Jump to content

Organ ve Dokular Nasıl Ortaya Çıktılar?


Recommended Posts

Biyolojide dünyada yaşayan bütün canlıların bundan yaklaşık 3,5-3,8 milyar yıl önce yaşamış bir canlıdan evrildiği görüşü ile ilgili bir hipotez vardır.

Bu hipotezi reddetmek çok zordur. Çünkü bütün canlıların paylaştığı bazı özelliklerin olduğunu çok iyi biliyoruz.

Bu canlı için The Last Common Ancestor (LUCA) deyimi kullanılmaktadır.

Ben onu Türkçeye şöyle çevirdim. En Son Evrensel Ortak Ata..... (ESEOA).

Bu okyanuslarda bir koloni oluşturup yaşayan, son yıllarda oldukça sofistike bir yapıya sahip olduğuna inanılan, tek hücreli bir canlıdır.

Koloniler ve bireyler arasında rekabet yoktur. İşbirliği vardır. Horizantal gen alış verişi vardır. Yani koloniyi oluşturan bireyler arasında gen alış-verişi vardır.

Bir hipoteze göre bugün var olan üç canlı türü ESEOA'dan evrilmişlerdir. Onlar bakteriler, archea'lar ve ökaryotlardır.

Ökaryotlardan bitkiler ve hayvanlar evrilmişlerdir. Bitki ve hayvan olarak farklılaştıktan sonra bazı temel özellikleri paylaşmaya devam etmelerine rağmen, bitkilerle hayvanlar arasındaki farklar çok belirli olmaya başlamaktadır. Koloni oluşturan ESEOA hücrelerinin nasıl hayvanlara evrildiğini kesin olarak bilmeye olanak yok. Çünkü elde fosil kayıtları şeklinde bir delil yok. Bütün bilinen çok hücreli hayvanların bundan yaklaşık bir milyar yıl önce ortaya çıkmaya başladıkları ve Kambriyen çağında aniden çoğaldıkları.

Bu atamızın nasıl evrildiğini çeşitli hipotezlerle açıklamak mümkün. Onların ayrıntılarına değinmeden olayı genel olarak kurgulayabiliriz. Hiç kuşkusuz ESEOA bir takım evrelerden geçmiş ve bu arada giderek karmaşıklaşmış bir canlıdır. Bu karmaşıklaşma süreci ilerde çeşitli doku ve organların ortaya çıkma nedenidir. Ulaştığımız bilgi düzeyinde başka türlü bir evrimi düşünmemiz mümkün değildir. Her yeni doku ve organın mevcut doku ve organlarla ve canlının tümü ile uyumlu olması koşulu vardır. Bu sine quo non koşuldur. Olmazsa olmaz bir koşuldur. Bu koşul doğal seçilim yasasına tabidir. Yeni organ ve dokuların bir anda ortaya çıkmadıklarını biliyoruz. Çünkü öyle bir evrimsel mekanizma yoktur. Evrim zaman isteyen bir süreçtir. Bugünkü bilgilerin ışığında diyebiliriz ki: çağdaş organlardan yoksun olan ilk çok hücreli canlıda ilerde doku ve organlara farklılaşacak hücrelerin mevcut embryonal hücrelerin mutasyonundan başka bir yöntemle ortaya çıkması da mümkün değildir.

Günümüzde embryolar hayvanların çoğunda blastokist döneminden geçerler. İlk hayvanların da bu dönemden geçtiklerini düşünebiliriz. Bundan emin değiliz ama hiç kuşkusuz ilk hayvanların böyle bir dönemden geçerek olgunlaşması mümkündür. Çağdaş blastokistlerdeki her hücrenin bir kök hücre olduğunu biliyoruz. İlk hayvanların da çoğalması sırasında kök hücrelerinin olduğundan ve onların canlının gelişmesinden sorumlu olduklarından eminiz. Bunlar bilimsel çıkarımlar. Aksini düşünmek çok zor ve günümüzde gereksiz.

