Jump to content

Neden din/mistisizm


Recommended Posts

Çünkü insan doğarken sevgi, adalet ve birlik duygusuyla birlikte doğar.

Ve kendini tam tersi bir dünyada bulur: Sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık dünyasında.

İçimizden bir grup, çoğunluğun haklı olduğuna karar verir, iç dünyasını iç dünyasına gömer, çoğunluğa katılır.

Sevgisiz, adaletsiz, ayrı olduğundan değil... bunlara karşı kendini savunmak, bunlardan zarar görmemek adına.

Bunlardan bir grup, o çoğunluk olduğunu farkeder. Sevgisizliğe, adeletsizliğe, ayrlığa karşın kendini savunurken, onların kendisi haline geldiğini, onlar olduğunu. Hem kendisiyle hem çoğunlukla mücadeleye girer. Kendini arayış, işte bu meydan okumayla başlar. Kendini henüz bulmadığından, meydan okuduğunun kendisi olduğunu bilmez de, başkalarına, çoğunluğa, topluma meydan okuduğunu sanır. Hep kızgındır, hep eleştirir, yargılar, yerden yere vurur. Çünkü neyi iste-me-diğini artık bilmektedir... sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık.

Bunlardan bir grup sorar: Peki istediğim ne? Doğarken birlikte doğduğum, başlangıçtan itibaren benimle olan sevgi, adalet, birlik duygusu ne? Hayata nasıl geçer? Sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık dünyasında, tam tersi bir duruşta nasıl var olabilirim?

50.000 yıl önce atalar, bu soruları sordular.

50.000 yıldır her kuşak soruyor.

50.000 yıl sonra biz de aynı seçenekleri sorguluyoruz:

- Negativiteye teslim olarak negativite olmak

- Negativiteye negativite ile meydan okuyarak negativite olmak

- Veya sadece "olan"ı olmak... sevgi, adalet, birlik.

Üçüncü şıkka yönelenler, bilgi için etrafa bakındıklarında 3 kaynak görürler:

- Çocuk masalları. Çocuklar, negativiteyle henüz yüzleşmediklerinden, halen oldukları haldedirler. O yüzden onlara yazılan kitaplar, "olan"ı korkusuzca betimleyebilir.

- Şiir: Şiir içdünyaya, özlemlere hitap eden, gerçeklikten kopuk, hayatı bağlamayan duygusal söz dizileri olarak tasavvur edilir. Böylece şiir, "olan"dan bahsedebildiği kısmi bir saha elde etmiştir.

- Din/mistisizm: "Olan"dan sınırsızca bahsetme özgürlüğüne sahip tek saha. Bilim ve felsefenin tersine, gözlemlenebilir, ölçülebilir ve tekrarlanabilir kanıtlar sunmak zorunda değil. Savın kendisi, Tanrı, cennet, melek gibi kanıtsızlıklar üzerinden başlar. Kanıt mecburiyeti kalkınca, din/mistisizm "olan" hakkında sınırsızca konuşur. 50.000 yıldır sorulan tüm sorular için yapılan tüm gözlemlerden, ölçümlerden, tekrarlardan elde edilen, biriktirilen tüm cevapları verir. Deneyimlemeden gelen bu bilgilere dayanarak, insan algı ve davranışlarını değiştirebilir ve değiştirir, "olan"a uyumlar, "olan"ı serbest bırakır.

Önceki kuşaklarda sevgi, adalet ve birliğe "teslim olmuş" bireylere işaret eder, onları bir seçenek olarak sunar. Onların sesleri kalbimizde yankı bulduğunda, kendi kalbimizi duymaya başlarız. Duydukça kendi sevgi, adalet ve birlik duygumuzu tanımaya, güvenmeye ve rehber edinmeye başlarız. Gönül kapıları açılır, orada bulduğumuz hazineler, tersine dünyada uğrayacağımız kayıpları ödemeye de yeter, daha güzele olan sonsuz yolculuğu finanse etmeye de.

Din/mistisizm işte bu sebeple bir çekim merkezi olarak kalmaya devam ediyor.

Bİlim/teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, kalmaya da devam edecek.

Çünkü içdünyasındaki gerçekliği sezmeye başlayanlara rehberlik edebilecek başka birşey icat edilmedi.

İnsanlara "sevgi, adalet ve birliğe inanın, çünkü onlar sizsiniz" diyebilecek başka birşey yok.

