Jump to content

Her ezileni masum sanma!


Recommended Posts

dersinelestirisineyanit.JPG

HER EZİLENİ MAZLUM SANMA!

ELEŞTİRİ SAYESİNDE TARTIŞABİLİYORUZ

Bu yazının da yayımlandığı www.tgb.gen.tr sitesinde ''TGB'nin Dersim olaylarına bakışına eleştiri'' başlığıyla bir yazı yayımlandı. Sözü edilen yazı içerisinde hakaretamiz ifadeler olsa da TGB'nin bu konuda eleştirilmesi ve bu eleştirinin yayımlanması kafaların köşesindeki düşüncelerin ortaya çıkması ve yanıt bulma şansını yakalaması açısından çok olumlu bir sürece olanak sağlamıştır. Yazan arkadaşımızın adını bilmiyorum, ama bu yazıyı konu hakkında kafası karışmış tüm vicdanlı insanların ortak eseri olarak görüyorum. Şimdi ise eleştiri yazısından faydalanarak konuyu irdelemeye çalışacağım. Bu yazıyı yazmamızı ve yayımlamamızı sağladığından ötürü eleştiriyi kaleme alan arkadaşımıza ve eleştirisini yayımlayan özgüvenli, hakikat aşığı www.tgb.gen.tr yönetimine, TGB Genel Merkezine teşekkür ediyoruz.

DERSİM KONUSUNDA KAÇAK DÖVÜŞMEK YERİNE NET OLALIM

Konu Dersim olunca birçok milliyetçimizin, Kemalistimizin, en kararlı olanlarının bile elleri ayaklarına karışmakta konu daha da anlaşılamaz ve çözümlenemez bir hal almakta. Ya Dersim katliamı suçlamalarına karşı aşırı bir korumacılığa ve Dersimlileri hakir görmeye varıyorlar ya da bu suçlamaya başka suçlamalarla yanıt veriyorlar. Bazıları Kemalist olduğu düşünülen kurumların başlarında olmalarına karşın o tarihte ''doğmamış'' olmalarına sığınıyor bazılarıysa, soğuk savaş dönemindeki savaşkanlıklarına dönüp Dersimlileri terörist olarak lanse ediyorlar. Eleştiriyi dile getiren arkadaşımız samimi ve dürüst bir yanıtı hak etmektedir. Lafı evelemeden gevelemeden, kaçak dövüşmeden hakikate bağlı kalarak konuyu devrimci mücadelemize yakışacak şekilde ele alalım. TGB üyelerinin tamamının ortak aklıyla hakikate daha da yaklaşacağız, hakikate yaklaştıkça devrimci görevlerimizi daha iyi bir şekilde yerine getirebileceğiz. Kırmızı – Beyaz Dergisinin Ocak sayısında da bu konuyla ilgili olarak Uğurcan Yardımoğlu ve Ezgi Kardaşlar arkadaşlarımızın kafaları açacak bir yazısı olacak. Bu yazıyı da bu tartışmaların çerçevesinde değerlendirelim.

MADDE BOŞLUK KABUL ETMEZ

Dersim ve benzeri konularda devrimciler yeterince açıklayıcı ve net olamadıkça neoliberalizmin araçları devrimcilerin terk ettiği boşluğu dolduruyor. Madde boşluk kabul etmez. 12 Eylül rejiminin bilinçli susmasıyla Türkiye Tarihinin bu yanları Amerikancıların sağ ve sol tezlerine terk edilmiş, gerçek bükülmüştür. O nedenle bu konularda net olmak zihnimizi Amerikan çuvalından kurtarmak için gereklidir.

Arkadaşımızın yazısını vicdanlı bir insanı ele geçirmeye çalışan neoliberal tezlerin maskelendiği bir yazı olarak görüp esas olarak bu tezlerle tartışacağız. Şimdi dilerseniz arkadaşımızın yazısına satır satır dahil olarak düşüncelerimizi açalım:

Ya celladına aşık, muhtaç bir toplum olarak içten içe çürüyeceğiz yada geçmişimiz ile bizler yüzleşip sistemden tamimiyle Devrimci kopuşu gerçekleştireceğiz!

