Freddie
-
İçerik sayısı
2.440 -
Katılım
-
Son ziyaret
İçerik Türü
Profiller
Forumlar
Takvim
İletiler bölümüne Freddie kullanıcısının eklediği dosyalar
-
-
Arkadaşlar fazla uzatmayacağım.
Bilindiği gibi müslümanlar islam öncesi peygamberlerin(İsa, Musa, İbrahim v.s.) de müslüman olduğunu idia eder ve bu peygamberlere de büyük saygı duyarlar.
Peki bu peygamberler, örneğin İsa, namaz kılıyor muydu? Bu peygamberlerin zamanında da ibadetin içeriği günde beş kere eğilmekten mi ibaretti?
Bu konuda hiçbir kayıt yok. Ne kuran onların da namaz kıldığını belirtiyor ne de tevrat ve incilde böyle bir anlatım var.
Zaten böyle bir adet olsaydı günümüz Musevi ve Hıristiyanlarında izlerini görmemiz gerekirdi ama hiçbir iz yok.
Öte yandan namaz ibadetinin Arap toplumunda islam öncesi pagan inancında da varolduğu biliniyor.
Yani İslam, paganlara has bir ibadeti -toplum o türde ibadet etmeye alışkın olduğundan olsa gerek- almış ve içeriğini islamileştirip devam ettirmiş.
Tüm bunlardan çıkan sonuç, ibadette önemli olanın biçim değil içerik olduğu, ibadet ederken o toplumun geleneklerinin dikatte alınması değil midir?
Türk toplumunda namaz kılmak türünden bir geleneği yoktu. O halde namazı biçimsel olarak tüm uluslara dayatmak aslında yanlış değil midir?
Hatta önemli olan ibadetin biçimi değil içeriği olduğuna göre ve içerikte de asıl olan Allah'a yakın olmak olduğuna göre, Allah'a gerçekten yakın olan, kendini bilip iyi işler yapan insanların ibadete ihtiyaç duymadıklarını söyleyebilir miyiz?
Allah'ı her an hisseden ve iyi işler yapan biri ile bundan uzak olan ama ibadet yapan birini karşılaştırınca hangisi öne çıkıyor?
Tek kelimesini bilmediğin duaları günde beş vakit okumak mı, yoksa dini iyi anlamak ama ibadeti yapmamak mı?
Namaz vaktini kaçırdın diye etrafındaki insanların kalbini kırmak mı, yoksa ibadetten uzak olan bir gönül dostu olmak mı daha kıymetlidir?
Sonuçta ibadetten amaçlanan şey kulu rabbine yakınlaştırmaksa, zaten rabbine yakın olan kulların ibadete de ihtiyaçları kalmıyor sonucu çıkmaz mı bundan?
Diğer deyişle, ''İbadete gereksinimi olanlar, henüz rablerine tam yaklaşamamış, bunun için çeşitli seremonilere ihtiyaç duyan insanlardır.'' diyebilir miyiz?
Rabbine yakın olan, hatta ''En el hak'' diyerek bir hayli yakınlaşmış(!) insanların ise zaten hiçbir ibadete yönelimleri olmaz herhalde.
Öyle ya, ''Ben tanrıyım'' veya ''Tanrının bir parçasıyım'' diyorsan, kendine mi ibadet edeceksin o saatten sonra?
Bu konuları müslümanlar bu başlıkta iyice bir tartışsın bence.
Ha şimdi denecek ki, ''Sen ateist değil misin? Sana ne oluyor?''
İyi ama müslümanları ne kadar bağnazlıktan uzaklaştırsak, ne kadar medenileştirsek, ne kadar insanlaştırsak kardır değil mi?
Bize ne kadar benzerlerse o kadar iyidir.
Evet cemaat-i müslim, ibadet gerekli mi? Bu konudaki düşünceleriniz neler?
-
Tüm sayfaları okumadım ama mesele dönüp dolaşıp insana ve dolayısıyla da fıtrat kavramına gelmiş. Fıtratın tanrıdan iz taşıması üzerinden insan kendine yönelerek tanrısına kavuşuyor. Tipik gnositisizm düşüncesi. Bektaşilikte de, İhvanussafada da, Rozkruada da, Hinduizm ve Budizmde de, Pisagor ve Platonizmde de, Orfizm ve Hermetizmde de, Eleusis ve Dionysos gizemlerinde de hep aynı 'öz' var.
O halde biz fıtrat diye birşeyin olmadığını kavratabilirsek, bazı arkadaşlarımız uyanabilir belki.
Fıtrat tanrıdan gelmiş sabit bir öz değildir. İnsanın 'özü' tarihsel olarak belirlenir. Her kültürel ortamın kendine has bir insan tipi vardır.
Bazı kültürlerde güçlü bir 'namus' duygusu varken bazı kültürler bunu hiç tanımaz örneğin.
Bazı kültürlerde gayet normal kabul edilip yenen şeyler başka kültürlerde mide bulantısına yol açabilir örneğin.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
İnsandan tüm tarihsel-toplumsal etkenleri, tüm kültürel belirlenmişlikleri çıkarırsak geriye tanrısal özü yansıtan bir fıtrat değil, kocaman bir hiç kalır.
Zaten üstte sözünü ettiğim gnostik kökenli akımların en üst inisiyasyon derecesinde de kişinin tüm benlik duygusunu yitirdiği ve bir tür pasif izleyici durumuna düştüğü durum, ''tanrıda bir olmak'' denerek yüceltilir. Tanrının hiçlik olduğunu bu akımlar da kabul ederler.
Derin uyku durumu... ''Aydınlık gece''... Bilinçsiz bilinç... Hiçlik... Paradoksal bir gizem...
Suevari'nin dine olan yöneliminin altında yatan temel nedeni zaten kendisi de itiraf etmiş: Varolma isteği.
Zamanında ''Tanrıya mı tapıyorsunuz yoksa cennete mi?'' türünden bir konu açıp bu vurguyu ben de yapmıştım.
Tanrı, sizin tekrar dirilme özleminizi karşılayan bir aracıdan başka birşey değildir.
Tekrar dirilme özleminizin kökeninde de şu an yaşadığınız hayattan yeterli tatmini alamıyor oluşunuz, yeterli tatmini bulmak için mücadele etmek yerine bir başka hayata iman etmenin daha kolayınıza gelmesi ve ölümden/sondan korkan çocukça bir erdemsizliğe kapılıp bu erdemsizlikte bir anlam derinliği aramanız(işte tüm mistisizmin kökeni!) yatıyor bence. Bektaş, Bedrettin veya Mevlana gibi adamlar, kendi içlerinde keşfettikleri hiçlikte derinlik aramak gibi bir yanılgıda boğulup gittiler. Derinimizde hiçlik olduğu, kimliksiz ve benliksiz bir tanık olduğu doğrudur ama buna tanrısal bir mana vermek o dönemin düşünüşünün de etkisini taşıyan büyük bir yanılgıdır.
Ve ''acı'' gerçeği söyleyeyim: Ölümden sonra hayat yok ve siz varolmayacaksınız!
Dahası, başta Bektaşilik olmak üzere her türden mistik akım da buna oldukça benzer bir mesaj verir aslında.
Gnostisizmde de materyalizmde de insanı tüm kültürel 'giysilerinden' soyarsak geriye bir hiçlik kalır.
Benlik bile kalmaz, düşünceler ve arzular kalmaz. 'Soyunduğumuzda' birbirimizden farkımız da kalmaz.
Eğer tanrı varsa, o da temelde bizden farksız bir hiç olmalıdır.
Tanıklık ettiği evren üzerinden kendinin de varolduğunu anlayan, eğer o olmasaydı derin uykudan, yani hiçlikten hiç çıkamayacak bir 'bilinçsiz bilinç'.
Böyle bir tanrı olsa ne olur olmasa ne olur?
Eski mistikler akıllı adamlardı. İnsanlar hiçlikten korkmasınlar diye hiçliği tanrısallaştırdılar.
Ölümden korkmasınlar diye daha yaşarken öldürdüler insanları.
-
Halkı cahil bırakan, birkaç yılda bir sandık başına gitmeye indirgenen bir ''demokrasi'' ile oyalayan, sayısı ve yetkisi bir hayli fazla olan kolluk güçleriyle halkı eze eze sindiren, tarikatların ve cemaatleşmenin önünü açan güç bizzat kapitalizmdir. Emperyalizm ve işbirlikçisi durumdaki yerli burjuvazi ve bürokrasi halkı bu hale getirdi. Bu noktada, halkın kurtuluşu da kapitalizm ve emperyalizmden kurtuluşla paraleldir. Çözüm, zaten varolan faşizmi artırmak değil; halkın olumlu sonuçlarından yararlandığı gerçek bir demokrasi için uğraşmaktır. Demokrasi ve sosyal devlet, eğer göstermelik olarak değil gerçekten uygulanırsa, halka kendini sevdirecektir. Halk bunları sahiplenecek ve bırakmayacaktır. Çünkü halk, kendi çıkarına olan şeyleri bırakmaz.