.

tarihinde ozkanates tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 80
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Modest

adem , beşer , insan bu kavramların iyi anlaşılması gerekir. Doğan beşer belli ihtiyaçlarını karşılamış olarak dünya ya gelir sadece bunları uygulamaya geçirmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyar bu zamanı çocukluk evresi ile tamamlar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Çünkü insan doğarken sevgi, adalet ve birlik duygusuyla birlikte doğar.

Ve kendini tam tersi bir dünyada bulur: Sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık dünyasında.

İçimizden bir grup, çoğunluğun haklı olduğuna karar verir, iç dünyasını iç dünyasına gömer, çoğunluğa katılır.

Sevgisiz, adaletsiz, ayrı olduğundan değil... bunlara karşı kendini savunmak, bunlardan zarar görmemek adına.

Bunlardan bir grup, o çoğunluk olduğunu farkeder. Sevgisizliğe, adeletsizliğe, ayrlığa karşın kendini savunurken, onların kendisi haline geldiğini, onlar olduğunu. Hem kendisiyle hem çoğunlukla mücadeleye girer. Kendini arayış, işte bu meydan okumayla başlar. Kendini henüz bulmadığından, meydan okuduğunun kendisi olduğunu bilmez de, başkalarına, çoğunluğa, topluma meydan okuduğunu sanır. Hep kızgındır, hep eleştirir, yargılar, yerden yere vurur. Çünkü neyi iste-me-diğini artık bilmektedir... sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık.

Bunlardan bir grup sorar: Peki istediğim ne? Doğarken birlikte doğduğum, başlangıçtan itibaren benimle olan sevgi, adalet, birlik duygusu ne? Hayata nasıl geçer? Sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık dünyasında, tam tersi bir duruşta nasıl var olabilirim?

50.000 yıl önce atalar, bu soruları sordular.

50.000 yıldır her kuşak soruyor.

50.000 yıl sonra biz de aynı seçenekleri sorguluyoruz:

- Negativiteye teslim olarak negativite olmak

- Negativiteye negativite ile meydan okuyarak negativite olmak

- Veya sadece "olan"ı olmak... sevgi, adalet, birlik.

Üçüncü şıkka yönelenler, bilgi için etrafa bakındıklarında 3 kaynak görürler:

- Çocuk masalları. Çocuklar, negativiteyle henüz yüzleşmediklerinden, halen oldukları haldedirler. O yüzden onlara yazılan kitaplar, "olan"ı korkusuzca betimleyebilir.

- Şiir: Şiir içdünyaya, özlemlere hitap eden, gerçeklikten kopuk, hayatı bağlamayan duygusal söz dizileri olarak tasavvur edilir. Böylece şiir, "olan"dan bahsedebildiği kısmi bir saha elde etmiştir.

- Din/mistisizm: "Olan"dan sınırsızca bahsetme özgürlüğüne sahip tek saha. Bilim ve felsefenin tersine, gözlemlenebilir, ölçülebilir ve tekrarlanabilir kanıtlar sunmak zorunda değil. Savın kendisi, Tanrı, cennet, melek gibi kanıtsızlıklar üzerinden başlar. Kanıt mecburiyeti kalkınca, din/mistisizm "olan" hakkında sınırsızca konuşur. 50.000 yıldır sorulan tüm sorular için yapılan tüm gözlemlerden, ölçümlerden, tekrarlardan elde edilen, biriktirilen tüm cevapları verir. Deneyimlemeden gelen bu bilgilere dayanarak, insan algı ve davranışlarını değiştirebilir ve değiştirir, "olan"a uyumlar, "olan"ı serbest bırakır.

Önceki kuşaklarda sevgi, adalet ve birliğe "teslim olmuş" bireylere işaret eder, onları bir seçenek olarak sunar. Onların sesleri kalbimizde yankı bulduğunda, kendi kalbimizi duymaya başlarız. Duydukça kendi sevgi, adalet ve birlik duygumuzu tanımaya, güvenmeye ve rehber edinmeye başlarız. Gönül kapıları açılır, orada bulduğumuz hazineler, tersine dünyada uğrayacağımız kayıpları ödemeye de yeter, daha güzele olan sonsuz yolculuğu finanse etmeye de.

Din/mistisizm işte bu sebeple bir çekim merkezi olarak kalmaya devam ediyor.

Bİlim/teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, kalmaya da devam edecek.