''Celladına aşık'' ifadesi çok ağır bir ifadedir. Bu sözleri sarf edenler (son 10 yılda) en çok da Dersimlilere bu lafı sarf etmiştir. Belki hatırlayacaksınız geçtiğimiz yıl Tunceli Üniversitesi'nde düzenlenen bir sempozyumda Baskın Oran bu sözü Dersimlilere hakaret olarak kullanmış, Dersimlilerin CHP'ye oy vermesini, Laikliği ve Cumhuriyeti savunmasını Stockholm Sendromu olarak gördüğünü söylemişti. Bilindiği gibi bu sendrom bir insanın tecavüzcüsüne aşkını tanımlamakta kullanılan bir terimdir. Dediği, ters açıdan bakılırsa doğrudur. Dersimliler Cumhuriyete, Atatürk'e ve Devrimlerine her zaman sahip çıkmıştır (maalesef neoliberalizmin solun içerisine sızmasıyla feodal simgelere sarılan bir sol peydah olmuş ve Dersimlileri de son 10 yıldır etkilemektedir, biz bunlardan olmayalım). Bu sahte solu temsil edenlerden Baskın Oran, aynı sempozyumda kendisinin 1938 olaylarını 1990'larda öğrendiğini söylemiştir. Düşünebiliyor musunuz? Siyaset Bilimi Doktoru olan bir kişi 1938'den bihaber olabiliyor ABD istemeyince. Onun, Tayyip Erdoğan'ın, Mümtaz'er Türköne'nin gözlerini ve kulaklarını tıkadığı dönemlerde, Dersim'e yapılan yanlışları dile getirenler, Cemal Süreyalar (kendisi de Dersimli), Doğu Perinçekler (Munzur'un kuzey sırtı Kemaliyeli), Vecihi Timuroğulları, Mehmet Bedri Gültekinler bu gerçekleri her zaman söylediler, hala da söylüyorlar. Ama onlar gerçeğin öbür tarafını da söylüyorlar: Dersimli Feodalizme boyun eğdirilmemelidir.

Türkiye Sol hareketinin en önemli dört kuşağı vardır: Mustafa Suphiler ve Şefik Hüsnüler (1), Dr. Hikmet Kıvılcımlılar (2), Doğu Perinçekler (3) ve bugün biz (4) (biz derken sadece TGB'yi kastetmiyorum) (Bu numaralandırma dördüncüsü hariç Dr. Hikmet Kıvılcımlıya aittir). Bunların dördü de 38 olaylarında ve diğer iç isyanlarda Kemalizmi haklı buldular, üstelik daha da ileri gidilmesi gerektiğini savundular ve ekonomik açıdan Kemalizmin bunların bir kısmını ortadan kaldırma önlemlerini yeterli bulmadıklarından Kemalizmi ağır bir şekilde eleştirdiler (kitaplarına bakabilirsin).

Arkadaşımızın sözünü ettiği ''Devrimci Kopuş'' için en başta neoliberalizmden kafayı çıkarmak gerekir. Sınıfsal bakışı sahiplenmek gerekir. Efsaneler yerine bilimsel bir yöntem izlemek gerekir. Seyit Rıza ve diğerleri bir efsanedir. Gerçekler hakkında ne düşündüğümüzü ve kastettiğimiz bilimsel yöntemi (diyalektik materyalizmi) yazının tamamında görebilirsin. Bu konuda eleştirilere ve düzeltmelere açığım. Duygusallıktan bilimselliğe geçmemiz gerekir. Vicdan bizim için de çok önemli ama hangi vicdan? Bu soruyu yazının sonunda yanıtlayacağım.

Türkiye Gençlik Birliği'nin internet sitesinde okuduğum "Dersim´de bir oyun" yazısında bir dersimle olarak, sizin sözde "devrimci" anlayış karsısında, şaşırmamak mümkün değil.

Devrimci insan hep ezilen halkın yanında, haksızlığa karsıdır. Devrimci durmadan değişebilmek demektir, tarihi yazıldığı gibi değil, olduğu gibi görmek, onunla yüzlese bilmektir.