Vergi kaçırmaktan bahsetmişsin. İşsizliğin bu denli yaygın olduğu, insanların asgari ücretin bile altında ücret aldığı bir memlekette halk bir de vergi mi verecekti? Vergi kaçırmak, çoğu durumda bir sorumsuzluk göstergesi değil hayatta kalmaya çalışmanın göstergesidir. İMF'nin faiz dışı fazla hedefini tutturmak için patron sınıfının değil hep yoksul halkın kemerini sıkn bir hükümet karşısında, halk ayakta kalabilmek için vergiden kaçmaya çalışıyor doğal olarak. Zenginlerin vergi kaçırması ise elbette sorumsuzluktur. Fakat buna izin vermeyecek olan da yine hükümettir. Hükümet, kendini desteklediği sürece ses etmediği vergi kaçakçısı burjuvalara, sadece kendi aleyhine haberler yayınlamaya başlayınca zıtlaşırsa suça ortak olur. Örneğin, Aydın Doğan'ın vergi usulsüzlükleri olduğu yönünde haberler çıkmıştı. Fakat bu haberler çok geç çıktı, söz konusu burjuva yıllardır hükümete şirin görünürken Tayyip'in gıkı bile çıkmamıştı. Şimdi bu tabloda sadece vergi kaçıranların değil, vergi kaçıranlara yalnızca kendi aleyhine bir durum olduğunda dokunan hükümetin de suçlu olduğunu görmüyor muyuz?
Şeriatı halk istiyor, başbakan ne yapsın demişsin. İyi de, halkın bu tür istemlerde bulunmasını sağlayan Türk-İslamcı ideolojiyi kanlı bir darbeyle egemen kılan, din derslerini zorunlu yapıp her tarafı imam hatiplerle dolduran, tarikatlara ''Yürü ya kulum'' diyenler kim? Tayyip'in geldiği geleneğin bunlarla bağlantısı çok açık değil mi?
Siz ideolojik süreçlerin altındaki sınıf mücadelesini, emperyalizmin ve kapitalizmin yönelimlerini göremiyorsunuz. Bu yüzden de halkın ''geriliğini'' sabit veri olarak alıp, çözümü ''ilerici'' bir otoritaryenlikte buluyorsunuz. Bu çok tipik bir tarih dışı düşünüş biçimidir. Tarihsel süreçlere metafizik bakıyorsunuz.
-
ABD'nin Ermeni Soykırımı konusunu temsilciler meclisinde geçirmesi bizdeki birinci cumhuriyetçiler için aslında hayırlara vesile olabilir. Bu tasarının ikinci turda geçmeyeceğini tahmin ediyorum ama ABD'deki Yahudi ve Ermeni lobisi el ele verirse -ki son dönemde Yahudiler Erdoğan'dan pek haz etmiyor- işte o zaman Ermeni Soykırımını tanıyabilir ABD. Bunun üzerine hükümet ABD'ye tavır almak zorunda kalır. Tavır almazsa, halkın desteğini yitirir ve MHP patlama yapar; yok eğer ABD'ye tavır alırsa, o zaman da ABD AKP'nin ardındaki desteğini çeker ve AKP kısa sürede ulusalcılara meze olur. AKP'nin bu soykırım meselesi yüzünden ABD'ye tavır koymak zorunda kalması durumunda, ABD, ordu alternatifini düşünüp darbeyi bile destekleyebilir. Tabi bunun için öncelikle ulusalcıların ABD'ye AKP'den daha iyi hizmet edeceklerinin ve ABD soykırımı kabul etmesine rağmen onunla ilişkleri koparmayacaklarının güvencesini vermesi gerekiyor. Seçim sistemiyle bunun güvencesini vermek zor olacaktır ama başta ordu olursa ve seçimler rafa kaldırılırsa bu gerçekleştirilebilir. Yani Soykırım ABD'de kabul edilirse darbecilerin eli bir hayli güçlenecek ve darbenin koşulları hazır olabilecektir. Ulusalcıların sadece adının ulusalcı olduğu ve/fakat her daim Amerikancı olduklarını düşünürsek, soykırım yüzünden ABD'ye AKP alaşağı edilene kadar kafa tutar, kendileri iktidara gelince de tüm lafları unutup ABD'ye hzmete kendileri devam ederler. Bu soykırım meselesinin dallanıp budaklanması darbecilerimizin bir hayli işine geliyor yani. Kısacası, -bu lafım ulusalcılaradır- Ermeni Soykırımının ABD'de tanınmasına fazla karşı çıkmayın bence. Ya da karşı çıkın ama abartmayın, sadece lafta karşı çıkın.
Zaten Satsuma54 haklı. Ortada bir soykırım varsa bile bu Osmanlı'nın, hatta o dönem Osmanlı ''hasta adam'' olduğu için, onu yönlendiren emperyalistlerin suçudur. Özellikle de Alman emperyalizminin. Türk halkı bunun için suçlanamaz. TC zaten Osmanlı'nın yıkılması üzerine inşa olmuştur, onun devamı değildir. Unutulmamalı ki Osmanlı'yı yıkanlar cumhuriyeti kuranlardır. Bu yüzden Osmanlı zamanında yapılmış bir takım kötü işlerin sorumluluğu, o dönem tıpkı Ermeniler gibi bir teba olan Türklerin üzerine yıkılamaz. Bildiğim kadarıyla Bernard Lewis dışında hiçbir saygın tarihçi soykırım olduğunu da inkar etmiyor. Emin değilim ama sanırım böyle bir trajedi gerçekten yaşanmış. Ve bu trajediden alınacak ders, Türk halkına düşmanlık üretmek veya onu damgalamak değil, emperyalizm ve maşa olarak kullandığı milliyetçilikle hesaplaşmak olmalıdır. Yaşanan acıların suçlusu emperyalizm ve milliyetçiliktir.
-
Yunanistan'ı çökerten kapitalizmin ta kendisidir. Sanayi sermayesi geri plana düşüp finans sermayesi öne çıkıyor. Finans sermayesi demek, teknolojisizlik ve üretimsizlik demektir, ticaret demektir, sanal sermayedir. Yunanistan sonunda dımdızlak ortada kalmıştır. Türkiye'de de özellikle imam kılıklı tüccarların siyasetteki etkisinin AKP üzerinden artmasıyla birlikte bizim ülkenin finans sermayesine bağımlılığı da yeni bir boyut kazanmıştır. Geleceğin Yunanistan'ı biz olacağız sanırım. Bakalım bize nereleri sattıracaklar?
Yeni Çağ 'gastesi' güzel bir eleştiri yapıyor ama çözüme yönelik hiçbir şey söylemiyor, söyleyemiyor. Çünkü sorun kapitalizmden çıkıyor, çözüm de ancak kapitalizmden kurtulmaktır. Onlar başa geçse de aynı kapitalizm süreceği için bugün yaptıkları tek şey hükümeti yıpratmak ve gerçek çözümün üzerini örtmekten ibaret. Finans sermayesine bağlılık tasfiye edilmeli ve ağır sanayi hamlesi gerçekleştirilmelidir. Bu da ancak sol bir yönelim ile olur.
-
Bilgehan,
Liberalizmin tek tip olmadığını söylemişsin ki duğrudur. Fakat sen de sosyalizmin tek tip olmadığını bilmelisin.
Sosyalizm=totaliterlik diye birşey yok. Sosyalizmin de birçok türü var. Son derece özgürlükçü türleri de var.
Türkiye'de *benim gibi* liberallerin işi zordur; zira...- Milliyetçi değildirler; belli bir etnik grubu kayırmaz ya da aşağılamazlar. Bu yüzden Kürtçü, Ermenici, Yahudi uşağı diye yaftalanırlar; tek suçları bu gruplara küfür etmemek, aşağılamamaktır.
- Dindar değildirler; ancak dinin zor kullanılarak ortadan kaldırabileceğine da kanaat etmezler. Dindarlara karşı müsamahalıdırlar fakat dindarların nefret ettiği şeylere de müsamaha gösterirler bu yüzden hem dinlisinden hem dinsizisinden tepki toplarlar.
- Atatürkçü değildirler; Atatürk'ün şahsına saygı duysalar da ilkelerini benimsemezler. Bu yüzden hainlikle bile suçlanabilirler.
Bunlara siz ile biz(sosyalistler) arasındaki ortak dertler diyelim.
-
Zola adlı yaverinle deminden beri küfrediyorsunuz, sonunda kafam attı ve karşılık verdim ama kendi ettiğin onca laf dururken benimkini alıntılayıp şikayet etmişsin. Sadece mida bulandırıyorsun. Zerre kadar haysiyetin yok Yakup.
Ben ilk başta yöneticilere şikayette bulundum, iki sayfadır hiçbirinin gıkı çıkmadı! Ne zamanki benim kayış da koptu, işte o zaman geldiler başlığa!
Bu tuzağı önceden ırkçılarla olan tartışmamda da kurmuşlardı. Bu iki etti.
Karşılık vermemi bekleyip, daha sonra iki tarafı da uzaklaştırıyorlar.
Tuzak kuruyorsunuz lan resmen!