Çünkü içdünyasındaki gerçekliği sezmeye başlayanlara rehberlik edebilecek başka birşey icat edilmedi.

İnsanlara "sevgi, adalet ve birliğe inanın, çünkü onlar sizsiniz" diyebilecek başka birşey yok.

.

Güzel bir yazı. Ama kafama takılan birkaç şey var.

Sevgi-nefret algıda değil mi?

Adalet mümkün mü?

Doğa adaletli işliyor mu?

Cevap verirseniz sevinirim.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sevgi-nefret algıda değil mi?

Zihin, çok miktarda bilgi işlemek zorunda olduğundan, bu bilgileri sürekli sınıflandırır.

Şeyler, zihinde "ya şu ya bu"dur. Spiritüalizmde ise "hem şu hem bu".

Bir tv ekranı düşünelim.

Ekrandaki kişler hem var hem yok.

Onlar varlar, çünkü onları görürüz, duyarız.

Ve yoklar, çünkü birer görüntüler.

Aynı şekilde görüntülerin kendisine de hem var hem yok.

Oradaki bir görüntü değil, yanıp sönen çok sayıdaki nokta.

Algının tek tek noktaları algılayamaması, bir görüntü algısı yaratır.

Görüntüyü yaratan noktaların kendisi de hem var hem yok.

Nokta yandığında var, söndüğünde yok.

Algının yokluğu fark edememesi, bir varlık algısı yaratır.

Evreni büyük bir tv ekranı gibi tasavvur edebiliriz.

İçindeki herşey hem var hem yok.

Madde hem var hem yok. O enerjiden ibaretken,

Algının sınırlılığıyla madde olarak algılanır.

Sevgi-nefret, iyi-kötü, doğru-yanlış hem var hem yok.

Yok diyemeyiz çünkü çokluktaki hayatımız dualiteye tabi.

Var da demeyiz çünkü birer algılar.

Evren ve ruh, dualite ile işleyen tekamül yasasına tabiler.

Ben, bana yapılan kötülüğün benim algılamamdan ibaret olduğunu bilirim.

Ama tekamülüm, deneyimlemelerimle yürüyeceğinden,

İyi ile kötüyü ayırt eder ve tercihime göre bir tavır geliştiririm.

O tavır beni deneyimlere, onlar da tekamüle iletir.

Bu yüzden Sufi düşünce, aydınlanmaya değil hizmete vurgu yapar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

"Yok"u keşfettiğimizde, öbür kutba savrulma oluyor.

"Sadece var"dan "sadece yok"a.

Adalet örneğinde, adalet çoklukta her an var ve tıkır tıkır işliyor.

Ancak çokluktaki benim, neye adalet adını koyduğum,

Benim tekamüldeki noktamdan, yani algımdan ibaret.

Teklikte ise Bir'den başka birşey olmadığından,

Adalet işlemesini gerektiren bir durum da yok.

Kaldı ki, Bir'in kendisi de "hem var hem yok".

Yukarıda 3 aşamalı tv örneğinde izah etmeye çalıştığım gibi,

Herşey içiçe geçmiş var-yok katmanlarından oluşuyor.

Herşey, o an nerede durup nereye baktığımızdan ibaret.

Bunu değiştirdiğimizde var olan yok, yok olan var olur.

Çünkü onlar ne vardır ne yok, ama hem var hem yok.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Sizin algına göre adalet nedir?

"Onlar Allah'ın sözlerini az bir bedel için sattılar"

Geleneksel görüşte... Allah'ın, kendisine ihanet edenlere öfkesini anlatır.

Mistik görüşte ise... "neden bu kadar az istiyorsunuz, daha fazlasını isteyin ki vereyim"

Tekamülün ilk aşamalarında insan kendini az bilir.

Bundan dolayı ne isteyeceğini bilemez, az ister.

Kendini deneyimledikçe keşfeder, keşfettikçe ister, istedikçe alır.

Aldıkça içdünyası da dış dünyası da zenginleşir.

Eski hali artık ona kötü gelir, o hali ızdırap hali olarak algılar.

Oysa içindeyken kendini mutlu biliyordu.

Şimdi istediği de sadece şimdi kendini bildiği kadar.

Deryanın kenarında oturup da bir bardak suya sevinmek gibi.

Hepimiz cennetteyiz zaten.

Bunun farkında olmamayı, cehennem hali olarak yaşıyoruz.