TARİHİN NESNELLİĞİ VE RESMİ TARİH YALANLARI

Son cümleye katılıyorum. Tarihi olduğu gibi görmek gerekir. Yazılan safsataların ardında yatan gerçekleri kavramak gerekir. Resmi tarihin saçmalıkları yerine gerçeklere bakmak gerekir. Ama hangi resmi tarih? Bugün resmi tarihi yazanlar kimler? Tayyip Erdoğanlar mı Mustafa Kemaller mi? Resmi tarihin halkımıza yutturduğu en büyük yalan 12 Eylül sonrası yaratılan İdeolojinin Kemalizm olduğu yalanıdır. 12 Eylül sonrası yaratılan Türk-İslamcı faşist ideolojinin Kemalizmle hiçbir alakası yoktur. Tarih kitaplarına bakalım: Türk Tarihi Hunlardan başlar, sonra İslamiyet'e geçer, sonrasında Türk-İslam Devletleri başlar ve tüm tarih Türk-İslam Devletlerinin tarihi olarak sunulur. Oysa Atatürk'ün yazdırdığı tarih kitapları öyle mi? Dilersen Kaynak Yayınlarından çıkan Atatürk döneminde okutulan lise tarih kitaplarına bakabiliriz. İçindekiler bölümü bile konuların nasıl bir mantıkla ele alındığı konusunda önemli ipuçları veriyor:

-İnorganik ve Organik evrim: Bu bölümde insanın doğanın ürünü olduğu, herhangi bir yaratılışın olmadığı anlatılır. İnsanın toplumsal bir hayvan olduğu söylenir. Sonrasında Türk Tarihinden önce insanlık tarihi başlar. Türk Tarihi olarak da sürüp giden bir tarih yoktur. Paralel bir tarih vardır. Bir yandan İnkalar, Mayalar, Aztekler; diğer bir yandan Sümerler, Hititler; öte yandan Persler, Yunanlar okutulur.

Lisede seçmeli olarak Latince, Antik Yunanca öğretilir. Bu dillerin dışında Sosyoloji, Felsefe, Antropoloji dersleri okutulur. CHP döneminden sonra bu derslerin komünist yetiştirdiği düşünülerek kaldırılmıştır.

Atatürk döneminin Türklük algısı dahi 12 Eylül'ünkünden farklıdır. 'Türk' Cumhuriyetin vatandaşlarının siyasi adıyken Türk tarihi kültürel-siyasi bir tarih olarak okutulur. Irktan sözedildiği zamanlarda da coğrafi etmenlere vurgu yapılır (kana değil). Kemalizmin Türklük anlayışı özetle Anayasa'ya geçmiştir: ''Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir''. Sizce bu 12 Eylül'ün anlayışıyla uygun mudur? 12 Eylül'e göre Türklük Hunlarla başlar. Türk Milleti tarihten önce vardır. Oysa Kemalizme göre Türk Milleti Osmanlı döneminde başlayan modernleşme sürecinin bir basamağı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla oluşmuş bir siyasi kavramdır. Bu nedenle Atatürk tarihten beri Anadolu'da kurulmuş ve Anadolu'ya etkisi olmuş tüm kavimleri ve devletleri Türk Milletinin bileşenleri ve onu olgunlaştıran atalar olarak görmüştür. Bu atalar Selçuklulardan, Osmanlılardan ibaret değildir. Bunlara ek olarak Sümerler, Hititler, Frigler, Luviler, Akadlar, Romalılar da tarihimizin dayandığı unsurlardır. Bu nedenle Sümerbank, Etibank kurulmuş; Ankara'nın simgesi Hitit Güneşi olmuş; Hukukta Roma Hukukuna özel bir önem verilmiş; liselerde Antik Yunanca ve Latince okutulmuş; Sümerce, Urduca bölümleri açılmış; Etnografya müzeleri kurulmuş. Adından da belli Etnografya (Etnik ürünlerin sergilendiği, aydınlatıldığı, çalışıldığı disiplin)... İnkar yerine özümseme ve daha büyük bir kimlik oluşturma çabası vardır burada. Türkiye Cumhuriyeti'nin öncesinde bu topraklar üzerinde yaşayan kavimlerin ve kültürlerin emekleriyle şekillenmiş, insan mayası bu nedenle sağlamdır. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halklar ise aynı denize akan ırmaklar gibi kaynaşma ve daha üst bir kimlik olan yurttaşlık kimliğinin parçası olma sürecine girmiştir. Tarihin gittiği yön kavimlerin, mezheplerin aşıldığı insan emeğinin çeşitlendiği ve daha da özgürleştiği bir geleceğe doğrudur. Tarih herşeye rağmen ilerlemeye devam edecektir. Tarihi paçasından çekiştirip yere düşüremeyiz. Devrimcilerin işi bu sürece engel olmak bir yana süreci daha da hızlandırmaktan ve özgürlüğe doğru çekmekten başka bir şey değildir.