-
Zola,
Ben hiçbir zaman Atatürk'ün sosyalizmi kurma amacında olduğunu söylemedim. Sadece sizin gibi liboş da olmadığını belirtiyorum.
17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir'de toplanan Türkiye İktisat Kongresinin en önemli kararlarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması,
2. El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir,
3. Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.
4. Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır.
5. Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir.
6. Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
7. Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır.
8. Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.
9. İş erbabına amele değil, işçi denmelidir.
10. Sendika hakkı tanınmalıdır.
Saat 10'da başlayıp, 11,15 de kapanan ilk oturumda alınan aşağıdaki genel kararlar, şöyledir;
Madde-1: Türkiye, milli sınırları dahilinde, lekesiz bir bağımsızlık ile, dünyanın barış ve gelişme unsurlarından biridir.
Madde-2: Türkiye halkı egemenliğini, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda etmez; ve milli hakimiyete dayanan meclis ve hükümetine her zaman destek verir.
Madde-3: Türkiye halkı, tahrip etmez; imar eder. Bütün emeği ekonomik yönden ülkeyi yükseltmek amacına yöneliktir.
Madde-4: Türkiye halkı, tükettiği malı olabildiğince kendi yetiştirir. Çok çalışır, zamanda, parada ve ithalatta savurganlıktan kaçar. Milli üretim için yeri geldiğinde geceli gündüzlü çalışır.
Madde-5: Türkiye halkı, servet olarak bir altın hazinesi üzerinde oturduğunun bilincindedir. Ormanlarını evladı gibi sever, bunun için ağaç bayramları yapar; yeniden orman yetiştirir. Madenleri kendi ulusal üretimi için işletir ve servetlerini herkesten fazla tanımaya çalışır.
Madde-6: Hırsızlık, yalancılık, ikiyüzlülük ve tembellik en büyük düşmanımız; köktendincilikten uzak dindarca bir anlayış her yerde ilkemizdir. Her zaman faydalı yenilikleri severek alırız. Türkiye halkı kutsallığına, topraklarına, şahıslarına ve mallarına karşı yapılan düşmanca propagandalardan nefret eder ve bunlarla mücadeleyi hep bir görev bilir.
Madde-7: Türkler, bilgelik ve yetenek aşığıdır. Türk, her yerde hayatını kazanabilecek şekilde yetişir; fakat her şeyden önce ülkesinin malıdır. Eğitime verdiği yücelik dolayısıyla (Mevlûdu şerif) Kandil günü, aynı zamanda bir kitap bayramı olarak kutlanır.
Madde-8: Birçok savaşlar ve zorunluluktan dolayı azalan nüfusumuzun artması ile beraber sağlıklarımızın, hayatlarımızın korunması en birinci amacımızdır. Türk; mikroptan, pis havadan, salgından ve pislikten çekinir, bol ve saf hava, bol güneş ve temizliği sever. Ata mirası olan binicilik, nişancılık, avcılık, denizcilik gibi beden eğitiminin yayılmasına çalışır. Hayvanlarına da aynı dikkat ve özeni göstermekle beraber cinslerini düzeltir ve sayılarını çoğaltır.
Madde-9: Türk, dinine, ulusuna, toprağına, hayatına ve varlığına düşman olmayan uluslara hep dosttur; yabancı sermayesine karşı değildir. Ancak kendi yurduna, kendi diline ve yasasına uymayan kurum ve kuruluşlarla ilişkide bulunmaz. Türk, bilim ve sanat yeniliklerini nerede olursa olsun doğrudan doğruya alır ve her türlü ilişkide fazla aracı istemez.
Madde-10: Türk, açık alın ile serbestçe çalışmayı sever; tekel istemez.
Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresindeki Devletçi Sözleri
“İktisat politikamızın mühim gayelerinden biri de umumî menfaatleri doğrudan doğruya ilgilendirecek iktisadî kuruluşları ve teşebbüsleri malî ve teknik kudretimizin müsaadesi oranında devletleştirmedir”
“…zaman ve mekanda, daimi bir hususi vasıf gösteren iktisadi bir işi devlet üzerine alabilir. Mesela, bir iş ki büyük ve düzenli bir idareyi gerektirir ve hususi fertler elinde tekele dönüşmek tehlikesini gösterir veyahut umumi bir ihtiyaca tekabül eder, o işi devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz seyrisefer şirketlerinin, devlet tarafından idaresi ve para ihraç eden bankaların millileştirilmesi. Kezalik, su, gaz, elektrik ve saireye ait işlerin mahalli idareler tarafından yapılması, yukarda izah ettiğimiz neviden işlerdir.”
” Görünüşte ülke bizimdi. Fakat aslında Türkiye iktisaden bizden çok yabancıların ülkesi, bir sömürgesi idi. Ben milli egemenliği iktisadi egemenlik olarak anlarım ” (Zamanın ekonomi bakanı Mahmut Esat Bozkurt)
Atatürk'ün tam bağımsızlığa ilişkin bazı sözleri;
''Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir.''
''Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.''
''Tam bağımsızlık, ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur.''
''Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.''
Yeterli mi?
Hem bağımsızlıkçı hem de liberal olunamayacağına, liberalizm küresel pazarda karşılıklı bağımlılığa dayandığına göre... sonucu siz çıkarın.
-
Yakup adlı çakma Atatürkçü liboş, sana hakettiğin cevabı uzun uzun ben vereceğim çünkü Başkaya'yı eleştirmek görüntüsü altında sosyalizme olan kinini olanca iftiracılığınla kusmuşsun. O kusmukları yedirmek görev oldu artık. Bir daha Atatürk'ü de sömüremeyeceksin. Ama öncelikle senin kendini nasıl tanımladığını bilmem gerekiyor. Çünkü daha sonra, ''Ben öyle değilim ki, ben böyle değilim ki, ben onu savunmuyorum'' v.s. diye kıvırtabiliyorsunuz. Şimdi kendini nasıl tanımlıyorsun bunu bildir önce. Atatürkçü mü? Kemalist mi? Ulusalcı mı? Liberal mi? Ne?
-
Freddie,
Dediklerin iyi güzel de, somut bir öneri yine çıkmıyor. Halkın ütopik bir dayanışmacı sosyalizm anlayışına ulaşıp, ondan sonra bunları göndermesini mi bekleyeceğiz yani?
Benim gibi ehven-i şerciler dediğin kesim, hiç olmazsa pragmatisttir ve pratik çözümlerin peşinde koşar. Olmayacak ütopik hayallerin değil.
Ütopya değil Mantık, 100 sene öncesinin koşullarında bile Rusya'da böyle şeyler yapılabilmişti. Bak Türkiye haftalardır TEKEL işçilerinin direnişini konuşuyor. Kapitalizmin verdiği rahatsızlık insanları zaten sokağa döküyor. İnsanlardaki bu memnuyetsizliği örgütlemek çok mu ütopik? Gerek ekonomi gerekse siyasal yaşam üzerinde emekçilerin söz hakkının artmasını öngören taleplerle hareket etmek, bunun yanına feminist hareketi, savaş karşıtı hareketi, eşcinsel hareketini v.s. koyup büyütmek çok mu ütopik?
Bunlar elbette yapılması çok emek gerektiren zorlu mücadeleleler. Fakat tek nihai çözümdür bu. Halkı bilinçlendirip örgütlemenin dışındaki alternatifler sadece hayal kırıklığı getirir. Bence asıl ütopik olan, ordudan ilericilik beklemektir. 27 Nisan muhtırasını bile Cuma günü borsalar kapanınca verecek denli sisteme bağlı bir ordu, şu an sistemin hiç istemediği bir darbeyi yapabilir mi? Sistem AKP'den çok memnun. Hadi yaptı diyelim, sahiden de işe yarar mı bu darbe? Geçmişte yaptığı darbeleri biliyoruz. 12 Mart, 12 Eylül ortada. Türkiye'deki dinciliği geriletmeyi bırak, daha da önünü açmadı mı bu darbeler? Emperyalizm dün ''Yeşil Kuşak'', bugün ise ''Ilımlı İslam'' adı altında bize dinciliği reva görüyor ve ordu da emperyalizmin NATO'sunun ordusu. Bu ordudan hiçbir şey olmaz bence. Zaten Ergenekon gözaltıları biraz da ordunun üst kademesinin göz yummasıyla gerçekleşti. Yani ordunun yapacağı şey en fazla bir muhtıra daha vermektir ama bunu yapacağını bile sanmam, çünkü önceki muhtıradan sonra AKP oy patlaması yaşamıştı. Ordu sadece dönüşüm tamamlanınca kendisinin büsbütün dışlanmamasını istiyor, hepsi o kadar. Büyükanıt, türban Çankaya'ya çıkarken mırın-kırın etti, sonra Gül'ün huzurunda hazırola geçip selamı çaktı. Başbuğ geçenlerde ''Bizim de bildiklerimiz var, açıklarız!'' dedi, ''Buyur açıkla'' dediler, sustu kaldı ve hala sesi çıkmıyor.
