değil, ürtene, yazana söyleyene yönelerek onları susturmaya, yok saymaya veya yok etmeye yönelmiştir.

Dogmanın pençesinde bir demokrasi, dogmanın pencesinde bir Cumhuriyet ancak bu kadar olacaktır.

Cumhuriyetimizin içi boş değildi...ama içi boş bir milletin Cumhuriyetinin içi boş olacaktır...

Yazdıklarımı bundan sonra sadece örnekler ile zenginleştirebilirim...bu örnekler günlük yaşamdan ve/veya kutsal kitaplardan örneklerle de olabilir...

...bu örneklemeleri de zaten başka başka başllıklar altında okuduklarım, bilgim çerçevesi içinde sunuyor yazıyorum.

***

Bugün 29 Ekim 2010.

Isparta valisi günün önemine binaen bir demeç veriyor ve diyor ki;

Atatürk son nefesini verirken aleykümselam demiştir

Buyrun buradan yakın...

...ölümünden saatler önce komaya girdiği bilindiği halde.

***

Bu notlar dizisi daha çok bilgi aktarımıdır...

...kaynakçalarını da inceleyerek kendi sentezinizi kendiniz yapınız.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Doktrinleri benimseyen biri zaten Atatürkçü olamaz.

Atatürkçülük de bir doktrin değildir, asla da olmamıştır.

Doktrinler dar kafalılar içindir.

Özünde son derece karmaşık, değişken dengeler üzerine kurulu, dinamik bir yapı arz eden gerçek yaşamı, onu yeterince tanımlaması ve açıklaması imkansız olan basma kalıp formüller içine hapsetme çabasının ürünüdürler çünkü.

Bilimin ideolojisi yoktur.

Bilimsel bir ideoloji de yoktur.

Senin Atatürkçü olmaman da bu açıdan anlamlı.

Marjinal takılmakla şahsına münhasır bir kimlik yarattığın sanısına saplanmış biri olarak senden zaten bir Atatürkçü de çıkmaz ayrıca.

Esasen buna gerek de yok.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Diriliş, bana kalırsa yazıları okumamışın. Eğer okusaydın bizim "Atatürk" dediğimizde ne anladığımızın yüzde yüz ifadesi olan o satırları okudukça mutluluk duyardın, Atatürk'le birlikte başlayan aydınlanma hareketinin kökeninde yatan sosyolojik ve hatta psikolojik boyutların ne denli güçlü anlatıldığını görürdün. O kadardan ibaret de değil ayrıca.

Hubbez hakkındaki fikrin de çok ilginç. "Normal" olmak gerçekten marjinal bir durum artık. Ve bence nev-i şahsına münhasır olmak sadece normal olmaktan geçer, aykırılık yapmak için uğraşmaktan değil. Aykırı ya da farklı olmak için birbiriyle yarışan milyarların arasında "normaller" aykırı görünmüştür hep.

Hubbez,

Hepsi, tümü için teşekkürler. Her bir satırına yüzde yüz katıldığım, vakitsizlikten ve biraz da ertlemekten hep parça parça yazabildiğim ve bu yüzden hedefine çoğu zaman ulaşamayan düşüncelerimi/düşüncelerimizi inanılmaz örnek ve açıklamalarla anlatmışsınız.

Hangi birine değineyim, ne ekleyeyim bilemedim.

Toplumun kitlesel ve hatta bireysel davranışlarının, sızlanıp şikayet ettiğimiz bütün o yerine oturmayan yazısız kuralların, içselleştirdiğimiz dogmatik bakış açımızın nelerin nedeni olduğunun çarpıcı bir özetidir bu başlık.

Çok ama çok önemli şeyler yazılmıştır, bu analizlerin her biri son derece objektif bir bakış açısının ürünüdür.

Gerçekten teşekkürler.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hubbez bu değerli iletilerinde Atatürkçülüğe değinirken Atatürk'ün kompleks ve bazı konularda çelişkili, hatta tartışmalı kişiliğine de değinmeden edemezdi.