HANGİ EZİLENLER

Ezilenlerin yanında olmaktan bahsediliyor yazıda. İlk başta karşı çıkılamayacak bir söze benziyor. Bu söz soyut ele alındığında çok tehlikelidir. Tarihte devrimlerin sonucu olarak yıkılan diktatörlerle empati kurmaya çalışan edebiyat örnekleri doludur. Kafası giyotinle düşen soylularla, yıkılan padişahlarla, devrilen diktatörlerle, kurşuna dizilen zalimlerle, püskürtülen işgalci güçlerle mi empati kuracağız, birlik olacağız? Yoksa İnsanlığın büyük özlemi olan eşitlik düzenine doğru bayrak açan devrimcilerle ve onların örgütlediği halklarla mı birlik olacağız? Esas soru budur. Elbette ezilenlerden yana olacağız ama hangi ezilenler? Gel beraber şu ''ezilenler'' sözünü somutlayalım:

Baskıcı, Emperyalist, Faşist dönemlerde ezilenlerin kimler olduğu bellidir: Halkın geniş kesimleri, devrimciler, komünistler, sosyalistler hatta sosyal demokratlar, hor görülen azınlıklar...

Bir de devrimci dönemlerde ''ezilenler'' vardır: Padişah, kral ve diğer saray sakinleri ve onların işbirlikçileri, sermayedarlar, patronlar, faşistler, emperyalizmin güdümüne girmiş halk düşmanları, feodal liderler...

Bunların her ikisinde de sıradan insanların zarar gördüğü olmuştur. İşte burada vicdanların sızlaması doğaldır ve gereklidir. Bu açıdan duygularımız bir. Seyid Rıza'yı asarken halkı olabildiğince seyitlerden, ağalardan, beylerden soyutlayıp arkamıza almamız gerekir. Ama bu her zaman çok kolay bir olay değildir. Rousseau, Lenin, Mao, Atatürk, Castro, Ho Şi Minh ve diğer devrimciler halk düşmanlarına karşı savaşırken çoğu zaman halk düşmanlarının peşine takılan sıradan insanlara karşı da savaşmak zorunda kalmışlardır. İşte bu nedenle sınıf mücadelesi kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Bu gibi durumlarda en doğrusu Nazım'ı anmak. Nazım Kuva-i Milliye Destanında Nurettin Eşfak'ın ağzından yerdeki ölü Yunan askerine şu sözleri söyler: ''Teselyalı Çoban Mihail! Seni biz değil, seni buraya gönderen öldürdü!''

Ezilenlere, ölenlere bakarsak göreceğiz ki birçoğu sınıf savaşı içerisinde helak olup gitmişlerdir. Burada suç kimdedir? Evimize giren hırsıza, alçağa karşı mücadele ederken onun ezerek yanında getirdiği adamı cephede ikna etmek kolay mı? Anzaklar ölmemeliydi. Ama öldüler. Fakat sorumlusu kim? Onları Hindistan'dan, Avustralya'dan Çanakkale boğazına getiren Emperyalistler mi yoksa onlara karşı vatanlarını savunan Türkiye Halkı mı?

Örnekleri çoğaltabiliriz. NAZİlerin Avrupa'yı işgalinde savaşan birliklerin birçoğu emekçi sınıflardan oluşuyordu. NAZİ propagandasına kanmış ve boyun eğmiş insanlardı bunlar. Bu insanlar cani mi doğdular ya da bilerek, düşünerek ve isteyerek mi faşist oldular? Hayır. Onları gerici bir sınıfın elindeki propaganda araçları bu hale getirdi. Dersim halkı Cumhuriyete karşı özgür, sınıfsız, eşitlikçi bir dünya için mi savaştılar? Hayır. Seyitlerin, derebeylerinin yalanlarıyla kandırılmış yığınlar, ''yabancı gördüğü'' ordulara karşı savaştılar. Bunun sonucunda iki taraftan da emekçiler öldü. Bunun sorumlusu kim? Feodalizmi tasfiye etmeye çalışan cumhuriyet mi yoksa feodal ağalar mı? Şu görüşe katılırım: Feodalizmle mücadele daha akıllıca yapılmalıydı. Halk daha fazla arkamıza alınarak bu savaşa girişilmeliydi. Ama dediğim gibi haberleşmenin telgrafla yapıldığı, dil farklılığı nedeniyle propagandanın zorlaştığı ortamda herşey teorideki gibi kolay olmuyor.