Laiklik muhakkak sahip çıkılması gereken bir değer. Fakat halkı arkamıza almamıza yetmiyor. Sadece laiklik vurgusu üzerinden gidersek kaybetmeye mahkumuz. Halkımızda sadece iki nitelik var; yoksulluğu ve muhafazakarlığı. Biz onun muhafazakarlığına hitap edemeyiz; yoksulluğuna hitap etmek, yoksulluğu üzerinden siyasallaştırmak zorundayız. Çelişkiyi laikler ile dindarlar arasına koyduğumuz sürece sağcılar kazanır. Biz çelişkiyi yoksullar ile varsıllar arasına koyup sınıf mücadelesini yükseltmek zorundayız ki halkı arkamıza almakta bir umudumuz olsun. Ama ordu bunu asla yapmaz bence. Neticede burjuva devletin ordusudur. Ve maalesef sosyalizm korkunuz yüzünden siz de yapamıyorsunuz. Hal böyle olunca hep halkı dışlayan çözümler peşinde koşuyorsunuz. Bugün ordu ve yargı tamamen kaybedilmediği için halkı dışlayan çözümleri düşünebiliyorsunuz. Peki yarın bunlar da kaybedilince ne olacak Mantık? Ya sosyalist olacak ve halkı örgütlemek gibi ''ütopik'' uğraşlara girecek ya da boyun eğeceksiniz. Keşke bugünden birşeyleri görebilseniz.
-
Ben hem ateist hem liberalim... Zaten ikisini de ayrı düşünemiyorum, zira liberal düşünce ateizmi, ateizm ile liberal düşünceyi getiriyor ve gerek duyuyor.
Bunu AKP başta olmak üzere Türk siyaset ve medya dünyasının önde gelen liberallerine de anlat olur mu?
Veya sırf dini eleştiren iki yazı yazdığı için liberal Taraf'tan atılan Sevan Nişanyan'a anlat.
Ya da bizim gibi ülkelere ılımlı islam rejimlerini uygun gören ABD'ye anlat.
Çok zekiymişsin ya, anlatmakta sorun çekmezsin herhalde.
Kolay gelsin...
-
-
Sosyal faşist Freddie!
Önceki iletilerinde bana vatan haini ve anarşist diyordun, şimdi ise çelişkili biçimde ''sosyal faşist'' diyorsun.
Her lafın birbirini yalanlıyor. Bilmediğin sözcükleri kullanma bence.
Ben bu başlıkta hep çok daha kapsamlı bir demokrasiyi savundum ama sen bana ''faşist'' diyorsun!
Senin akıl gelip gidiyor galiba. Yaş kaç oldu?
Oportünist FreddieHangi oportünistliğimi gördün, bir örnek ver bakalım. Yoksa gene iftiracı olduğun ortaya çıkacak.
Ne oldu senin o şerefsiz JHANN'ına.Hani kanıtını getirecekti o gün.
Bir cümle bile bulamadı mı hakkımda bir aydır?
Sen de gidip bu itlere destek veriyorsun sürekli.
Ne diyorsun gene be? JANN'dan bana ne? Bana edecek laf bulamadın da JANN'a laf ederek mi üste çıkmaya çalışıyorsun?
Git ne diyeceksen ona söyle. Ayrıca benim kimseye destek verdiğim yok. Ben kendi doğru bildiğimi savunuyorum.
UKKTH'yi eleştiren başlık da açtım. AKP'yi de eleştiriyorum, orduyu da. Liberalleri de eleştiriyorum ulusalcıları da.
Senin kimlerin maşası olduğun ortada ama beni bir başkasını desteklemekle suçlayamazsın.
Ben sadece sosyalist devrimin destekçisiyim.
Küfürle, hakaretle üstünlük kurma çabanı toyluğuna veriyorum. Ümidi kessem çekerdim ipini rezervuarın ama daha gençsin, belki düzelirsin diye fazla üstüne gelmiyorum. Çirkefliğini hoş görüyorum bu seferlik. Büyüklük bende kalsın çocukKısacası, oturup kaldın ve verecek yanıt bulamadın yani.
Sana argüman ürettik, sorularını cevapladık uzun uzun.
Ama sen karşılığında hakaret edip kişisel sataşmada bulundun sadece.
Bunun üzerine ben de senin üslubunla karşılık verdim.
Sonra sustun kaldın ve üste çıkmak için böyle saçmalamaya başladın.
Seni azad ediyorum, hadi git işine Pante.
Kaşınmasaydın kaşımazdım.
-
Müttefikliği yalakalık olarak gören bir komünist'e nasıl laf anlatılır ki.Çelişkiye düşmem için biz Amerikan yalakasıyız demem gerekliydi.Ben müttefiğiz dedim.Müttefiklik yalakalık değildir.Sen yalakalık diye yaftalıyorsun,halada bunu yapıyorsun,provakatörlük yapıyorsun,Müttefikliği yalakalık olarak çarpıtmaya çalışıyorsun.
Ne müttefikliği lan ampul? Senin yazılarını okuyan Atatürkçüleri bile utandırıyorsun. Müttefikmiş! Sizin müttefikliğinizde eşit söz hakkınız olduğunu mu sanıyorsun? Az üstte ABD'nin nasıl da güçlü olduğunu kendin anlatıyordun. ABD'yle müttefik olmak demek, o ne diyorsa yapar pozisyonda olmak demektir. Yarı-sömürgeliğe ''müttefiklik'' diyor! ABD seni peşine takıp Kore'de kendi askerlerine kalkan yaptı, sonra Afgansitan'a götürdü kendi peşinden. Sen onu nereye götürebildin? ABD daha Lozan Anlaşmasını bile tanımadı, KKTC'yi de tanımadı. Sen onun birşeyini tanımayabilir misin? ABD'nin burada üsleri var, kullandığı limanlarımız var. Senin orada üssün var mı? Bizim ekonomimiz dışa bağımlı, peki ABD'nin ekonomisi sana bağımlı mı? ABD'nin NATO üzerinden kurduğu bir sürü derin örgütlenme ve bu kontrgerilla örgütlerinin cinayetleri var. Senin ABD'de bir derin örgütlenmen var mı? ABD bizim ülkemizde kendi çıkarlarına göre pek çok darbe tertipledi. Sen ABD'de ne yapabildin peki? Hala kalkmış, sanki ABD ile ilişkileri eşitmiş, ortada bir bağımlılık yokmuş gibi soytarılık yapıyorsun. Şuursuz! Yazdıklarının ciddiye alınacak tek tarafı yok. Kendi kafanda bir sürü saçmalık kurmuş ve kendini ona bağnazca inandırmışsın. ABD AKP eliyle ağzımıza tükürüyor, sen de hala onu savunacağım diye saçmalıyorsun.
ABD akp ile siyasi ilişki kuruyor,pek bir şey yaptıkları söylenemez,öyle gülüyorlar geçiyorlar,ABD gidiyor arap liderleriylede görüşüyor,biz bunlara siyasi ilişkiler diyoruz,her görüştüğünle antlaşma yapacaksan ohooo.Siyasi arena olduğundan akp ile ABD yönetimi görüşüyor olabilir.ABD'nin akpyi desteklediği yok,desteklediğini söylese bile Kemalizm'in yanındadır,bu siyasi bir oyun,ABD sizin gibi salak mı gerçek düşüncelerini uluslararası arena'da söylesin.Geri zekalı.
-
Senin amacın belli işte.Provakatörlük yaparak '' Bakın işte Amerikan yalakası '' diye halkı kandırmaya çalışıyorsun.Zaten halka Amerikan düşmanlığını empoze ettiğiniz için ABD'ye yakın olan bir şey gördüğünüz zaman hemen alarmınızı çalıştırıyorsunuz ve '' Bakın suçlu orada '' diyorsunuz.Bu sizin bir oyununuz.Kemalizm'in en yakın müttefiği ABD idir.Sizinde amacınıza ulaşmanız için ABD'yi halk genelinde kötü,tü kaka olarak göstermeniz lazımdır.Bunu yaptınız ve şimdi Kemalizm'in ABD yanlısı olduğunu göstererek halka empoze ettiğiniz ABD karşıtlığının devreye girmesini sağlıyorsunuz.Siz var ya ne oyuncusunuz.
Bak üstte koyulattığım iki cümlen birbiriyle zıt. Bir yandan sizi Amerikan yalakası olmakla suçladığımı söylüyor ve bunu provokasyon olarak adlandırıyorsun, diğer yandan da ABD ile kemalizmin yakın müttefik olduğunu yazıyorsun! Bana ''provokatör'' dediğin için bir özür bekliyorum.
Sende tutturmuşsun ABD Yeni-Osmanlı,Ilımlı İslam getirecek.Sosyalist çöplüğünde öğrenmişsin iki kelime kaç defadır tekrarlıyorsun.Öyle bir şey biçmedi kimse.Ilımlı islamı savunduklarını söyleyenler zaten en başta Amerikalıların kendileri! Türkiye'nin Orta Doğu'da Osmanlı'nın misyonunu devralması gerektiğini de yine kendileri söylüyor. Türkiye'den ılımlı islam cumhuriyeti diye bahseden ve AKP'yle enseye tokat ilişki kuran da aynı ABD zaten! Bunları ben uydurmuyorum ki, senin dünyadan haberin yok anlaşılan.