İlk hayvan embryosunda mutasyona bağlı olarak yeni hücrelerin ortaya çıkacağından bahsettik. Yeni doku ve organların başka türlü ortaya çıkması mümkün değil. Onların mevcut canlının hücrelerinin bazılarının değişmesi ile ortaya çıkmaktan başka şansları yok. Ortaya çıkan yeni hücrelerin mevcut hücrelerle uyumlu olması da gerekiyor. Ama başlangıç döneminde bir işlevleri olduğunu ileri sürmek mümkün değil. Yine de onların zamanla farklılaşıp bazı işlevler üstlendiklerini düşünmek yanlış olmaz. Örneğin ilerde böbreğe farklılaşacak hücreler, ilk dönemlerinde ilerde böbrek işlevi yapmak üzere ortaya çıkmamışlardır. Onların ilerde böbreğe farklılaşmak için ortaya çıktıklarını ileri sürmek mümkün değil. Ama binlerce nesil sonra onların canlıda böbrek işlevi üstlenmeleri mümkün.

Her yeni farklı doku ve hücre kümesi, mevcut hücrelerle uyumlu olmak zorundadır demiştik. Bunun da doğal seçilim olduğunu vurgulamıştık. Doğal seçilim, her yeni hücre ve dokuyu, mevcut hücre ve dokularla uyum içinde olmaya zorlayan bir yasadır. Bu bağlamda doğal seçilim olmadan evrim olmaz diyebiliriz. İlk hayvanların iç organizasyonunun karmaşıklaşmasından sorumlu en belirli evrimsel mekanizma doğal seçilimdir. Mevcut kök hücrelerinden birinde gelişen bir mutasyon, yeni bir kök hücresinin ortaya çıkmasından sorumlu olacak ve canlı zamanla diğer organ ve dokuların katılması ile karmaşıklaşacaktır. Bu mutasyon doğal seçilimle seçilecek veya seçilmeyecektir. Her iki durumda da mutasyon doğal seçilime maruz kalacaktır.

Konuyu tartışmaya devam edeceğiz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Haci, çok hücreli yaşama geçiş konusunda ilgini çekebileceğini düşündüğüm bir video izledim. Canlıları evrimsel süreçte birden fazla hücreden oluşan koloniler halinde yaşamaya iten mekanizmaya dair bir buluş var.

Senin de söylediğin gibi canlılar bakteriler, arkealar ve ökaryotlar olarak ayrılıyor. Fungi, bitki, hayvan ve protistalar ökaryotik iken; bakteriler ve daha ilkel yapılı arkealar prokaryot.

Bilindiği gibi tam anlamıyla çok hücrelilik sayılmasa da bakterilerin de bazı türlerinin hücreleri birbirine yapışık koloniler kurduğunu biliyoruz. Yapışık duran bakteri kolonileri olan stromatolitler gibi.

Kısacası hem prokaryotların hem de ökaryotların bazı türlerinin hücrelerinin yapışık durma eğilimi var. Bakteri kolonileri çok hücreli yaşamın aksine farklı işlevlere özelleşmiş dokular içermiyor.

Yıllar önce algler üzerinde yapılan bir deney evrimi inkar edilemez bir gerçek haline getirmiş. 70 lerden, 90lara kadar bir akvaryumda avcı türlerle bekleyilen koloni kurmayan algler tutulmuş.

Deney canlıları tek başına değil de koloni halinde yaşamaya iten ve kolonideki hücrelerin belirli bir hücre sayısını aşınca neden birbirinden ayrılarak yeni koloniler kurduğuna dair soruları cevaplamış.

Deneyin başında avcılar(bunlar da tek hücreli) yokmuş. Besiyerinde algeler hızla üremiş. Daha sonra avcılar eklenmiş. Alglerin sayısı hızla düşmüş. Algelerin sayısı düşünce avcılar da düşmüş falan tipik av-avcı ilişkisi grafiği yani.

20 yıl sonra bir bakılmış ki normalde koloni kurmayan algler artık 10-20 hücreli koloniler halinde yaşıyormuş. Sonradan sebebin doğal seleksiyon olduğu anlaşılmış.

Avcılar kendilerinden küçük tek hücreli serbest algleri yiyormuş, tek hücre halinde yapışık duranlar ise büyük olduklarından dolayı yenmekten kurtuluyormuş, elenmeden başarıyla geçmişler.