Herşeyi geçelim Rus iç savaşında Menşevikler ve Bolşevikler birbirilerini öldürdüler. Üstelik ikisinin de etnik kökeni aynıydı. Her ikisi de Çara karşıydı. Ama buna rağmen katliamların önüne geçilemedi.

Hem biz hem de Türkiye'nin devrimci birikimi katliamların olduğunu kabul etmektedir. Ama bunların siyasi ve bilimsel literatürdeki adı mukateledir (karşılıklı öldürme, öldürüşme). Ordular birbirlerini öldürmüşlerdir. Unutmayalım ki her ordu üniforma giymez. Seyitlerin adamları çaresizlikten savaşmıştır. Seyitlerine güvenden, yerlerini korumak için, ''yabancı''ya karşı günlük alışkanlıklarını korumak içgüdüsüyle ve geleceğin getireceği belirsizliklere karşı günlük hayatlarını korumaya çalışmıştır.

Ama Dersim'in tarihini ve kültürünü unutmayalım. Dersimin tarihi nedir? Dersim'in tarihi Osmanlı'nın katliamlarından kaçış tarihidir. Dersimlinin ekonomisi civardaki yerleşimleri yağmalamaktır. Çünkü hayvancılık ve tarım gelişmemiştir. Dersimlinin Dersimde yaşaması başlı başına bir baskının ürünüdür. Dersimliye Dersimden çıkma şansı tanıyan Cumhuriyettir, Kemalizmdir. Yanlışıyla doğrusuyla Sezarın hakkını Sezara verelim. 38'den önceki Dersimden yukarıda sözünü ettiğim devrimciler çıkmıyordu, şairler, bilimadamları, biz (bu yazıyı yazan arkadaşınız da bir Dersim kökenlidir) çıkmıyorduk. 38'den önce çıkan tek şey, kölelik, çapulculuk, can ve mal korkusu, ortaçağ karanlığıydı. İşte Efsanelerin ardındaki gerçekler bunlardır. Bu konuda kafamızda şüpheler varsa Dersimin Tarihi ve Kültürü üzerine bilimsel yayınlara bakabiliriz. Dersimli neyle geçiniyordu? Neden Dersime yerleşmişti? Neden Dersim'deki Alevilik diğer Aleviliklerden farklıdır? Dersimli Ortaçağ düzeni nedeniyle Dersime hapsolmuş durumdaydı. Edip Harabi gibi şehirli düşünürlerin deyişlerinden mahrumdu. En kör zorbaların tahakkümü altında alınıp satılan insanlardı (hem de paraya bile gerek olmadan, ''seyitlerin kutsal emirleriyle''), Dersimliler. Yüzlerce yatırın mesken edindiği Dersim'de, 1938 sonrasında Dersim'in gençleri yatırlara gitmek yerine kitap okumaya, eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelelerine katılmaya başlamıştı. İnsanlığını, aklını, emeğini keşfetmişti Dersimli.

Sizin "Cumhuriyetçi" , "Atatürkçü" anlayışınızla 1938 Dersim olaylarına tarafsız bakmam zaten mümkün değil! Sözde kendinizi bide "Devrimci" olarak nitelendirerek, benim bir dersimli olarak, halkımın ailemin hep devrimin ön saflarında yer alarak, onca yiğit gencimizi bu mücadelede kaybedip, sizin gibi sahte "devrimci" lirden utanç duyuyorum!