Bu arada, ''kemalizmin yakın müttefiki ABD'', sadece kemalizmle değil AKP'yle de pek yakın. Tayyip, Bush'la da pek yakındı Obama'yla da pek yakın. Sizin müttefik sizin üzerinize islamcı bir kuma getiriyor haberin ola.
-
Matadorlar, bir iletide o kadar çok cehalet belirtisi göstermiş ve çarpıtma yapmışsın ki neresinden tutsam diye bocaladım en başta. Hatta hiç yanıt vermeden seni ''allaha'' havale edecektim ama meydanı senin gibilere bırakmamak gerektiği için yazıyorum şu an.
Birincisi, sosyalist devrim için zaten sanayileşme gerekir, sanayileşmenin olmadığı yerde ne doğru düzgün bir işçi sınıfı vardır ne de sosyalizm kısa vadede inşa edilebilir. Yani sanayileşme ile sosyalizm arasında ters değil doğru orantı vardır.
İkincisi, önceki iletilerinde halkın cehaletini sosyalizme karşı kullanırken şimdi ise halkın okumuşluğunu sosyalizme karşı kullanmaya kalkıyorsun. Çelişki içerisindesin. Önce bi karar ver. Halkın eğitim seviyesi arttıkça sola yönelimi de artar.
Üçüncüsü, halk kendi çıkarını talep eder ve uygular, kendi çıkarına geleni sahiplenir. Sosyalizm ve gerçek bir demokrasi halkın çıkarınadır. Dolayısıyla halk cahil bile olsa bunları sahiplenecektir. Bu sözlerimin ''halkın cehaletini kullanmak''la ilgisi yok. Çarpıtıyorsun sadece. Sosyalizm ve demokrasi mücadelesinin sandığınız gibi halkın ayaklı kütüphane haline gelmesini gerektirmediğini vurguluyorum yalnızca. Ayrıca halkı kullanmak diye birşey bizim açımızdan söz konusu olamaz çünkü biz halkı yönetmek peşinde değiliz. Bilakis, halkın çeşitli özyönetim organları ve konseyler aracılığıyla kendi kendini yönetmesini savunuyoruz. Halkçı görünüp kendi vesayetini kuran ise sadece sizsiniz. Bu yüzden halktaki cehaleti yeniden üretip duruyorsunuz. Çünkü halk cahil kaldıkça sizin vesayetinizin devamı için bahane çıkıyor.
İzmir'de ateist olup Diyarbakır'da olamamanın sosyalizmle veya demokrasiyle ne ilgisi var? Ayrıca İzmir'in orduya bağlı olması da ne demek? Ordu kendini Diyarbakır sokaklarında İzmir'den çok daha fazla gösteriyor merak etme. Ayrıca hangi kemalist bizi parmağında döndürüyormuş? Siz sadece Pante gibilerini döndürürsünüz. Perinçek tayfası dışında kemalizme meze olan sol yok ki. İşinize gelince solu ''Kürtçü'' ve ''Atatürk düşmanı'' olmakla itham ederseniz, işinize başka türlü gelince de ''kemalistlerin solu kullandığını'' iddia edersiniz. Bir dediğiniz öbürünü yalanlıyor.
-
Siz kimsiniz çok merak ediyorum.NSA diye bir kurum var sizin donunuzu bile dünyanın öbür ucundan izliyorken siz kim oluyorsunuzda ABD'ye başkaldırıyorsunuz anlamıyorum.Hayır ABD zerre kılını kıpırdatmadan sizin ananızı ağlatır be.Yapıyorda zaten.Sizde teknolojik yok güç yok ne var derler adama nasıl karşı koyacan ABD'ye.İşiniz gücünüz ABD'yle.ABD'nin 1 numaralı düşmanı olduğunuzu mu zannediyorsunuz.Siz kimsinizde ABD'yi rakip olarak görüyorsunuz,ABD sizi rakip olarak bile görmüyor,Sovyet babanızı kılını kıpırdatmadan nasıl yıktı.İçinize oturmuştur.ABD'nin öyle bir gücü var ki Sovyet babanız bile son zamanlarında ABD'ye bağlıydı.Şuan dünyada teknoloji adına yeni ne çıkıyorsa ABD buna 10 yıl önceden sahip.Zaten ABD gizlice bir şey üretiyor onun daha iyisini üretene kadar piyasaya sürmüyor.Kendinizi kandırıyorsunuz ABD'ye kimse zarar veremez.
İşte bir Atatürkçünün Amerikan uşaklığı ve yalakalığının en büyük kanıtı!
Tekrar tekrar okuyun da Atatürkçülerin bağımsızlıkçılık, anti-emperyalizm, yurtseverlik gibi konularda nasıl ikiyüzlü davrandıklarını görün!
ABD ve İsrail ile müttefikiz diyor, bu müttefikliği savunuyor, ABD'ye kafa tutmak olanaksızdır diyor!..
Ama diğer yandan da aynı ''herşeye kadir'' ABD'nin bize biçtiği ılımlı islam rejimini eleştiriyor!
-
Halkın yarısı köylerde,çiftliklerde yaşıyor.Dağdaki herif Demokrasi'nin,Sosyalizm'in anlamını ne bilsin be ? Ne talebinde bulunacak.Herife bir kömür yetiyor.Kömürü kim verirse ona oy atıyor onun kölesi oluyor işte.Cahil.
Sosyalizm sadece kömür değil tüm olanakları sunuyor halka. Bu yüzden halk, ne olduğunu anlamasa bile onu savunabilir. Keza gerçek bir demokrasinin kendi işine geldiğini anladığı noktada ona da sahip çıkacaktır. Halk kendi çıkarının peşinden gider. Sosyalizmi ve demokrasiyi yaşamak için ille herşeyi ayrıntısıyla anlaması gerekmiyor. Kendi çıkarlarına olduğunu görmesi halkın bunları savunması ve sahiplenmesi için yeterlidir. Ama günümüzdeki kıytırık demokrasi, vahşi neo-liberalizm ve biçimsel laiklik halkın çıkarına değildir, onun hayatında birşeyleri yeterince olumlu şekilde değiştirememiştir. Bu yüzden halk bunları savunmuyor. Aslında halkın savunmaması, sizin kıytırık laikliğinizin ve düzeninizin halka hitap etmediğinin, yarım-yamalak olduğunun bir göstergesidir.
Kendi orduculuk ve darbeciliğinize kılıf uydurmak için ne yapacağınızı şaşırdınız. Ordunun müdahelesini savunabilmek için, halkın ''cehaletine'' olan vurgunuz, halktaki cehaletin hiç değişmemesi arzunuzu da açık ediyor artık. Halk cahil kalsın ki askeri vesayet de devam etsin. Halktaki cehaleti siz üretiyorsunuz. Halktaki cehalet durumunu herşeyi belirleyen bir değişmezlik olarak metafizik biçimde ele alıyorsunuz. Sizin bu sakat bakış açınız yüzünden muhafazakarlar kolayca çelişkiyi ''ordu'' ile ''sivil halk'' arasına koyabiliyor. Onların ekmeğine yağ sürüyorsunuz. Sizin gibi karşıtları var, adamlar daha ne istesin?
Bu arada, halkın yarısının köyde yaşadığı falan yok. Şehirleşme çok çok arttı. Sadece İstanbul'da 15.000.000 insan yaşıyor. Ama sen marsta yaşıyorsun, o ayrı.
-
Fikirleri olgunlaşmamış, kişiliği oturmamış bu tipleri forumda zaten pek okuyan yok sevgili Pante. Ama yine de bunlara, senin yaptığın gibi hakkıyla yanıt vermek de şart. Çünkü memleket bunların eline geçecek olsa belki de bir daha asla düze çıkamaz, hepimizi felakete sürükler bu mezcuplar. Düşünce yetenekleri, ya hiç yok ya da okudukları dogmatik kitaplara tümüye köreltimiş durumda. Son yıllarda gidereke artan dozda pompalanan inanılmaz bir bilgi kirliliği var ve bu propagandanın temel hedefi Atatürkçü düşünceyi yok etmektir.
Al bir argüman üretme özürlü ordu yalakası daha! Hiçbir fikir kırıntısı içermeyip sadece karşısındakine çamur atan bir ileti. CIA ajanı diyor! Soğuk Savaş döneminde siz ''Atatürkçüler''den iyi CIA ajanı mı vardı? CIA komünistlerle ilişkiye geçer mi sanıyorsun? Adamların bir numaralı düşmanı biziz zaten! NATO üyesi bir orduyu savunup, sonra da başkalarını CIA ajanlığı ile suçlamak da ayrı bir düşünme zaafı olsa gerek. Yazık, ''allah'' şifanı versin.