Bakterilerde spontan mutasyonlar sık olur. Bu spontan mutasyonlardan bazıları hücrelerin yapışık kalmasına neden olur. Avcılara karşı avantaj sağlayan bu mutasyona sahip olanlar hayatta kalınca çok hücreli alg oluşmuş.

Bir önemli ayrıntı daha var. Deney dikkatle incelendiğinde görülmüş ki kolonilerdeki alglerin sayısı 20 civarının üzerine çıkamıyor.Bilimadamları bunu yapışık durmanın yüzey alanını düşürmesine ve dezavantaj sağlamasına yoruyor.

Bu deneyi neden anlatıyorum çünkü bağımsız hücrelilikten, koloni yaşamına geçmeye sebep olan olay kesin olarak gözlemlendi ve evrim %100 kesin olarak ispatlandı.

Koloni yaşamında hücre sayısını sınırlayan etmen kısacası yüzey alanının azalması. Bu sebepten dolayı her seferinde bazı hücreler koloniden ayrılıp yeni koloniler kuruyor.

İşte bazı yorumlara göre koloniden ayrılan birkaç hücrenin yeni koloni kurması olayı üremenin temeli. Koloniler sınırsız büyüyemediğinden dolayı yeni hücrelerin atılıp yeni koloni kurmak zorunda bırakılması gerekiyor.

Yeni bir koloni kurması için ana koloniden kopan her hücre yeni bir koloni kurma potansiyeline sahip. İşte bunlar da kimi görüşlere göre günümüzn üreme hücrelerine karşılık.

Gerçekten de ana canlılardan atılan iki gametin füzyonundan oluşan her zigot bir totipotent kök hücre olarak bölünmek suretiyle yeni bir canlı oluşturabiliyor.

Koloniden farklı olarak çok hücreli yaşamda doku ve organ özelleşmesi var. Bunun da temeli üremeye dayanıyor olabilir. Yani yeni bir koloni kurması için atılacak hücreleri seçen özelleşmiş bir üreme bölgesi.

tarihinde freand tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Onların mevcut canlının hücrelerinin bazılarının değişmesi ile ortaya çıkmaktan başka şansları yok..........

Bu anlattıklarını konuyu bilmeyen biri gözüyle okuduğumuzda şöyle anlaşılıyor. Sanki bir canlı içersindeki bir grup hücre mutasyona uğruyor ve bu mutasyona uğrayan grubun canlının diğer mutasyona uğramayan hücreleri ile uyumlu olması gerekir gibi anlaşılıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 month later...

Sistem ve organların evrimine dair yayımlanmış en geniş kapsamlı ve açıklayacı Türkçe makalelerin linkini veriyorum. Bu site Türkiye'deki en kaliteli evrim sitesidir. Mutlaka okuyun.

Dolaşım sisteminin evrimi: https://www.facebook.com/note.php?note_id=248565555201527

Sindirim sisteminin evrimi ve bilateral simetrili hayvanların ortaya çıkışı: https://www.facebook.com/note.php?note_id=171696736221743

tarihinde TheQuestioningman tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Sistem ve organların evrimine dair yayımlanmış en geniş kapsamlı ve açıklayacı Türkçe makalelerin linkini veriyorum. Bu site Türkiye'deki en kaliteli evrim sitesidir. Mutlaka okuyun.

Dolaşım sisteminin evrimi: https://www.facebook.com/note.php?note_id=248565555201527

Sindirim sisteminin evrimi ve bilateral simetrili hayvanların ortaya çıkışı: https://www.facebook.com/note.php?note_id=171696736221743

Bu açıklamalar oldukça güzel, hatta bir dereceye kadar bilimsel bile olsalar da, sorunun cevabı değiller.

Organların nasıl ortaya çıktığı bir hipoteizdir. Teori bile değildir ve neden ve nasıl var oldukları bilinmemektedir.

Biz bu sistemlerin işlevlerinin ne olduğu sorusuna cevap aramıyoruz.

Onların ne olduğunu çok iyi biliyoruz.

Biz onların nasıl ve neden ortaya çıktıkları sorusuna yanıt arıyoruz.

Bu açıklamalar o soruyu yanıtlamıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 6 months later...