Atatürk'ün ideolojileri, inançları ve etkinlikleri gibi, kişiliği de evrime uğrayarak zamanla değişmiştir.

Hatalarından ders alan ve bütün ömür öğrenen her entelektüel insan bazı evrelerden geçer.

Ve onlar kişiliğinin aldığı şekilden azçok sorumludurlar.

Atatürk de onları deneyimlemiştir.

O evrelerin hiçbirinde Atatürk sapkın bir karakter sergilememiştir.

Ve onların hepsi, sergilendikleri zaman dilimi için uygundur.

Bunları her üstün insan için söyleyemeyiz.

Tarihe malolmuş karakterlere bir göz atın.

Kaçı, hangileri Atatürk'ün benzeri bir yaşam sürdürmüşlerdir?

Kaçı rüyalarını gerçekleştirmişlerdir?

Kaçı sonunda başarılarının ürünlerini toplayabilmişlerdir?

Hangileri antik, bağnaz ve dinci bir imparatorluğun enkazından yeni ve bağımsız, demokratik, laik bir hukuk devleti ve bir halk cumhuriyeti oluşturabilmişlerdir?

Atatürk'ün benzeri bir lider yoktur tarihde...

Bu böyle biline..

Link to post
Sitelerde Paylaş

***

Cumhuriyetimizin içi boş değildi...ama içi boş bir milletin Cumhuriyetinin içi boş olacaktır...

***

Bugün 29 Ekim 2010.

Isparta valisi günün önemine binaen bir demeç veriyor ve diyor ki;

‘Atatürk son nefesini verirken aleykümselam demiştir’

Buyrun buradan yakın...

...ölümünden saatler önce komaya girdiği bilindiği halde.

*********

Dogmalarla içi boşaltılan milletin çoğunluğunun layık olduğu içi bomboş bir vali... Ne diyelim.

Çok güzel bir sentez. Eline, koluna, emeğine sağlık.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Diriliş, bana kalırsa yazıları okumamışın. Eğer okusaydın bizim "Atatürk" dediğimizde ne anladığımızın yüzde yüz ifadesi olan o satırları okudukça mutluluk duyardın, Atatürk'le birlikte başlayan aydınlanma hareketinin kökeninde yatan sosyolojik ve hatta psikolojik boyutların ne denli güçlü anlatıldığını görürdün. O kadardan ibaret de değil ayrıca.

Hubbez hakkındaki fikrin de çok ilginç. "Normal" olmak gerçekten marjinal bir durum artık. Ve bence nev-i şahsına münhasır olmak sadece normal olmaktan geçer, aykırılık yapmak için uğraşmaktan değil. Aykırı ya da farklı olmak için birbiriyle yarışan milyarların arasında "normaller" aykırı görünmüştür hep.

Ben yazıyı elbette okudum ama görünün o ki sen benim yazımı okumamışsın ya da daha kötüsü anlamamışsın. Atatürkçülüğün, Atatürk'ün şahsına ulvi sıfatlar yükleyerek asla sorgulanamaz ya da saygıda kusur edilemez bir mit olmadığına; hatta Atatürkçülüğün bir doktrin bile olmadığına vurgu yapmanın öneminden hareketle yazdıklarım hedefine gitmemiş...

Bugüne dek dahil olduğum sayısız Atatürk tartışmasından edindiğim deneyim ve izlenimler o dur ki Atatürk'ü ya da Atatürkçülüğü eleştirmeye çalışanların neredeyse tamamı neyi ve niçin eleştirdiğini bilmeden, sırf marjinal bir konumda görünmek adına bir güzel saçmalayan meczuplardır. Ben, kusurlarından kurtulamamış ve bu nedenle kusursuz insan olamayacağın inanma kompleksi taşıyanların, sırf kendi ufuksuzluklarını genelleştirmek adına Atatürk'ü eleştirdikleri yüzlerce tartışmaya tanık oldum. Diyebilirim ki, bu tartışmaların, bilimi eleştirmekten ve bilimin gerekliliğini ya da önemini sorgulamaktan pek farkı yoktur. Doktrinler uğruna Atatürkçü olmadıklarını dile getirenler de, tıpkı bilimin ne olduğunu anlayamamış inanırların evrim kuramı eleştirilerine sarılarak sergiledikleri anlamsız ve bilinçsiz çabanın farklı versiyonlarıdır sadece.