Ha bu arada, şu ''Atatürkçü düşünce'' dediğin şey 12 Mart ve 12 Eylül'de bile tasviye edilmedi de şimdi mi tasviye ediliyor? Eğer 12 Eylül zihniyeti bile ''Atatürkçü düşünce'' ile uyumluysa, o Atatürkçü düşünce zaten ne laikmiş, ne bağımsızlıkçı ne de ilerici be Zola. Bırak şimdi tasfiye edilsin!
-
ordu iş başına geçip tıpkı cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki gibi bir kültürel ve eğitim seferberliğini ilan etmelidir
Senin de dediğin gibi cumhuriyetin ilk yıllarında yapıldı bu, peki ne işe yaradı? Bak şimdi ne haldeyiz. Başarısız bir denemeyi tekrarlamak kime ne fayda sağlayacak? Kaldı ki, askerler çok mu aydın ve bilgili de halkı eğiteceklermiş? Tüm ülkeyi kışlaya çevirmenin adı aydınlanma değil faşizmdir. Aydınlanmanın bir ayağı da özgürlüktür, demokrasidir. Zaten bu iki ayak ihmal edildiği için cumhuriyetin ilk yıllarındaki girişimler başarısız oldu. Fakat tarihten hiç ders almıyorsunuz.
Halk aydınlansa, tümü birden laik olsa, herkes başı açık gezip rakısını içse ordu halkın yönetime katılımını radikal biçimde artıracak mı peki? Elbette hayır. Neden? Çünkü emekçilerin yönetime katılımı(yani demokrasi) arttıkça, dünya nimetlerinden isteyecekleri pay da artacak ve sonunda sosyalizm talebi yükselecektir. Burjuvazinin kolluk gücü olan ordu ise bunu göze alamayacağı için bu sefer de başka bir bahane üzerinden halkın demokrasiye hazır olmadığını iddia edip kendi vesayetini sürdürmenin yollarını arayacaktır. Komutanların umursadığı tek şey kendi imtiyazlarını sürdürmektir, yoksa zaten balolarda içki içip dans etmeye indirgedikleri laiklik zerre kadar umurlarında değildir.
-
Ben darbelere karşı çıkıyorum. "Ordunun müdahale etmesinin önüne geçecek bir sistem olmalı" diyorum ve alternatif soruyorum. Adam "ordu yalakası" diye uluyor.
Hadı oradan yalancı soytarı! Kıvırtabileceğini mi sanıyorsun? Sen bir yandan ''demokrasiyi korumak için'' ordunun alternatifini soruyorsun, diğer yandan da hiçbir alternatif önerisini beğenmeyip ''madem öyle ordu devam etsin''e işi bağlıyorsun. Zaten ordunun hiçbir alternatifi olamayacağına kanaat getirmişsin en baştan. Kendi orduculuğunu böyle bir numara üzerinden meşrulaştırmaya kalkabileceğini mi sanıyorsun? Hokkabaz seni...
Daha önce yazmıştım ama kısaca gene yazayım okuyanlara. Demokrasinin temel ölçütü, 'aşağıdakilerin' yönetime katılımının düzeyidir. Zaten sözcük anlamı olarak da demokrasi, ezilenlerin yönetimi demektir. Mevcut temsili demokrasi ise halkın yönetime katılımını engellemek üzerine kurulmuştur. Halk, söz konusu demokrasinin hayrını göremediği için sahiplenmemekte ve bu yüzden demokrasi tehlikeye düşmektedir. Pante gibi aklı evveller de demokrasinin güvencesinin nasıl sağlanacağını sormaktadır. Oysa mevcut sahte demokrasinin zaten korunacak bir yanı yoktur. Tabandan başlayan bir halk hareketiyle gerçek bir demokrasi mücadelesi verilmeli, yani doğrudan demokrasi ve özyönetim pratikleri yaygınlaştırılarak halkın yönetime katılımı artırılmalıdır. İşte o zaman demokrasinin olumlu sonuçlarını halk yaşayarak görecektir ve işte o zaman halkımız demokrasinin en büyük güvencesi olacak, herhangi bir kurumun vesayeti gerekmeyecektir. Zaten vesayetin olduğu yerde tam bir demokrasi olmaz.
Kısacası; mevcut vesayetçi, yarım-yamalak ve temsiliyet ilişkilerine sıkıştırılmış ''demokrasi''yi nasıl koruyacağını düşüneceğine, gerçek bir demokrasi mücadelesini örgütlemeyi düşünmek gerekir. Tabandan örgütlenen gerçek bir demokrasi, yani halkın yönetime bizzat katılımı söz konusu oldukça da zaten halk demokrasiyi sahiplenecek ve bırakmayacaktır. Kaldı ki, halk demokrasiyi sahiplenmedikten sonra hiçbir kurumun vesayeti bir noktadan sonra fayda etmez.
Bunlar bekliyorlar ki herkes ordu düşmanı olsun. Ordu yıkılsın, devlet yıkılsın, gerisi önemli değil. Yerine ne gelirse gelsin, ne kurulursa kurulsun.Biz nerede ve ne zaman ''Ordu yıkılsın, devlet yıkılsın, gerisi önemli değil'' demişiz ulan yalancı pislik!?
Bul getir, bulamazsan iftiracı olduğun açığa çıkacak! İşin gücün yalan ve çarpıtma.
Konu sosyalizm olduğunda proleterya diktatörlüğünü savunur, kızılorduyu savunur rejimi koruyabilmek için.Ama konu Türkiye'deki demokrasi olunca, çözümü sosyalist devrimde görür. Yani demokrasi hikaye onun için. Denize düşene zehirli yılanı tavsiye ediyor. Demokrasinin teminatı için tavsiyesi diktatörlük.
Geçmişte devrimci olduğunu iddia ediyorsun ama zerre marksizm bilgin yok. Marksizmde diktatörlük kavramı bir devlet şeklini değil devletin kendisini kasteder. ''Proleterya diktatörlüğü'' demek, ''İşçi devleti'' demektir. Cahil herif! Bir taraftan diktatörlük savunduğumu iddia ediyorsun, diğer taraftan da anarşist olduğumuzu, devleti yıkmayı düşünüp gerisini önemsemediğimizi söylüyorsun. Kendi laflarındaki çelişkileri bile fark edemeyecek kadar beynin dumura uğramış.
İşçi iktidarı, şimdiye dek görülen en kapsamlı demokrasiden daha kapsamlı bir demokrasinin kuruluşudur aynı zamanda. Bu yüzden işçi iktidarı kurmak hedefi ile kapsamlı bir demokrasi kurmak hedefi arasında sandığın gibi bir çelişki yok. Sadece senin cehaletin söz konusu. Hiçbir halt bilmeden ötüp duruyorsun. Benim ''demokrasinin teminatı'' için yegane görüşüm, önce halkın yönetiminin söz konusu olduğu gerçek bir demokrasinin kurulması, sonra da halkın kendisinin kendi yönetimine teminat olmasıdır. Halka güvenmiyorsun ama ne seçime ne de denetime açık olan orduya güveniyorsun demokrasi konusunda! Kaldı ki halk istemedikten sonra dünyanın en güçlü ordusunu da kursan demokrasiyi yaşatamazsın. Yani ''ipe ipe'' halkı bilinçlendirmek için uğraşaksınız. Şu an bunun için uğraşan bizleri ''salaklık''la, ''hayalperestlik''le suçluyorsunuz ama bu mücadeleyi yadsımanız aslında kimin salak olduğunu açıkça gösteriyor.
Evet, aynı soruyu tekrar yineliyorum. Demokrasi, bu faşistlere, şeriatçilere ve anarşistlere karşı nasıl korunmalıdır? Halk bunu koruyabilecek bilinç ve donanımda mıdır? Değilse nasıl bir formül olabilir?Halkın demokrasiyi savunacak donanımda olmaması, biraz da halkın sahipleneceği bir demokrasinin söz konusu olmamasından kaynaklanıyor. Bunun çözümü, halkı gerçek bir demokrasi mücadelesi için harekete geçirmektir. Halkın bilincini yükseltmekten başka seçenek yoktur. Sen ise halkın bilincinin düşüklüğünü ve bu durumun değişmezliğini kabul edip işi gene ordunun vesayetinin ''gerekliliğine'' getiriyorsun. Ordu yalakalığını dolaylı yoldan yapınca ''orduculuk'' eleştirisinden sıyırabileceğini sandın sanırım.
-
Nato kafa nato mermer.
Yüz kez de anlatsan bu kafalar anlamaz.
Bunlar komünizm propagandasına kapılmış avanaklar.
Ben 20 yaşlarında bile bunlar kadar salak değildim.
Bazı arkadaşlar dernekten okula, okuldan eve, okudukları sadece ML, ülke gerçeklerinden bihaber, sanıyorlardı ki "devrim yapacağız". Bu Freddie salağı da onlardan farksız. Hadi onların döneminde iletişim bu kadar güçlü değildi, mazeretleri vardı.
Be adam, senin elinin altında internet var, nasıl kalkarsın da Türkiye'de bu şartlarda bir devrimden söz edebilirsin? Hiç mi gözün görmüyor, hiç mi kafan basmıyor da hayal dünyasında yaşıyorsun.