Bu açıklamalar oldukça güzel, hatta bir dereceye kadar bilimsel bile olsalar da, sorunun cevabı değiller.

Organların nasıl ortaya çıktığı bir hipoteizdir. Teori bile değildir ve neden ve nasıl var oldukları bilinmemektedir.

Biz bu sistemlerin işlevlerinin ne olduğu sorusuna cevap aramıyoruz.

Onların ne olduğunu çok iyi biliyoruz.

Biz onların nasıl ve neden ortaya çıktıkları sorusuna yanıt arıyoruz.

Bu açıklamalar o soruyu yanıtlamıyor.

Ben de arıyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 1 month later...

Bu tartışmalarda organların ve dokuların nasıl ortaya çıktığı sorularına yanıtlar arıyoruz.

Bu evrimsel bir süreçtir. Kalp, karaciğer, mide ve bağırsaklar, böbrekler ve diğerleri neden vardırlar ve nasıl ortaya çıkmışlardır.

İlginç olarak bunlar ve diğerleri böcekler dahil, bütün hayvanlarda vardırlar.

Çok hücreli olup da bu organlardan bir kısmını içermeyen bir hayvan yoktur.

Bitkilerde bu organlar yoktur. Onlardaki organlar farklıdır ve ben onlarla ilgilenmiyorum.

Bütün hayvanlarda benzer doku ve organlar var olduğuna göre, hepsinin ortak bir atadan evrilmesi zorunluğu tartışma götürmez.

Bu ortak atadan ayrıldıktan sonra hayvanlarda farklı vücut yapılarının ortaya çıkmış olmasına rağmen, organ ve dokular şeklinde bazı benzerlikler günümüze kadar devam etmiştir.

Her hayvanda her organ yoktur ama bazıları, örneğin kalp, vardır.

Bütün bunlardan nasıl bir anlam çıkarabiliriz?

Belki de bütün canlıların ortak atası sanıldığından daha yakın bir zamana kadar yaşamış ve çok sonraları evrimleşmiştir?

Bu zamanın bundan bir milyar yıl önce olması bile mümkündür.

2,5-3 milyar yıl tek hücreli olarak varlığını sürdüren canlılık, son bir milyar yıl içinde çok hücreli olmuş ve canlılar dünyanın her köşesine yayılmışlardır.

Ama neden?

Bu soruların yanıtını merak etmiyor musunuz?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Deniz anasının kalbi olmadığı söyleniyor.

Çok ilkel bazı hayvanlarda her organ ve doku yok. Ve kalp de yok.

Bazılarında hemen hiçbiri yok.

Medusalarda ve süngerlerde olduğu gibi.

Ama kalbin ve diğer hayvanlarda olmayan organların yerini alan bazı niteliklere sahip bu hayvanlar.

Onlarda bizim anladığımız anlamda bir kalp yok ama, diğer hayvanlarda kalbe evrilen genetik bir yapı ve hücreler var.

Kalbin veya kalp yerini alan bir sistemin olmaması mümkün değil. Çünkü hücre sayısı çoğalınca onları beslemek ve bakımlarını yapmak dolaşım sisteminin işlevlerinin başında geliyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yukarda aşağıdaki soruyu sorduk.

Belki de bütün canlıların ortak atası sanıldığından daha yakın bir zamana kadar yaşamış ve çok sonraları evrimleşmiştir?

Bu zamanın bundan bir milyar yıl önce olması bile mümkündür.

2,5-3 milyar yıl tek hücreli olarak varlığını sürdüren canlılık, son bir milyar yıl içinde çok hücreli olmuş ve canlılar dünyanın her köşesine yayılmışlardır.

Ama neden?

Bu sorunun ilginç bir cevabı var. Hem ilginç, hem de canlıların birbirlerine neden çok benzediklerine ışık tutan bir cevabı var.

Bu cevap ayrıca bütün canlıların ortak bir atadan çıktığının da kanıtıdır.

Ve daha da ilginç olarak bu ortak atanın nisbeten yakın zamanlara kadar varlığını sürdürmüş olması gerekiyor. O zaman bundan yaklaşık bir milyar yıl öncedir.

Daha da ilginci belki de öyle bir ortak ata hala aramızda yaşamaktadır. Çünkü evrim vertikal değil, lateral bir süreçtir.