Ben Atatürkçüyüm.

Çünkü ben sadece bilimin rehberliğini ve çağdaş, evrensel hukuk normlarının üstünlüğünü savunuyorum.

Çünkü benim fikrim ve vicdanım hür.

Doktrinlere, dogmalara ya da komplekslerle karışık ideoloji soslu zırvalara itibar etmediğim için Atatürkçüyüm ben.

Gururla ve hiç çekincesiz:

Ben bir Atatürkçüyüm!

tarihinde DİRİLİŞ tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Gayet objektif bir biçimde Atatürk'ün din hakkında düşündükleri işlenip , güzel bir çalışmaya imza atılmış .

Elbetteki Atatürk dinsizdi ve manevi kimliği yaptıklarıyla da kendisini ele veriyordu . Eşrafa , softaya dayanan rejim ve de ulusal kurtuluş savaşıyla birlikte , insanları tek çıta altında toplamak isteyen bir lider elbette ki bu davranışları sergileyip tutarsız konuşmak zorundaydı. Bu tutarsızlıklardan bazıları cımbızlanarak Atatürk’ün Müslüman olduğu söylemlerini yaygınlaştırıp manipüle edilmesine yol açmıştır . İnsanların dar ufuklarını genişletip , araştırmalarını engellemek isteyen iptidai zihniyetler bu cımbızlamaları mecmualarında da sıkca işlemişlerdir . Bir Atatürk genci , Türk genci , Atatürk çocuğu , Atatürk hayranı olaraktan Atatürkün din algısını değiştirmek daha sonra da dinleri yok etmek girişiminde bulunduğunu kendimce idrak ettim . Fakat yine de aklı ve vicdanı hür bireyler yetiştirmek isteyen Mustafa Kemal Atatürk , insanlarında sezgilerine müdahale etmeyip ne kadar zeki olduğunu tekrardan göstermiş ve de dogmalara karşı çıkaraktan gerçek Atatürkçülüğün nasıl olması gerektiği ipuçlarını da vermiştir . Bir Atatürksever , bir Atatürkçü olaraktan Atatürk’ün dine karşı görüşlerini ifşa etmemek niyetinde olanları kınıyorum fakat Atatürk’ü din düşmanı olaraktan gösterirken de dindarlara karşıda saygılı olduğunu da belirtmek gerektir . Bu tetkiklerin başkalarının yapmasıyla kafalarda belki şimşekler çakacak , belki de aydınlığın kapısı aralanacaktır.

Atatürkçülük zatne doktrin değildir . Y.Kadri Karaosmanoğlu bu teklifi yaptığı vakit Atatürk dogma olmaması için bu teklifi reddetmiştir. Atatürk bize dogma değil , bilimi referans gösterip rotayı zaten çizmiştir .

tarihinde Crafterman tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben yazıyı elbette okudum ama görünün o ki sen benim yazımı okumamışsın ya da daha kötüsü anlamamışsın. Atatürkçülüğün, Atatürk'ün şahsına ulvi sıfatlar yükleyerek asla sorgulanamaz ya da saygıda kusur edilemez bir mit olmadığına; hatta Atatürkçülüğün bir doktrin bile olmadığına vurgu yapmanın öneminden hareketle yazdıklarım hedefine gitmemiş...