Argüman üretmek yerine hakaret etmeyi tercih eden ve böyle yapınca da haklı göründüğünü sanan geri zekalının birisin. Bir de sana uzun uzun cevap yazıp vaktimi öldürmüştüm. Tuvalet olsan üzerine zıçmaya tenezzül etmem. O kadar boş ve aptal bir herifsin. Türkiye'de kapitalist gelişim ve sömürünün boyutu devrimin nesnel koşullarını oluşturmuştur ve bu koşullar eskisinden daha elverişlidir. İşçi sınıfının bilincini yükseltmek ise bizim mücadelemizin konusudur. Tabi senin gibi orducu dönekler moral bozdukça işimiz zorlaşıyor ama durduramazsınız. Halkın bilinçlenmeye başlaması, senin gibi pisliklerin ordu yalakalığının bahanesini yıkacağı için halkın bilinçsiz kalmakta devam etmesi ve bizlerin onu bilinçdiremememiz için dua ediyorsun değil mi? Zavallı dönek! Halkı bilinçlendirmek zor ve bir açıdan belki de çılgınlık. Ama senin pek sevdiğin ordunun ülkeyi ileriye götürmesi olanaksız ve buna bel bağlamak da basbaya aptallıktır. Bize laf edene bak, ordudan demokratik devrim bekliyor!
Şu tahlilin saçmalığına bakın.Sanki halk herşeyin bilincinde, farkında da demokrasiye o yüzden sahiplenmiyor?
Sen kafayı mı yedin yahu?
Bırak bu halk kutsallamalarını. Biliyoruz biz halkın yapısını.
Akrep gibidir o halk, "hött!"dediler mi korkup siniverir.
Midye gibidir o halk, zoru görünce kapanıverir.
Koyun gibidir o halk, celebin sopasını gördü mü sürüye katılıverir itirazsız.
Uğruna can vermeyi göze alanları ihbar eder o halk.
Deniz'leri, Mahir'leri, İbo'ları ve daha yüzlercesini ispiyonlayan o halktır.
O halk faşizan eğilimlidir. "Kafasını kaldıranı ezeceksin" diye düşünür.
12 Eylül anayasasına ve Kenan Evren'e %92 oy veren bu halktır.
Bu gerçekler halkı aşağılamak değildir.
İyi de halkı bu hale getiren kim peki geri zekalı? Biraz da, senin kıçını yaladığın ordunun darbeleri ve aynı ordunun vesayeti yüzünden bu hale gelmedi mi bu halk? Komünizme karşı dinciliği besleyip büyüten aynı ordu değil mi? Dün yeşil kuşak bugün ise ılımlı islam projeleri yapan emperyalizmin NATO'suna üye bir ordu değil mi bu? Bu ordudan medet umarak mı halkı ileri götürebileceğini sanıyorsun andaval?! Bir de Nazım'ın şiirlerinden alıntı yapmışsın utanmadan! Biz de Nazım da gayet iyi biliyoruz halkı, senin alıntı yapacağın kadar iyi biliyoruz hem de. Peki o alıntıları yaptığın Nazım ne yapmıştı? Yaşamı boyunca komünist kalıp halkın bilinçlenmesi için mücadele etmedi mi? Yoksa senin gibi sosyalizmden dönüp, devrimcilere küfredip, halktan umudunu kesip ordu yalakalığı mı yaptı sanıyorsun? Bir daha Nazım'ın şiirlerini o foseptik çukuru kılıklı iğrenç ağzına alıp da kirletmeye yeltenme. O kadar gurursuzsn ki, bir yandan sosyalizme küfredip öbür yandan Nazım'ın şiirlerini sömürüyor, devrimcilik üzerine ahkam kesiyorsun. İki yüzlü soytarı!
Senin gibileri kullanırlar, sonra da tuvalet kağıdı gibi buruşturup kenara atarlar. Eğer kısa zamanda deneyimlenmeyip de, aklını başına almadığında gençliğini kodeslerde heba edersin.Seni kullanıp attıkları gibi mi? Geçmişinde devrimcilik yaptığını, pek çok şey yaşadığını kendin yazmıştın. Şimdi ise devrimciliği, ''tuvalet kağıdı gibi kullanılıp atılmak'' olarak tanımlıyorsun. Demek ki komutanlar seninle kıçlarını silip işleri bitince atmışlar. Ama sen o kıça aşık olmuşsun ki hala orduculuk yapıyorsun. Ama ben, senin gibi ''yurtseverlik'' üzerinden orduya maşa olan bir sol fraksiyondan değilim. Biz bu ordunun da ne mal olduğunu teşhir edip ona karşı mücadele ediyoruz. Bizi kimse kullanıp atamaz. Herkesi kendin gibi sanma. Tuvalet kağıdı seni...
Git de tekel işçileriyle bir görüş bakalım, kaç tanesi sosyalizme sıcak bakacak?Böyle yazdığına göre TEKEL işçileriyle hiçbir görüşme yapmadan kıçından atıyorsun. Sen git komutanına tuvalet kağıtlığı yapmakla uğraş, senin misyonun o. TEKEL işçileriyle biz ilgileniyoruz. Öyle güzel ilgileniyoruz ki Cumhuriyet ''gaste''si yazarları bile takdir ediyor.
Devrimcilik sizin gibi oportünistlerin tekelinde değil.Kim takar sosyalist devrimi? Daha bir partiye bile sahip olmayanlar, daha halkın %1'inin bile oyunu alamayanlar mı sosyalist devrim yapacak?
Bir taraftan %1 oy edebiyatı üzerinden sosyalistliği mahkum ederek oportünizmin kralını yapıyor, diğer taraftan da bizi oportünistlikle suçluyorsun! Bu yaptığın ya son derece pişkin ve utanmaz olduğunu ya da oportünizmin ne olduğunu zerre bilmediğini gösteriyor. Kendini rezil etmeye bayılıyorsun değil mi lan geri zekalı? Bir tarafına elektrik verenlerin postallarını yalamayı marifet sanıyorsun. Sen git Silivri cezaevine, belki komutan eskilerinin tuvalet kağıdı bitmiştir. Kıçlarını seninle silsinler de ''yurtseverliğini'' bir kez daha kanıtla. Beyinsiz.
-
Biz de bu bahsettiklerinden dolayı farklı olan alternatifi soruyoruz.
"Ordu pasifize edilsin, müdahale edemeyecek duruma düşürülsün." Okey.
Peki, yerine ne konacak? Kim koruyacak demokrasiyi?
Ama derdi demokrasi olmayanların, faşizmin sillesini yemeyenlerin umurunda değil.
Tek gerçek alternatif devrimdir, diğer seçenekler farklı bir çözüm sunamazlar diyorum ben de. Ama taş kafan basmıyor. ''Reel(gerçekçi) politika'' adına orduyu yağlamaya devam ediyorsun. Demokrasiyi korumanın yolu, halkın onu yaşayan bir özne olmasını sağlamaktır. Senin ''demokrasiyi korumak'' dediğin, aslında temsiliyet ilişkilerine sıkıştırılarak halktan kaçırılan sahte demokrasinin muhafazasına ilişkin kaygılardır. Bunun çözümü ise demokrasiyi derinleştirmek, halkın söz hakkını iyice artırmak, doğrudan demokrasi pratiklerini yaymak, özyönetim organları yaratmaktır. Halk demokrasiyi kendi yaşamında iyice yaşarsa, onun gözünde bu kavram beş yılda bir sandığa gitmekten ibaret bir maskaralık olmaktan çıkıp gerçek bir anlama bürünürse işte o zaman sözünü ettiğin türden endişelere gerek kalmaz. Çünkü halk, gerçekten yaşadığı ve olumlu sonuçlarından faydalandığı bir gerçek demokrasiyi bırakmaz. Dolayısıyla demokrasiyi korumak için çeşitli kurumlara da ihtiyaç kalmaz. Şimdi bastı mı kafan?
Halk demokrasiyi niye içselleştiremiyor? Çünkü yeterince sahiplenemiyor, değerini yeterince anlayamıyor. Neden? Çünkü söz konusu ''demokrasi''nin gerçek ve bütünlüklü bir demokrasiyle ilgisi yok. Halkın karar süreçlerine katılımının artması anlamındaki gerçek demokrasi hiçbir zaman ülkemizde söz konusu olamadı. Burjuva temsiliyet ilişkilerine ve daima birilerinin vesayetine tutsak edilmiş sözde demokrasi var bugün. Bunun çözümü nedir peki? Halkı gerçek bir demokrasiyi yaşaması için harekete geçirmektir. Siyasal demokrasiyi, tüm toplumu siyasetin öznesi haline getirerek toplumsallaştırmaktır. Senin gibi bu ihtimali hiç düşünemeyen, halkı harekete geçirmeyi gerçekçi bulmayan, bunu da halkı küçümseyerek temellendiren dönek solcular bu dediklerimi anlayamaz tabi. Siz ordudan başka ''zinde kuvvet'' bilir misiniz ki? Halkı harekete geçirmek için zerre uğraşmaz, bunun için didinenlere hayalperest muamelesi yapar, gidip orduya yedeklenirsiniz. Bir de devrimcilik üstüne ahkam kesersiniz!