LUCA olarak bilinen bu ortak ata varlığını yaklaşık 2 milyar yıl sürdürebilmiştir. Bu süre içinde yeni genetik materyel kazanarak evrilmiştir.

LUCA'dan üç farklı hücre evrilmiştir. Onlar bakteriler, archea lar ve ökaryotlardır.

Bu hücrelerin LUCA'dan evrildiklerinden neden eminiz?

Çünkü bu hücrelerin genlerinin çoğu ortaktır. Yani bu hücreler aynı atadan çıkmışlardır.

Yaşamı boyunca LUCA'nın genleri mutasyonlar ve diğer mekanizmalarla giderek çoğalmış olmalıdır. Bu bir zorunluktur.

LUCA'nin genetik yapısı belli bir sofistikasyona ulaştıktan sonra, ondan bakteriler, archea lar ve ökaryotlar evrilmişlerdir.

Daha sonra, yaklaşık bir milyar yıl kadar önce, ökaryotlar da bitkilere ve hayvanlara evrilmişlerdir.

Biz varlığımızı hayvanlara evrilen ökaryotlara borçluyuz.

Yaşam yaklaşık 3,5 milyar yıl tek hücreli olarak kalmıştır.

Son bir milyar yıl içinde ortaya çıkan çok hücreli canlılar, son 500 milyon yıl içinde hızla evrimleşerek çoğalmışlar, Kambriyen döneminde 30'un üstünde filumun ortaya çıkmasını sağlamışlardır.

Filumlar arasındaki farkın önemi evrimleşmenin yalnız filumun izin verdiği vücut yapılarına evrilmesinin mümkün olmasıdır. Yani böcekseniz, böcek olarak kalmak ve böcek vüdut planının izin verdiği kadar evrilmek zorundasınız. Yani böcekseniz bir kurbağaya evrilemeyeceksiniz.

Bütün canlılar arasındaki büyük farklara rağmen genetik benzerlikler, onların ortak bir atadan evrimleştiğinin en kesin delilidir.

Evrim için başka delil aramaya bile gerek yoktur.

Yaşamın 3,5 milyar yıl tek hücreli kalmasının nedeni, çok hücreli yaşam için gerekli genetik malzemenin henüz hazır olmamasıdır.

Yaşam çok hücreli döneme geçebilmek için 3,5 milyar yıl beklemiştir.

Bu süre içinde genler sürekli olarak mutasyona uğramışlar, çoğalmışlar ve birikmişlerdir.

Onların çoğuna LUCA'nın ihtiyacı yoktur ve onları hamal gibi taşımaya devam etmiştir.

Aslında bu hamallığı bugün bütün canlılar yapmaktadırlar. Junk DNA canlılarda bulunan işlevsel DNA'nın 10 katıdır.

Canlılarda varlıklarını sürdürmeleri için gerekli DNA'dan çok fazla DNA vardır. Bunun nedeni henüz tam olarak anlaşılmamıştır.

Organlar çok hücreli canlılarda ortaya çıkmışlardır.

Çok hücreli canlıların evrimi tedrici ve yavaş değildir. Yani önce birkaç, sonra beş on, arıdan birkaç düzüne veya birkaç yüz hücreden oluşan canlılar ortaya çıkmamışlardır.

İlk çok hücreli canlıda hücre sayısı binin üstündedir. O sayının altında bazı koloniler vardır ama onlar için çok hücreli denmez. Çok hücrelilerde genetik materyel aynıdır.

Koloni oluşturan hücrelerde genetik materyel aynı değildir.

Evrim nedense her seferinde bu tür sıçramalar yapmaktadır. Fosil kayıtlarında ara geçiş şekiller yoktur. Ona punctuated equilibrium konusun işlerken değineceğiz.

Çok hücreli canlılarda organlar nasıl evrilmişlerdir?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çok hücreli canlılarda hücre sayısı çoğaldıkça, onların bir arada tutulması giderek zorlaşacak ve bazı hücreler giderek karmaşıklaşan canlının bütünlüğünü koruyacak farklı işlevler üstlenmeye başlayacaklardır

Bu demektir ki evrim bu şekilde davranan çok hücreli canlıları yeğleyecektir.