Bugüne dek dahil olduğum sayısız Atatürk tartışmasından edindiğim deneyim ve izlenimler o dur ki Atatürk'ü ya da Atatürkçülüğü eleştirmeye çalışanların neredeyse tamamı neyi ve niçin eleştirdiğini bilmeden, sırf marjinal bir konumda görünmek adına bir güzel saçmalayan meczuplardır. Ben, kusurlarından kurtulamamış ve bu nedenle kusursuz insan olamayacağın inanma kompleksi taşıyanların, sırf kendi ufuksuzluklarını genelleştirmek adına Atatürk'ü eleştirdikleri yüzlerce tartışmaya tanık oldum. Diyebilirim ki, bu tartışmaların, bilimi eleştirmekten ve bilimin gerekliliğini ya da önemini sorgulamaktan pek farkı yoktur. Doktrinler uğruna Atatürkçü olmadıklarını dile getirenler de, tıpkı bilimin ne olduğunu anlayamamış inanırların evrim kuramı eleştirilerine sarılarak sergiledikleri anlamsız ve bilinçsiz çabanın farklı versiyonlarıdır sadece.

Ben Atatürkçüyüm.

Çünkü ben sadece bilimin rehberliğini ve çağdaş, evrensel hukuk normlarının üstünlüğünü savunuyorum.

Çünkü benim fikrim ve vicdanım hür.

Doktrinlere, dogmalara ya da komplekslerle karışık ideoloji soslu zırvalara itibar etmediğim için Atatürkçüyüm ben.

Gururla ve hiç çekincesiz:

Ben bir Atatürkçüyüm!

Bu koşullarda en azından Atatürkçü olmak zorundayız.

Ama o da yeterli değil.

Bu sapık hükümet bize başka seçenek tanımıyor.

Çünkü amacı Atatürk'ün ismini ve başarılarını tarihten silmek...

Onu önlemek için de Atatürkçü olmak zorundayız.

Hatta ben daha da ileri gitmemizi ve Atatürk olmamızı teklif etmiştim zamanında..

HEPİMİZ ATATÜRKÜZ..

Öyle olmaya mecburuz.

Atatürkçülük artık yetmiyor. Onun da özüne dönmemiz ve sıfırdan başlamamız gerekiyor..

Bundan 90 yıl önceye dönmek zorunluğu çok üzücü ama bizim için o zaman bile şimdiki halimizden çok daha ileriyi simgeliyor.

Ne acı.

HACI

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu koşullarda en azından Atatürkçü olmak zorundayız.

Ama o da yeterli değil.

Bu sapık hükümet bize başka seçenek tanımıyor.

Çünkü amacı Atatürk'ün ismini ve başarılarını tarihten silmek...

Onu önlemek için de Atatürkçü olmak zorundayız.

Hubbez arkadaşımızın hayli emek sarfederek hazırladığı bu güzel yazısı Devrimlere karşı artık resmen açıkça savaş açıldığı, aydınlarımızın susturulup şantajlarla, bırakınız davalarını anlatmayı sadece ve ancak nefis mücadelesi verir duruma düşürüldüğü, ordumuz hariç tüm ilerici kurumların dinci ahlaksız yobazların tahakkümüne girdiği, toplumsal yaşamın aleni bir şekilde cemaatlerin kontrolüne sokulduğu şu zor günlerde artık tüm Atatürkçü yurtseverlerin ülkedeki mevcut ŞER CEPHESİne karşı ufak tefek fikir ayrılıklarını derhal bir kenara bırakıp birlikte hareket etmekten başka çarelerinin kalmadığının ilanıdır bence.

Nedir bu şer cephesi, kimlerden ve hangi siyasi düşüncelerden oluşur, hangi odaklardır bunlar, önce bunu bilelim. Artık takiyye yapma lüzumu bile hissetmeyip kendisini açıkça gösteren düşmanı iyi tanıyalım ki kendimizi anlamsız kör bir dövüşün içerisinde bulmayalım.

Bana göre gerek devrimler gerekse onun inşa ettiği üniter, laik, demokratik hukuk devleti şu anda ‘’üçlü bir şer cephesi’’yle karşı karşıyadır.