Kaldı ki, sen demokrasiyi hiçbir demokratik işleyişe sahip olmayan, seçim ve denetim dışı bir kurumla(orduyla) koruyabileceğini mi sanıyorsun şuursuz!?
Hadi ordan!Kalkmış devrimciye devrim satmaya!
Biz bilmiyor muyuz "Tek yol devrim" demesini.
Bırak bu dangalaklıkları?
Kim yapacak devrimi? Ne devrimi yapacak?
Var mı devrimin objektif-subjektif şartları?
Bir halt bilmeden ahkam kesiyorsun aklınca.
Asıl bu kafayla siz çocukluktan kurtulamazsınız.
"Devrim" sözcüğünü de dejenere eder, içini boşaltırsınız.
Sizi gidi klavye devrimcileri sizi!
Sen misin o ''devrimci''? Senin neren devrimci be? Sosyalist devrimi savunuyor musun hala? Bunun için emekçi sınıfların bir özne olmasına çalışıyor musun? Ordu başta olmak üzere burjuvazinin kolluk güçleriyle arana mesafe koyuyor musun? Meselelere ulusal değil de sınıfsal perspektiften bakabiliyor musun? Hayır! Bunları yapmadığın halde ne hakla ve hangi mantıkla devrimcilik üzerine ahkam kesiyorsun peki, şuursuz yaratık! Sana çeşitli argümanlar sunuyoruz, sense sadece hakaret etmesini biliyorsun. ''Tek yol devrim'' demeyi ''dangalaklık'' olarak nitelemişsin az üstte. Ama hala devrimcilik üzerine ahkam kesiyorsun! Utanmaz rezil! Oligarşik devletin koluk güçlerinin sana yaptığını söylediğin tüm zulüm amacına ulaşmış anlaşılan, onlara tamamen biat etmişsin.
''Kim yapacak devrimi?'' diyor! Demek dönünce bu kadar unuttun devrimciliği ha? İşçi sınıfı diye birşey hatırlıyor musun ihtiyar? ''Devrimin objektif-subjektif şartları''nı soruyor bir de! Objektif şartı var, hem de dünkünden daha fazla. Türkiye zaman içerisinde kapitalizme daha entegre olarak işçi sınıfını ve sömürüyü geliştirdi. Subjektif şartları ise, eğer hala devrimcilik iddian varsa, elini taşın altına koyup sen sağlayacaksın bir zahmet! Ama alışmışsın sen hazır yemeye, işçi sınıfını devrim için eğitmek sana zor geliyor, orduya kapaklanmak daha kolay! Sen bildiğin gibi yap. Ama devrimciliği daha fazla diline dolayıp da kirletme. Orducu dönek!..
''Klavye devrimcisi'' diyor bir de utanmaz! Sen ne biliyorsun sadece internette çalıştığımızı? Ayrıca internette fikir tartışması yapmak değersiz bir faaliyet midir? Reelde bulamadığın çok sayıda insanla internette konuşabilmek mümkün. Kaldı ki, sen neyin devrimcisisin peki? ''Kışla devrimcisi'' mi?! Defol git kışlana o zaman! Zamanında seni komutanlar güzel sevmişler ki bırakamıyorsun bir türlü onları. Bir daha ağzında devrim lafı duymayayım, postal yalaması seni...
-
İyi ki yönetim sivillere devredildi ha. 82 Anayasası, MGK; devletin başına gelen Kenan Evren vs. bunlar ne idi Pante?
Peki tüm bunlara o gün darbecilerle komünizme karşı işbirliği yapan dincilerin itirazı mı vardı? Bugün tekrar bir komünizm tehlikesi belirse AKP hala demokrat geçinir mi? AKP'nin sadece kendine demokrat olduğu açık değil mi? AKP yasama ve yürütmeyi birleştirme yönünde adımlar atmıyor ve yargı başta olmak üzere tüm kurumları kendi hegemonyasına almaya çalışmıyor mu? Bu mu sivilleşme? Güçler ayrılığını ortadan kaldıran bir partiyi demokratikleşmenin öznesi gibi görmek ne kadar tuturlı? Dünyanın başka hangi ülkesindeki liberaller cemnaatçilere ve güçler ayrılığının ortadan kaldırılması çabalarına ''demokratlık'' atfedip destekliyor? Askeri vesayetin alternatifi cemaat vesayeti olmak zorunda mı? Biri diğerinden daha mı tercih edilir? AKP'nin demokrasiyi kavrayışı, çoğunluk diktası şeklinde mi yoksa azınlık haklarını da gözetebilir mi sence? İslamda farklı düşüncelerin, ''kafirlerin'', ''günahkarların'' hakları da gözetilebilir mi Astur? İslamda böyle bir teorik dönüşümü gerçekleştirmemişken islamcılarla bir olup ordunun hegemonyasını hedef almak, ordu eleştirisini din eleştirinin çok önüne koymak, aslında baskıcı rejimin yerine bin beterini koymak olmuyor mu? Liberallerin bu tutumu iyi niyetli bir tutum mu sence?
Dinlerin ''özü'' var mı?
in ATEİSTFORUM
Oluşturuldu: · tarihinde Freddie tarafından düzenlendi
Tüm tek tanrılı dinlerin 'özü' aynı mı?
Örneğin hıristiyanlık, musevilik ve islamın temel mesajı bir mi?
Fakat bu dinlerin şeriatı, çoğu emir ve yasakları, hatta ibadetleri bile birbirinden farklı.
O halde tüm bunlar da sadece ayrıntıya ilişkin, toplumdan topluma değişen, o dönemin toplumları için kurgulanmış yönler mi?
Dinlerin birbirinden farklılaşan şeriatları ve ibadetleri dışında ya da daha doğrusu ''içinde'', daha derinlerde, hepsinde aynı olan bir temel mesaj mı var?
Nedir o mesaj?
Allah'a ve ahiret gününe inan, biçimi önemli olmasa da bir biçimde ibadet et, yani Allah'a yakınlaşmaya çalış, en temeldeki On Emir'e uy.
Bundan mı ibaret?
Peki bunu kabul ediyor olduktan sonra kendine müslüman değil de hıristiyan desen ne değişir?
O halde isimlendirmelerin ya da ayrılıkların ne gereği var?
Yoksa daha da derinde bir mana mı var?
Örneğin, ''Kendini bil, kendini bilirsen rabbini bilirsin'' gibi?
Tanrı senin içinde ve sen onun bir parçasının, ibadetin amacı kendi tanrısallığını keşfetmendir, hepiniz tanrının çocuklarısınız gibi?
Cennet aslında özünüzün bir olduğu tanrıya kavuşmak ve cehennem de tanrıdan uzak olan dünya hayatına geri düşmektir gibi?
Eğer tüm dinlerin mesajı aynı ve ayrıntılarda boğulmamak gerekir diyorsanız, sizce en çok hangi din bu temel mesajı daha yalın biçimde sunuyor?
Çünkü ayrıntlar çoğu kere asıl içeriği gölgeliyor. O halde asıl mesaja en kolay ulaşabileceğiniz, en zararsız ayrıntısı olan dini tercih etmek gerekmez mi?
Örneğin, hıristiyanlığın ayrıntıları daha az ise, şeriatı yoksa, İsa'nın öğretisi temel mesajı daha görünür biçimde sunuyorsa, islamda ısrar etmek niye?
Muhammed'in de bir pegamber olduğunu(kelime-i şahadeti) kabul etmek fakat asıl mesajın İsa'da/İncilde daha sade olarak göründüğünü vurgulayıp kurandan ziyade incile yoğunlaşmanın neresi yanlış? Aynı içeriği almaya çalıştıktan sonra ha Muhammed üzerinden yürümüşsün ha İsa üzerinden ne fark edecek?
Ya da üstte belirttiğim gibi -örneğin Alevilerdeki gibi- insanın tanrısallığı düşüncesi temel ise, cennet tanrıya kavuşmak ve cehennem de ondan uzak düşmekten ibaret ise, insan sonunda ''En el hak'' diyorsa, sadece Ali veya İsa değil, günümüze daha yakın dönemlerde yaşamış ve ''En el hak'' diyecek düzeye gelmiş insanların yazılarına odaklanmak daha akıllıca değil midir? Örneğin, Ali de Hacı Bektaş da ''En el hak'' diyecek yetkinliğe ulaşmışsa, ikisi de dinin özünü kavradıysa, ikisi de kendi tanrısallıklarını keşfedip ''Hakikat Kapısı''na gelmişse, neden zaman olarak bize çok daha yakın olan Hacı Bektaş'ı Ali'nin, İsa'nın, Muhammed'in önüne koymayasınız ki? Ali'yi Hacı Bektaş'tan ya da Pir Sultan'dan üstün yapan nedir? Muhammed'i Mevlana'dan üstün yapan nedir? Aynı hakikate vardıktan sonra kişilerin ne önemi var? Aynı hakikati sunduktan sonra ismin islam veya hıristiyanlık olmasının ne önemi var?