Aslında çevre ve diğer koşullar ortaya çıkmakta olan çok hücreli canlıları bu şekilde davranmaya zorlamamaktadırlar.

Koşullar bu şekilde davranan, yani bir araya geldikten sonra görev bölümü yapan çok hücreli canlıları yeğlemektedir.

Eğer tümünün varlığı için aralarında iş birliği yapan hücrelerden oluşan böyle canlılar ortaya çıkarsa, varlıklarını sürdürecekler ve evrilmeye devam edeceklerdir.

Yok eğer böyle canlılar ortaya çıkmazsa evrim o aşamada duracak ve ilerlemeyecektir.

Çok hücreli yaşamın böyle bir zorunluğu vardır. Çok hücreli canlılar mutlaka farklı doku ve organlardan oluşmak zorundadırlar.

İlk çok hücreli canlı yaklaşık bir milyar yıl önce ortaya çıkmştır.

Önceleri hücreler arasındaki ilişkilerin minumum bir düzeyde tutulmuş olması yeterlidir. Hücre sayısı arttıkça spesifik işlevlere özelleşen hücrelerin sayısı ve işlevler de artmak zorundadır.

Zamanla beyin ve sinir sistemi, kalp, damarlar, solungaçlar, mide ve bağırsaklar, böbrekler ve üreme organları ve diğerleri evrilmiş olmalıdır.

Soru şu:

En ilkel hayvanlarda bu organ ve dokular nasıl evrilmişlerdir?

Bu evrilme muhtemelen henüz filumlar ortaya çıkmadan önce başlamış olmalıdır.

Yani Kambriyon çağından önce başlamış olmalıdır.

O aşama hakkında hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Çünkü yumuşak dokular son derece ender olarak fosilleşmektedirler.

Ama bu bizim mantıklı ve bilimsel bazı çıkarımlar yapmamızı önlememelidir.

Bu konu üzerinde durmamın ilginç bir nedeni vardır. Onu daha sonra yazacağım.

Önce yeni organ ve dokuların nasıl ortaya çıktıklarını açıklamaya çalışalım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bütün hayvanlarda organların çoğu, biraz farklı olsalar bile, ortaktır ama bazıları o hayvan türüne özgündür.

Arada bir yeni organlar sürekli olarak ortaya çıkarlar, evrilirler ve zamanla kaybolurlar. Kaybolmaları şart değil ama yeni türlerde devam etmeyebilirler

Yalnız insanlara özgün organ ve dokular da vardır. En iyi bilinen apendis (appendix) dir..

Ayrıca insan vücudunda damarların etrafında yer alan ve işlevleri hala iyi bilinmeyen kemoreseptörler vardır. Başka hayanlarda onlar farklı yerlerde olabilir.

Ayrıca bazı hayvanlara özgü endokrin bezler vardır.

İlerde yeni organ ve dokuların gelişmemesi için bir neden yoktur.

Yani yeni doku ve organların ortaya çıkmaları ile ilgili sorunlar yalnız geçmişte değil, günümüzde de devam etmektedir.

Bu organlar nasıl orta çıkmaktadırlar.

Yeni türler ortaya çıkarken yeni organlar ve dokular da ortaya çıkmak zorundadırlar.

Bu organların çoğu mevcut organları şifreleyen genlerin evrilmesi ile ortaya çıkarlar. Yani nedenleri mutasyonlar, duplikasyonlar ve diğer genetik değişikliklerdir.

Ortaya çıkan her yeni organ içinde ortaya çıktığı canlının bütün organları ile uyumlu olmak zorundadır.

Eğer yeni organ eskiden mevcut organlarla uyum oluşturamazsa evrilemez ve gelişemez.

Mutasyonların rastgele oldukları düşünülürse, yeni organların vücut tarafından kabul edilebilmesi için, doğal seçilim yasasının devreye girmesinin gerektiğini görürsünüz.

Başka bir deyişle:

Türleşme gerçekleşirken ortaya çıkan yeni organ ve dokular da doğal seçilim yasasına tabidirler.

Bundan çıkan sonuç şu:

Çok hücreli her canlı aslında minyatür bir eko sistemidir.