Bu şer cephesinin ortak özellikleri, fikren aynı düşüncede olmamalarına rağmen birbirleriyle müthiş bir ittifak içerisinde olmalarıdır. Nihayi hedeflerinde ise Atatürkçülüğü yıkmak, laik demokratik hukuk devletini ortadan kaldırıp tamamen emperyalistlerin emrinde ve onların çıkarına uygun bir tarzda kendi baskıcı, faşist, otoriter düzenlerini kurmaktır.

Şu son yıllarda yaşananlar ve etkisini gün geçtikçe artıran baskılar bunun en açık göstergesidir.

1.Şer Cephesi: Günümüzün Said-i Nursicileri Fetullahçılar.

Fetullahçıların amacı bünyeye sirayet edip onu tam manasıyla etkisi altına almak, bu uğurda kısa, orta ve uzun vadeye yaydıkları çeşitli planlarla tüm kurumları kendi denetimlerine sokmak, en nihayetinde orduya da sirayet ederek zaferlerine son noktayı koymaktır.

Kısa ve orta vadedeki planlarını artık tamamen gerçekleştirdiklerini görmemek için ya aymaz olmak gerekir ya da aptal.

Uzun vadedeki planları ise orduya sızmaktır. Bu, Fetullah’ın kasetlerinde açıkça dile getirilmiştir. Kaldı ki bunu günümüzde artık her şeriatçı dinci çekinmeden dile getirmektedir. Ordu bir türlü ele geçirilemediği için bu sefer de aleni bir şekilde yıpratma kampanyası başlatmışlardır.

Fetullahçı bu şer cephesinin amacı kesinlikle demokrasi veya özgürlükler değildir. Amaçları gücünü emperyalistlerden alan ve yine emperyalistlere hizmet edecek tarzda Türk tipi bir teokrasidir.

Bu dinci melunların gerekirse davaları uğruna düşmanla bile işbirliğine girecek kadar nevirlerinin dönebileceğini bilmeyeniniz yoktur diye düşünüyorum. O, en ağır ve en zor şartların hüküm sürdüğü Kurtuluş Savaşı’nda bile bir yığın ihanete imza atanların en başında yine bunlar gelir.

Son zamanlarda yaşananlar ne kadar korkunç komplocu olduklarını, insanların en mahrem alanlarına girmekten bile çekinmeyeceklerini göstermiştir ki sadece bu bile ülkenin gidişatının hiç de iyi olmadığının en açık göstergesidir.

Teknoloji çağını geçip bilişim çağına girdiğimiz, bir tıkla bilgiye ulaşmanın hayli kolaylaştığı şu yüzyılda Tayyip Erdoğan’ın Fetullahçıların gölgesinde olduğunu, Fetullahın da tüm gücünü okyanus ötesinden aldığını bilmeyen kalmamıştır diye düşünüyor, ikinci şer cephesine geçiyorum.

2.Şer Cephesi: Liberaller, İkinci Cumhuriyetçiler

Hedeflerinde öncelikli olarak Atatürkçüler ve Atatürkçülük vardır. Bir numaralı devrim düşmanı oldukları inkar edilemez bir gerçektir.

Birçoğu ateist olduğu halde Fetullahçıların kemiğini yalamaktan asla çekinmez, onlarla işbirliği içerisinde olmaktan hiç utanmazlar.

Ülkesi ve devletiyle bölünmez üniter devlet yapısının baş düşmanıdırlar.

Ulus devlete şiddetle karşı çıkarlar.

Zamanımızın Ali Kemalcisi bu Soros takımı Türklere yurtseverliğin, bağımsızlığın oldukça gereksiz ve lüzumsuz olduğu fikrini aşılarken konu Kürt veya ne bileyim Kıbrıs, Ermeni meselesi olunca bir anda ulusçu kesiliverirler. Fikri ikiyüzlülükleri ibretliktir.

Güya özgürlükçülerdir, gel gör ki Ergenekon suçlamasıyla çoğunlukla da belgesiz delilsiz içeri atılan insanlara zerre sahip çıkmazlar. Onların özgürlükten anladıkları Kürtçülerin özgürlüğü, dincilerin özgürlüğüdür.