Sahte Devrimciler lafı biraz ağır olmuyor mu? Bizler o denli Devrimciyiz ki sistemin palavralarına karşı boyun eğmiyoruz, gerçekleri sokaklarda, okullarda, hapishanelerde haykırıyoruz. Esas sahte Devrimciler dün Dersim'i görmeyip, Amerikan'ın düdüğüyle Seyit Rıza'yı Marx'a çevirenlerdir. Onlar her gördükleri sakallıyı Marx sanıyorlar. Her gördükleri sarıklı önderi Bedreddin sanıyorlar. Karşı devrimin de önderleri vardır. Önder lafı bizi aldatmasın.

Türkiye´nin aci tarihinde Dersim, Corum, Maraş, Sivas ve Gazi Katliamları ile ülke genelinde daha hala inkar politikası yürütülüyor.

''Sahte devrimci'' denilen kişiler yani Dersim konusunda Atatürk'ü ve Cumhuriyeti haklı bulan Devrimciler Maraş, Çorum, Sivas katliamlarında öldürüldüler (Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, ...) , kimisi katliamcılara karşı maktullerin avukatı oldu (Nusret Senem, Şenal Sarıhan), kimisi güç bela kurtuldu (Aziz Nesin). Bunların ortak paydası neydi? Gericiliğe karşı Kemalizmle birlikte, ama Kemalizmi aşmak isteyen, daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik, daha fazla adalet, ve daha fazla demokrasi için mücadele eden devrimci olmaktı.

Dersim 1938 Katliamı inkârına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın özrü Türkiye tarihinde bir ilktir ve cok olumlu bir adim olarak görüyorum. Ortada islenilen insanlık suçlarının yaşamışlığı artık tartışılmazken, siz bunu sözde Türkiye´nin "ileri-görüşlü", "aydın" ve "demokrasi" gençleri olarak bunu inkar etmeye devam ediyorsunuz.

Tayyipler ve onların hempaları (Mümtaz'er Türköneler, Taha Akyollar, Abdullah Güller, Fethullah Gülenler, Alpaslan Türkeşler ve niceleri) ya bu katliamlara doğrudan katıldılar, ya katliamcıları övdüler, ya onların reisi ya da avukatı oldular. Hala onlarla birlikteler. Daha dün Tayyip Erdal Eren için ağlamamış mıydı? Timsah gözyaşlarına mı kanacağız yoksa gerçeğe mi bağlı kalacağız? Gerçek şu arkadaşlar: Türkiye'nin emekçileri ve aydınlanmacıları bu timsah gözyaşlarına kanmadılar, ya Silivri ya da Hasdal Zindanlarındalar. Ya dışarıda TGB'de ve benzer kurumlarda mücadele ediyorlar ya da geçmişte abilerimiz olarak Dünya'dan ayrıldılar.

Bu faşist, gerici bir anlayıştır!

Resmi tarihin her iki olayda da ayni yalanları sıralaması yani ortada bir "isyan" varmış gibi gösterip zorunlu bir askeri müdahaleyi hâkli çıkarma çabası inkar ve ihmalci egemen anlayışıdır.

Maalesef isyan vardı. İsyan olmasın diye Kemalistler Toprak ağalarını ve seyitleri batıya çağırdılar ve onlar da geldi. Onlara toprak vaat ettiler. Ağalar kabul etti. Fakat arada bir pürüz vardı. Ağalar marabalarını ve eli silah tutan adamlarını da yanlarında istediler. Elbette ki Feodalizme karşı olan bir Cumhuriyetin buna izin vermesi mümkün değildi. Bu nedenle anlaşmazlıktan sonra Ağalar ve Seyitler Cumhuriyetin yaptığı köprülere, okullara ve dispanserlere saldırdılar. Hatta ayaklanmayan aşiretlere de saldırdılar. Yabancı güçlerden destek umdular. O tarihlerde Sovyetler de Cumhuriyetle birlikteydi. Yazıda ''faşist'' denilen güçlerse o gün Türkiye'de özgürlük imkanı bulamamışlardı. Ortaya çıkmak için Hitlerin yükselişini ve CHP'nin devrimlere ihanet etmesini bekliyorlardı. Nihayet DP iktidarından sonra ortaya çıktılar. Cumhuriyet döneminde ırkçılar, ırkçı söylemde bulunanlar olmamış mıdır? Elbette olmuştur. Ulus Devletlerin kurulduğu her ülkede ırkçılar, şövenler olmuştur. Ama bu kişilerin ellerine güç geçirdiği tarihler tüm Dünya'da ırkçılığın ve faşizmin yükseldiği yıllara denk düşmektedir. Bu tüm Dünya'da cereyan eden bir olaydır. O nedenle ırkçıların bulunmasından Dersim operasyonu ya da benzeri başka operasyonların ırkçılığın ürünü olduğu iddiası türetilemez.