"Onlar (hayır ve barış için çalışmayanlar) ateşten gömlek giyerler".

"Giyecekler" değil, "giyerler".

Yani giydiler, giyiyorlar ve giyecekler.

Ne zamana kadar?

Tekamül edip içinde oldukları cenneti bilir hale gelene kadar.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Değil bir insana kötülük yapmak,

Küseceğimiz zaman bile çok iyi düşünmek gerek.

Çünkü düşürdüğümüz yaşam kalitemiz,

Bir ömür boyu kendini geri ödetiyor.

Yolun ortasında duran taşı görüp de geçeceğimizde,

Yine çok iyi düşünmek gerek.

Çünkü yükseltmediğimiz yaşam kalitemiz,

Bir ömür boyu kendini geri ödetiyor.

İçinde olduğumuz evreni yaratıyoruz.

Yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla.

Herkes kendi yarattığı evrenle kuşatılı, o evrene hapis.

Şahinler şahinlere, güvercinler güvercinlere.

İşte adalet bu.

"Size verilen elinizin işidir"

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bunları zaten doğru buluyorum. Ama adalet konusu farklı gibi.

Bir aslan, geyiği yerken adaletli mi?

Etçiller zalim, otçullar mazlum şeklinde mi?

Otçulların sadece %25 'i etçiller sebebiyle ölüyor. Geri kalan ise açlık ve susuzluk ile.

Yani bir etçil, bir otçulu öldürdüğünde, aslında bir öldürme yapmış olmuyor.

Nüfus fazlasının bir kısmını alarak, diğerlerinin yaşam süresini uzatıyor.

Otçullar açısından kayıp yok, kazanç var.

Otçulları yakalamak zor olduğundan, etçiller her tür zayıflıkta uzmanlaşmışlar.

Böylece hastalıklar sürülere yayılamadan, ölüm salgınlarına dönüşemeden temizleniyor.

Etçiller olmasaydı, milyonlarca otçul ölüsü mikrop ve hastalık yayacak, otçullar olmayacaktı.

Otçul olmak mı mazlumluk, etçil olmak mı?

Otçulların sadece %25'i etçiller sebebiyle ölürken, etçillerin %50 'si 1 yaşında gelmeden etçiller sebebiyle ölüyor.

Serengeti'de 2 milyon otçulun yaşam hakkı, sadece 10 bin etçile yaşam hakkı veriyor. Hangi tür daha avantajlı?

Milyarlarca yıl birlikte evrilmek, türler arasında karşılıklı zincirler doğuruyor. Her varlık, diğerine bağlı.

Bu birlikteliği, birbirini varetmeyi görmezsek, şeyler birbirine zıtmış gibi algılanır.

Oysa herşey içiçe, birlikte, Bir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Araba tasarlayan bir mühendis, tasarımını en kötü şartlara göre yapar.

Evren mühendisliği de bu şekilde yapılmış, en kötü şartlara göre.

Hayat, kendini idame ettirecek şekilde değil, fışkıracak şekilde tasarımlı.

Bir salgın hastalık, yangın, kuraklık, çeşit çeşit en kötü şart gerçekleştiğinde,

Yaşamın fışkırmasını, her türün nüfusunu kolayca yeniden inşa edişini görürüz.

Ancak yaşamın fışkırmasının da bir bedeli var:

Şartlar normalken, bitip tükenmeyen bir nüfus fazlalığı baskısı.

Üstel artmak isteyen nüfuslar, kaynakların sabitliği duvarına toslarlar.

İnsan hariç her tür, kaynak kıtlığı sebebiyle sürekli bir kıtlık içinde.

Etçiller, sadece otçulların üzerindeki bu baskıyı kısmen azaltıyorlar.

Peki etçillerin üzerindeki kıtlık baskısı ne olacak?

Bunu da birbirlerinin yavrularını öldürerek azaltırlar.

Peki besin zincirinin en tepesindeki aslan, ayı gibi türlerin üzerindeki baskı?

Onlar da kendi yavrularını öldürür.

İlk bakışta zalimane görünür ama... tek bir salgının, bir bölgedeki tüm aslan nüfusunu temizlediğini gördüğümüzde,

Ya da tek bir salgının, üçte birini toprağa gömdüğü Avrupa nüfusunun, sadece 200 yılda yenilendiğini gördüğümüzde,

Nüfus fazlasının yarattığı kensintisiz baskıya rağmen, hayata nasıl hizmet ettiğini anlarız.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Diğer bir nokta da, tekamülün seleksiyona, seleksiyonun ise nüfus fazlasına dayanması.