Güya özgürlükçülerdir, gel gör ki kendileri gibi düşünmeyen kaç aydın varsa içeri tıkılsın isterler. Özgürlükçülük aslında ağızlarında arsızca çiğnedikleri sakızdan başka bir şey değildir. Bazen de kendi bireysel sapkınlıklarının kılıfı…

Daha dün gibi kısa bir süre öncesinde gözümüzün önünde gerçekleşen Irak hadisesine rağmen adeta insanlarla dalga geçercesine emperyalizmi inkar gelirler. Bağımsızlık düşüncesi onlara göre çok saçmadır. Türkiye’nin resmen AB veya ABD tarafından yönetilmesini isteyecek kadar ulusal şuurdan yoksundurlar.

Oysaki Türkiye bu zamana kadar zaten yarı bağımlıydı. Son sekiz yılda adı konulmamış sömürge ülke konumuna düştü. Dolayısıyla liberaller artık küstahlıkta sınır tanımaz hale geldiler.

3.Şer Cephesi: Bölücü-Kürtçüler

Demokrasi veya özgürlükten bahsedecek belki de son kesim ancak bu bölücü Kürtçüler olabilir. Çünkü hepsi de Kürt ırkçısı, faşist, terörizm savunucusudurlar. Birçoğunun geçmişine baktığımızda dikta heveslisi olup komünist düzen savunuculuğuyla haşır neşir olduklarını görürüz.

Apo gibi eli kanlı faşist birisi için sokaklara inip gösteri yapanlar da işte bu Kürtçü şovenlerdir.

İstedikleri, belki de ileride ülkeyi on yıllara mal olacak korkunç bir iç savaşa sürüklemek ve bu savaştan emperyalistlerin de yardımlarıyla Türkiye'yi bölüp kendi devletlerini kurmak.

Hedefleri iki aşamalıdır. Nihayi hedefleri bağımsız ayrı bir devlettir. İlk hedeflerinde federalizm vardır ki AKP’den aldıkları cesaretle artık bunu alenen dile getirmektedirler.

tarihinde Yakup tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu ülkenin tüm nüfusuna sorulur ise, tamamına yakını Atatürkçü olduğunu söyleyecektir. Ancak cumhuriyetimizin haline bakınca bu oran ile bağdaşmayan durumlar, sonuçlar, hepimizin izlediği üzere yaşanmışlıklar ile ortadadır.

Atatürk bu ülkede, tıpkı Muhammed misali, neredeyse kutsal bir kertede ele alınır. Bu şekilde ele alınış itibarı ile Atatürkçülük öyle sorgulanır ki, bir çoğu Atatürk'ü sevdiklerini ve Atatürkçü olduklarını ya kendilerini korumak ya da sorgulayanları geçiştirmek adına ifade ederler.

Aslında Atatürk'ü bilmemek ve onu tanımamak Atatürkçü olma şeklinden geçiyor diyebilirim.

TC de Atatürkçülük beklentisi Atatürkçülüğün içinin doldurulmasını dövüyor yani...

Ben Atatürk'ü tanıyor, biliyor ve seviyorum. Atatürkçü olsaydım belki onu bu denli tanıyamayacaktım.

Ondandır Atatürkçü olmaktan çok daha keyifli bir şey olduğunu hissediyorum.

***

Önemli midir bilmiyorum ama, bu yazı dizisi yanlış hatırlamıyor isem 2005 yılında hazırladığım ve yazdığım bir yazı dizisidir...