Bu sistem jeolojik eko sistemlerinin canlının vücudunda devamından başka birşey değildir.

Bu eko sisteminde yalnız yeni ve eski doku ve organlar yoktur.

Aynı zamanda diğer canlı türleri ve organizmalar da vardır.

İnsan vücudunda trilyonlarca bakteri, mantar ve virus vardır. Normalde deride yaşayan parazitler vardır.

Bazıları orifisleri tutarak vücuda zararlı patojenlerin girmesini önlerler.

Yani mevcut eko sistemini onlar idame ettirirler.

Bu eko sisteminin bozulması çoğu kere canlının (insanın) hastalanıp ölmesi demektir.

Bu iç eko sistemini olumsuz olarak etkileyen çok sayıda etmen vardır.

Onları biz hastalık olarak biliyoruz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 2 months later...

http://www.evrensel.net/news.php?id=44342

Bilim insanları embriyonik katmanların, organların ve dokuların ortaya çıkışını çok uzun yıllardır çalışmaktadır. Bu çalışmalar sonucu bu katmanların nasıl ortaya çıktığını ve nasıl farklı organlara dönüştüğünü kabaca bilsek de, parçadan bütüne giden yol uzun ve meşakkatli. Çünkü hücre ve organizma dinamik yapılardır ve burada gerçekleşen moleküler seviyedeki olaylar birbiri ile bağlantılıdır ve hücre içinde pek çok farklı protein ve bunların oluşturduğu farklı sinyal iletim yolakları bulunmaktadır. Bu yolaklar ve onları oluşturan proteinler hücrenin işleyişini sağlamaktadır. Bugün bu yolakların pek çoğunu biliyoruz. Buna ek olarak bu yolaklarda meydana gelecek değişikliklerin, olumsuzlukların hücrenin gelişiminde nelere yol açabileceğini de ana hatlarıyla biliyoruz. Embriyonik gelişimde hem bu yolakların hem de çevresel sinyallerin rol oynadığını da biliyoruz. Embriyonik gelişim, pek çok farklı etmenin bir orkestra düzeninde çalışması ile ortaya çıkan bir hücresel süreçtir. Gelişimsel biyologlar ve hücre biyologları bu orkestranın zamansal ve mekansal olarak nasıl çalıştığını araştırmakta ve hücrenin bir organizmaya dönüşümünün arkasındaki moleküler izleri keşfetmeye çalışmaktadır. Bu aşamadaki ilk olaylardan biri hücrelerin üç farklı embriyonik katmanı oluşturmasıdır. Bu katmanlar ektoderm, mezoderm ve endodermdir. Bu üç katman organizmanın farklı doku ve organlarına dönüşecek hücreleri içerir.

Bu üç dokunun oluşumuna yol açan etmenler arasına geçtiğimiz ay bir yenisi eklendi. ABD’deki Sanford Children’s Health Research Center’da yer alan Sanford-Burnham’s Muscle Development and Regeneration Programının yöneticisi olan Prof. Dr.Mark Mercola ve ekibinin çalışması gelişim sırasında bu dokuların oluşumunda mikroRNA adı verilen bir RNA çeşidinin önemli bir rol oynadığını gösterdi. MikroRNA’lar kendileri bir protein kodlamayan, küçük genetik parçacıklardır. Genomlarımızda genleri ve dolayısıyla onların ürünleri olan proteinleri kodlayan “anlamlı” bölgelerin yanı sıra bilim insanlarının “çöp” adını verdikleri DNA dizileri de bulunmaktadır. “Çöp” ismi bu bölgelerin önemi henüz bilinmezken DNA’nın santral dogması bilim dünyasında hakimken verilmişti. Bugün bu bölgelerin işlevini tam olarak bilemesek de hücre içinde pekçok önemli süreçte yeraldıklarını düşünüyoruz. MikroRNA’lar işte bu “çöp” bölgelerde yeralmaktadır. MikroRNA’lar bir proteini kodlamasalar da, bazı proteinleri kodlayan mesajcı RNA’lara bağlanarak onların kodladığı proteinlerin üretimlerini engellemektedir.