Her gün, antilopların en yavaşı, o gün yeterince ot bulamaz.

Ve aslanların en yavaşı, o gün yeterince antilop bulamaz.

Böylece hem antilop türü hem de aslan türü tekamül eder.

Nüfus fazlasının yarattığı baskı/seçim olmadan tekamül olmaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Diğer bir nokta da, tekamülün seleksiyona, seleksiyonun ise nüfus fazlasına dayanması.

Her gün, antilopların en yavaşı, o gün yeterince ot bulamaz.

Ve aslanların en yavaşı, o gün yeterince antilop bulamaz.

Böylece hem antilop türü hem de aslan türü tekamül eder.

Nüfus fazlasının yarattığı baskı/seçim olmadan tekamül olmaz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir de tekamülün mekanizmasını anlamak gerek.

Tanrı bizi belli bir şeyden, belli başka bir şeye tekamül ettirmiyor.

Her varlık, H atomu olarak yaratıldıktan sonra,

İstediği istikamette tekamül etmekte özgür.

Tanrı, sarhoşluğun tekamülü yavaşlattığını bildiriyor, uyarıyor.

Ancak sarhoş olarak tekamülü denemeye engel koymuyor.

Herbirimize sınırsız seçenek ve özgürlük tanınmış.

Her seçenek ve özgürlüğün sonuçları, kuşaklar sonra, belki milyonlarca yıl sonra ortaya çıkıyor.

Bu yürüyüşte sayısız çıkmaz sokağa giriliyor, sayısız tür yok oluyor.

Ve onların yerini daha başarılı tekamül denemeleri dolduruyor.

Her turda oyun tahtası yeniden kuruluyor,

Türler ya yeni atılımlarla yeni türlere dönüşüyor, ya da yerlerini dönüşmüş olanlara terkediyor.

Sonuç, bitip tükenmeyen bir tekamül.

Buradan baktığımızda, aslan ve antilobun her ikisi de, varoluşlarıyla birer mucizeye dönüşür.

Tabiattaki sonsuz karmaşıklığa, düzene, ahenge hayran kalır, şaşkın şaşkın seyrederiz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bir de tekamülün mekanizmasını anlamak gerek.

Tanrı bizi belli bir şeyden, belli başka bir şeye tekamül ettirmiyor.

Her varlık, H atomu olarak yaratıldıktan sonra,

İstediği istikamette tekamül etmekte özgür.

Tanrı, sarhoşluğun tekamülü yavaşlattığını bildiriyor, uyarıyor.

Ancak sarhoş olarak tekamülü denemeye engel koymuyor.

Herbirimize sınırsız seçenek ve özgürlük tanınmış.

Her seçenek ve özgürlüğün sonuçları, kuşaklar sonra, belki milyonlarca yıl sonra ortaya çıkıyor.

Bu yürüyüşte sayısız çıkmaz sokağa giriliyor, sayısız tür yok oluyor.

Ve onların yerini daha başarılı tekamül denemeleri dolduruyor.

Her turda oyun tahtası yeniden kuruluyor,

Türler ya yeni atılımlarla yeni türlere dönüşüyor, ya da yerlerini dönüşmüş olanlara terkediyor.

Sonuç, bitip tükenmeyen bir tekamül.

Buradan baktığımızda, aslan ve antilobun her ikisi de, varoluşlarıyla birer mucizeye dönüşür.

Tabiattaki sonsuz karmaşıklığa, düzene, ahenge hayran kalır, şaşkın şaşkın seyrederiz.

Bu bahsettiğin tanrı her şeyi biliyor mu? Mesela geleceği?

Link to post
Sitelerde Paylaş
gönderildi (düzenlendi)

Yukarıda Darwinist (dışsal) açıdan belirttim.

Mistik (içsel) açıdan da belirtmek gerek:

Varlıkların tekamülü Big Bang ile başlar, O'na dönüş ile biter.

Aradaki herşey, tekamüldeki duraklar.

Hepimiz hepsini deneyimleyeceğiz.

Aslanı da, antilobu da, insanı da,

Zulüm sandıklarımızı da, mazlum sandıklarımızı da.

.

tarihinde ozkanates tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...