...bilmem nerenin valisinin zırvasının haberini okuyunca aklıma geldi sizlerle paylaştım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Mustafa Kemal denen o şahısın kesinlikle bir kahraman olmadığını hatta Osmanlıyı içten kemirmekle görevlendirilmişlerden biri olduğunu aklen fikren matıken kesinlikle kanıtlarım

ama adam tanrıdanda öte görüldüğü için onu kahraman olarak kabul etmeye mecburuz

herif bu günkü türkiye haritasını bile ta 1907 de çizmiş :)

ortada daha savaşın adı bile yokken bu haritayı çizen bir şahsiyeti kahraman kabul etse etse apo itini kabul edenlerle aynı zihniyeti taşıyanlar kabul ederdi.bakın onunda elinde bir harita var.

malesef fazla konuşma hakkımız yok YASAK o ne yapmışsa en doğrusunu yapmıştır o yanılmaz o büyüktür o uludur yücedir kurtarıcıdır kahramandır o olmasa biz olmazdık o olmasaydı anamız kimdi bilirdik ama babamız kim olurdu bilemezdik .............diyeceksin

kurtulduk derken aslında o olmasaydı elde edecekken edemediğimiz şeyleri göz önüne alınca kızgınlığım dahada artıyor ama bizde bunlardan bahsetmek ona hakarettir vatan hainliğidir :)

çanakkalede eğitmenlerin ve öğrencilerin nasıl planlı bir şekilde ortadan kaldırıldığından bahsetmek yasak

250 bin şehitin 70 bini öğrenci ve eğitmendi derdim ama yasak o zamanki sınırlarıya 20 milyonu bulan nufusumuzuna rağmen onlar ihtiyaçtan cepheye gönderildi başka çare yoktu dememiz gerek

filistin cephesinde kahramanca canla başla direnerek şehit olan 500 bin vatan evladından değil çanakkaleden bahsedeceksin sarkıkamışta 90 bin yiğidin tek kurşun atmadan şehit olduğunu kabul edeceksin 45 bin rus leşinin nasıl cehenneme gönderildiğini araştırmayacaksın :)

hatta şehit sayısının 90 bin değil 50-60 bin civarında olduğundan bahsetmeyeceksin ruslar 90 bin demişse öyledir diyeceksin.rusyada

ihtilale yol açan asıl savaşın sarıkamış savaşı olduğunu ve bu savaşın yenilmemize rağmen ihtilal sayesinde bize neler kazandırdığını görmeyeceksin

Azerbaycan ve kafkaslar ın bağımsızlığını kazandığını Orta asya yolunun açıldığını şiiit aman kimse duymasın

nasıl olsa 19 mayıs 1919 dan bir kaç ay sonra ruslar kolaylıkla direniş bile görmeden burarı tekrar elde edecekti nasıl olsa samsunda anlaşmalara varılmıştı Enver Paşa beceriksiz alman hayranı bir hayalperst ilan edilecekti ........................

ben Mustafa yı sevmiyorum en azından bunu diyebiliyoruz :)

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hubbez:

Elbette bu yedi bölümü okuyanlar arasından yazdıklarıma katılmayanlar olabilir. Katılanlar ancak ekleyecekleri olanlar da olabilir. Katılmayan dostların neden katılmadıklarını gösterir bilgilerler de önemlidir.

Fena mı olur var ise yanıldıklarımız ile yeni doğrular yer değiştirmiş olurdu.

Bu bilgileri merak ettiğimi belirtmek isterim.

Ben buraya inandıklarımı yazmadım...salt, elle tutulur, bariz yaşanmışlıkları bilgi olarak belgeleri ile derledim getirdim astım...aslında fazla bir yorum da yapmadım dersem doğru olur...

...zira o kadar aşikarlar ki.

Evet bu oldukça önemlidir.

Yazdıklarımda bir inanç unsuru yoktur. Dolayısı ile yazdıklarım inanç kertesinde ele alınırsa, objektif bir yaklaşım olmamış olur diye düşünüyorum.

Taaaa 1907 den 1920 lerin haritasını çizmek.

:)

Eğlenceli.

Şu haritayı bir görseydik.

Bu teraneye bakıp:

Atatürk kahindir...

Atatürk bugüne bakıp geleceği tahmin edebilecek biridir...

Atatürk araştırarak durum değerlendirmesi yapabilmektedir...

Atatürk doğa üstü güçlere sahiptir...

Her kafadan bir ses çıkmakta.