Bu şekilde mikroRNA’lar hücre içinde belirli bir zamanda hangi proteinin üretilip hangisinin üretilmeyeceğine bir bakıma karar vermektedir. Bu süreç o proteinlerin yer aldığı sinyal yolaklarını da doğal olarak etkilemekte ve bütün bir hücrenin gelişimsel “kader”i böylece kontrol edilmektedir. Mercola ve ekibi insan genomundaki mikroRNA’ları tarayarak bunların embriyonik kök hücrelerden mezoderm ve ektoderm oluşturma yeteneklerini sınayarak, let-7 ve miR-18 adlı iki mikroRNA ailesinin endoderm oluşumunu engellerken ectoderm ve mesoderm oluşumunu kolaylaştırdığını gösterdi. Bu bulgu oldukça önemli çünkü embriyonik gelişimi ve organların ve dokuların gelişimini sağlayan faktörleri tam olarak anlayabilmemiz kök hücre çalışmalarında büyük bir sıçrama yaratacaktır.

haci bu yazıdan anladığım kadarıyla hurda DNA yokmuş, bilim Hurda dediği DNA nın ne işe yaradığını yeni yeni keşfetmeye başlıyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Hurda DNA var. Ancak bunların sayısı ne kadardır bu bilnmiyordu. Bu sene bu miktar daha net ortaya çıkarıldı. GENOM projesinin bir devamı sayılabilecek bir proje, yazın sonralarına doğru bitirildi. Amacı insan genlerinin ne işe yaradığını ayrıntısı ile ortaya çıkarmaktı. Bu yeni projenin adı ENCODE idi.

ENCODE ile junk DNA sayısının daha düşük olduğu ortaya çıktı ancak gene de hurda DNA nın var olduğunu biliyoruz. Hurda DNA zaten olmalıdır. HEr mutasyon zararlı ya da yararlı olacak diye bir kaide yok. Bir kısmı inerttir. CAnlıyı etkilemez.

Ben bu junk DNA dizilimini GENOME projesinin bittiği yıllarda kromozomları indirirken görmüştüm. Genomun herhangi bir yerinde aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa diye arattığınız zaman mutlaka bir sonuç buluyorsunuz. işte bu bir hurda DNA dır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

MikroRNA’lar kendileri bir protein kodlamayan, küçük genetik parçacıklardır. Genomlarımızda genleri ve dolayısıyla onların ürünleri olan proteinleri kodlayan “anlamlı” bölgelerin yanı sıra bilim insanlarının “çöp” adını verdikleri DNA dizileri de bulunmaktadır. “Çöp” ismi bu bölgelerin önemi henüz bilinmezken DNA’nın santral dogması bilim dünyasında hakimken verilmişti. Bugün bu bölgelerin işlevini tam olarak bilemesek de hücre içinde pekçok önemli süreçte yeraldıklarını düşünüyoruz. MikroRNA’lar işte bu “çöp” bölgelerde yeralmaktadır. MikroRNA’lar bir proteini kodlamasalar da, bazı proteinleri kodlayan mesajcı RNA’lara bağlanarak onların kodladığı proteinlerin üretimlerini engellemektedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

MikroRNA’lar kendileri bir protein kodlamayan, küçük genetik parçacıklardır. Genomlarımızda genleri ve dolayısıyla onların ürünleri olan proteinleri kodlayan “anlamlı” bölgelerin yanı sıra bilim insanlarının “çöp” adını verdikleri DNA dizileri de bulunmaktadır. “Çöp” ismi bu bölgelerin önemi henüz bilinmezken DNA’nın santral dogması bilim dünyasında hakimken verilmişti. Bugün bu bölgelerin işlevini tam olarak bilemesek de hücre içinde pekçok önemli süreçte yeraldıklarını düşünüyoruz. MikroRNA’lar işte bu “çöp” bölgelerde yeralmaktadır. MikroRNA’lar bir proteini kodlamasalar da, bazı proteinleri kodlayan mesajcı RNA’lara bağlanarak onların kodladığı proteinlerin üretimlerini engellemektedir.

Çöp bölge diye birşey yoktur. Ayağınla basarsın kafanı taşırsın aradaki organlara çöp diyebilirmisin? Herşey birbirine bağlıdır. Birebir gen kodu olmayan bölgelere çöp denilmesi yanlış.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...