Mustafa Kemalin bu katliamdaki büyük rolü ne kadar saklanmaya çalışılsa da ortaya çıkan M. Kemal'in imzalı ordu manevraları ve bakanlar kurulundaki Dersim operasyonu ile ilgili raporlardaki imzalar klişe ötesi, inandırıcılığı olmayan bir savunmadan başka birsey değildir artık. Düne kadar bu katliamdan M.Kemal´in haberi olmadigina yönelik yalanlari sirayanlar simdi ise gercegi tüm irkci ve barbar duygular ile sahiplenmeleri katliamın ic yüzünü bizlere Fazlasıyla anlatmaktadır.

Bu görüşlere katılıyorum. M. Kemal Dersim operasyonunu onaylamıştır. İşin başındadır. Öte yandan Katliamın durmasını sağlayan da Kemalistlerden başkası değildir. Kim durdurdu yanlışları? Kim tazminat davalarını dahi açmadan Dersimlilere tazminat hakkı verdi? Katliamı görüp Ankara'ya telgraf çeken subaylardı. Ne diye o subaylar dinlendi de katliam durduruldu? Niyet yok etmek olsaydı kim dur diyecekti? SSCB destek veriyordu. Fransa ve İngiltere'nin olayla ilgilendiği bile yoktu. Güneydoğudaki Kürt Aşiretler isyana katılmadı bile, umursamadılar. Çünkü Dersimliler Aleviydi. Kim dur diyecekti Kemalistler durdurmasaydı? Gelen ilk telgrafla niye durdurdular? Bunu düşünmemizi isterim.

Bu arada ilginç bir anekdot aktarayım. İsyanın başından operasyonun sonuna kadar Dersimde faaliyet yürüten ve katliamı asla rapor etmeyen Ali Yıldırım'ı ne de çabuk unuttuk. Ali Yıldırım Kesire Öcalan'ın babası. Kendi aşiret kavgası için Devletin gücünü yanlış yönlendiren bu ajan neden hiç anılmaz acaba? Uğur Mumcu bu gerçekleri yazarken öldürüldü. Dileyenler ''Kürt Dosyası'' adlı çalışmasına başvurabilir.

1938 Dersim Katliamı bugünden yarina mümkün olmayan bir planla planlamış değildir. 1935 Tunceli Kanunu ile birlikte ilk adımlar atılmıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı nasıl da olur, ülkesinde gecen şeylerden haberdar olamaz. Bunlar gülünecek şeyler!

Orda suçsuz yere kadın, çocuk, yaslı demeden on binlerce insani katleden bu zihniyet karşısında sessiz kalmak nasıl bir duygu bir anlayış olmalı anlamaktan zorluk çekiyorum.

Ölen insan sayısı 10.000 ila 13.000 arasındadır. Bunların büyük bir bölümü silahlıdır. Bu rakam içerisinde ölen askerler de vardır. Aşiretlerin öldürdüğü insanlar da vardır.

İlginç bir iki bilgi vereyim. Ölen nüfusla ilgili ve Dersim gerçeği ile ilgili gerici ve liberal tezlerin göz ardı ettiği bir gerçeği sunacağım:

1937-1938 harekatı sonrasında 1940 sayımındaki nüfus 95 bin iken 1965 sayımındaki nüfus 154 bindir. 2000 yılındaki nüfus kaç sence? 93 bin. ( Bugün Tunceli kilometrekare başına düşen 10 yurttaşla nüfus yoğunluğu en düşük ilimizdir. )