Dedik ya içi boş bir milletin eline ne verirsen ver alır gözüne sokar.

Bunların eline cumhuriyeti versen ne oluuuuur vermesen ne olur.

ATATÜRK GELECEĞİ Mİ GÖRÜYORDU?

Atatürk’ün yaşamında “geleceği görme” gücünün kanıtları bulunmaktadır.En basit örnek Kurtuluş Savaşı’nda görülmüştür zaten. Örneğin Muhiddin Arabi’nin gelecekle ilgili yazdığı kitabında,büyük ihtimalle Atatürk’ü kastettiği anlaşılmaktadır:

“Devleti Aliyye yıkılacak.Batıdan uzun boylu,mavi gözlü bir adam gelecek.

Baktığı zaman karşısındaki insanı eritecek.Serbest Fırka kuracak.

Adına da Serbest Cumhuriyet denilecek.

Dünyaya milletini tanıtacak ve 15 sene hükümdarlık sürecek”

ESRARENGİZ HİNTLİ MİHRACE.

Hediye ettiği bir seccade var.

Seccadenin üzerindeki desende,bir şamdanın asılı olduğu bir düz kemeri;her iki yanında birer güvercini bulunan,beş kubbeli bir diğer kemerin çevrildiği görülüyordu.Bordür motifi,fillerden oluşuyordu. Desenin en ilginç unsuru ise,her iki kemerin arasındaki,dal kıvrımı ve gül motifleriyle süslü boşlukta yer alan romen rakamlı bir saat kadranıydı: Bu saat 09.08’i gösteriyordu. Seccade halen Perapalas’da bulunmaktadır.

BULGAR IVAN MANELOF’A SÖYLEDİĞİ KEHANETLER

“Bir gün gelecek,ben,hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkilapları başaracağım.Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. Düşündüklerim demogoji mahsülü değildir.Bu millet gerçeği görünce arkasından yürür.Saltanat ortadan kalkacaktır.Devlet mütecanis(tek çeşit) bir unsura dayanamayacaktır.Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacaktır.Batı medeniyetine döneceğiz.Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı atarak,Latin kökünden alfabe seçilecektir.Kadın ve erkek arasındaki farklar kalkacaktır.Emin olunuz ki hepsi bir bir olacaktır…”

...internette dolanınız.

Buna benzer zirilyon tane zırva bulabilirsiniz.

Yukarıda da belirtmeye çalıştığım üzere Atatürk ulaşılamaz, kutsal bir kerteye konmuştur. Bu da ayakları ne kadar yere basmayan zihniyet var ise bu benzerleri gibilerine uçsuz bucaksız bir alan bırakmıştır.

Atanlar, tutanlar, doğa üstü görenler, imkansızlıklar yaratanlar ve yazanlar, mucizeler icat edenler. İşte bunlardır Atatürk ü tanımaya engel olan unsurlar. Atatürk ü tanımak ile kabullenmenin farkı burada başlar işte.

Dogmanın, insanlık öğretisini nasıl da tahrip edebileceğinin göstergesidir bu kafaların içindekiler.

Hemen yukarıdakini yazan msgkb isimli katılımcının yazdıkları da bu kafalara en güzel örnektir.

Atatürk ü koyduğumuz yer, mesela: yüceleştirilmiştir diyor arkadaş...

...meczuba, müptezele, atana, tutana...

...kısacası skolastik öğretinin kucağında kıvrandığının farkında dahi olmayan zavallılara...

...gün doğmuştur.

Yukarıdaki yazılarda msgkb gibilerinin...yani dogmatik bakış açılı beyinlerin...nasıl oluşturulduğuna dair gerekçeler kanıtları ile fazlasıyla ortaya konulmuştur.

***

Demem şu ki, Atatürk 2010 yılının msgkb gibilerinin varlık göstereceğini, 1931 yılında yani 80 sene önce görmüştür...

...öngördükleri de gerçekleşmiştir.

10 sene öncesinden haritayı görmüş çok mu?

:)))))

tarihinde hubbez tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...