''Katliam'' sonrasında oradan gitmediği halde, hatta gidenlerin de geri döndüğü Tunceli neden sürekli olarak CHP'ye oy verdi. İzmir gibi kentler DP'ye oy verirken, CHP Tunceli'ye ''katliam'' yaptığı halde neden Tuncelili CHP'ye oy verdi (üstelik en yüksek oyları). Buradan çıkacak birinci sorun CHP'nin İzmir'in zenginlerinden çok köylüye, orta büyüklükte toprak sahiplerine ve memur-işçi sınıfa dayandığıdır. Tabii o günlerden bu günlere çok şey değişti. CHP gericileşti, Neoliberalizm Tunceli'ye girdi. CHP'li milletvekilleri 2000'lerin başında Tunceli'de Fethullah Gülen'in Munzur Kolejinin açılışını yaptı. Acaba hangisi Dersimliye ters? Cumhuriyet, laiklik, devrimcilik mi? Yoksa Nurculuk, Türk-İslamcılık ve neoliberalizm mi? Ben bu ikinci grubu Dersime yakıştıramıyorum. Dersimlilere bu alçaklığı yakıştıramam.

SON SÖZ YERİNE

Şimdi son olarak bir iki ayrıntıya ve özete geçelim:

Dersim Tunceli'yi de içine alacak şekilde, Erzincan'ın, Bingöl'ün ve Elazığ'ın belirli bölümlerini içine alan bir Osmanlı vilayetidir. Tunceli ise Cumhuriyetin kentidir. Dersim'in sınırları bugünkü Tunceli'den daha büyüktür. Esasen Dersimlilerin yaşadığı yer Dersim'in tamamı değildir. Dersimin merkezinin eski adı Kalan'dır ki bu bugünün Tunceli'sinin şehir merkezi değildir. Kalan ve Mameki Dersimin merkezinin eski adlarıdır. O nedenle Dersim ve Tunceli tam olarak aynı şey değildir. Ama özü aynıdır. Zulme boyun eğmeyen insanların, devrimci insanların beşiği olmuştur Tunceli. Dersimli ise hep vicdanlı ama bir o kadar da zulüm altında ezilmiş ve genetiği ile oynanmaya çalışılan birisidir. Dün Yavuz Sultan Selim'in katliamlarından kaçıp Dersim'in Dağlarına sığındılar. Sonra Cumhuriyetle birlikte Aydınlandılar. Cumhuriyetin başına geçen gerici iktidarlara karşı yiğitçe çarpıştılar. Şimdi ise neoliberalizm ve gericilik Tunceli'nin bacasından girmeye çalışıyor. Hem de timsah gözyaşlarıyla... Esas mesele burası bu yazıyı yazan arkadaşımız ve daha niceleri yani biz buna izin verecek miyiz? Yoksa seyirci mi kalacağız? Biz hangi ezilenlerdeniz?

Özetlersek, Dersim feodalizmle Cumhuriyetin çarpıştığı bir savaş alanına dönüştü. Sonunda Dersimliler özgürleştiler. Cumhuriyet sıradan halkın (yani ağa ve seyitlerin dışındakiler) zararlarını onarmak ve kazanmak için onlara toprak verdi, para yardımı yaptı. Bu yardımların birçoğu tam olarak gerçekleşebilmiş değil. Sonraki yönetimler tarafından zararların tazmini tam olarak sağlanmamıştır. Ama hatırlayalım çok partili hayata geçişte, zaten CHP'nin içinden çıkanlar da Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'na ve benzerlerine karşı çıkıp DP'yi kurmamış mıydı? Büyük toprak sahipleri hangi Dersim'e karşılar? Seyit Rıza'nın Dersimine mi? Yoksa özgür yurttaşların Dersimine mi? İşte o bedel ödeyen Dersimliler bu büyük toprak sahiplerine, işbirlikçilere karşı savaşan özgür yurttaşlardı.

Devrimciler de Kemalizmi yer yer eleştirse bile feodalizme, liberalizme ve diğer tüm gericilik türlerine karşı Kemalizmin yanında yer aldılar. Eleştiri yazısında hakim olan duygusallığı, hassasiyeti, vicdanı anlıyorum. Ama gerçeklerden beslenmeyen bir vicdan sisteme çalışır ve çoğu kez gericiliğe çalışır. Eleştiriler (hakaretamiz ifaeler dışında) olumlu. Gerçeklere ve devrimci eksene oturtarak eleştirmek ve tartışmak çok daha verimli olacaktır.

Devrimci Selamlar,

Cenk ÖZDAĞ (tgb.gen.tr)

Kemalistler.net

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...