Jump to content

İnanç ve evrim?


Recommended Posts

Ille bir yaratici cikaracaksiniz yahu!

Yaratıcı ortaya çıkarmak iyidir. Hep produktör olmak istemişimdir. belki de olurum. Dünyaya yeni müzisyenler, senaristler, yönetmenler kazandırırım...? hayatın ne getireceği belli olmaz.

Prodüktörlüğün en değerli olanı ise, doğada bir eser ortaya koyan her ne ise onu bulup, bu keşiflerden insanlığı faydalandırmaktır.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yaratıcı ortaya çıkarmak iyidir. Hep produktör olmak istemişimdir. belki de olurum. Dünyaya yeni müzisyenler, senaristler, yönetmenler kazandırırım...? hayatın ne getireceği belli olmaz.

Prodüktörlüğün en değerli olanı ise, doğada bir eser ortaya koyan her ne ise onu bulup, bu keşiflerden insanlığı faydalandırmaktır.

--------------->>> Psikiyatr
Link to post
Sitelerde Paylaş

Koyunları düşün..

Sende bir koyunsun diyelim..

Sürüye katıldığındamı yoksa tek başına takıldığındamı daha güvendesindir?

Dinler diyor ki gel biz sürü halinde hareket ediyoruz,tehlike var ama çok az,

Üstelik üreme daha kolay,4+ dişi veriyoruz,

Mantıklı değilmi?

İyi de koyun gibi nasıl düşüneyim? Ben insanların kalabalıkta daha tedirgin ve tehlikede olduğunu düşünüyorum.

Kişiden kişiye değişir mantığı.

Ben hiç duymadım ve çevremde de görmedim kalabalık olsun daha güvende olayım ve 4+ dişi hakkına sahip olayım diyip de dinlerin mensubu olan birini. İnancların temel nedeni korkudur. Sürü halinde kalmak ve bir çobana itaat etmek için saçma sapan inançları üretmenin mantığı nedir?

Saçma değil bhdr. Üremeye, soyun devamına direkt ya da dolaylı katkısı olmayan hiçbir önemli davranış doğal seçilimden geçmez, elenir. Bundan "Dinler olmasaydı üremezdik" gibi düz bir sonuç çıkmaz ayrıca.

Yani sen diyorsun ki inançların soyun devamına direkt ya da dolaylı katkısı var. Bu şekilde olmasaydı doğal seçilim inançları yok ederdi.

Doğal seçilim ile inancın arasında kurduğun bağlantıyı açıklayıp beni bu konuda aydınlatırmısın?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yani sen diyorsun ki inançların soyun devamına direkt ya da dolaylı katkısı var. Bu şekilde olmasaydı doğal seçilim inançları yok ederdi.

Doğal seçilim ile inancın arasında kurduğun bağlantıyı açıklayıp beni bu konuda aydınlatırmısın?

Evet, öyle diyorum. Tamamen doğru. Açıklamaya çalışayım, peki.
Homo sapiens, soyu şempanzeden ayrıldığından bu yana (5-6 milyon yı öncesine tekabül eder) sadece fiziksel olarak değil, sosyal davranışlar olarak da her bakımdan çok büyük değişiklikler geçirdi. Beynimiz katmanlar halinde üç katı büyüklüğü ulaştı, vücüt tüylerimiz döküldü, mide ve dişlerimiz küçüldü, nemi korumak için yüzümüzde hoş bir uzantı olan burnumuz ortaya çıktı vb.
Beynimizin büyümesiyle ilişkili olarak entelektüel düşünme becerisi kazandık. Maymunsu atalarımızın toplumlarında koordinasyon kabaca alfa erkeğinin egemen olduğu katı bir hirerarşiyle sağlanıyordu. Sonradan avcı toplayıcılar bunu değiştirerek çok daha farklı olan "eşitlikçi" ilke etrafında organize oldu ve dinsel davranış da bu süreçte ortaya çıktı.
Avcı toplayıcılar grup üyelerinin entelektüel kapasitesiyle güdümlenirken; bir grubun üyeleri arasında iletişim kurmak ve karşılıklı etkileşimi yönetmek amacıyla pekçok mekanizmayı denerken birçok toplumsak yenilik geliştirdi. Dil ve müzik bunların en önemlisidir.Bir bireyin zihninde ortaya çıkan düşünceleri bir diğerine kesin biçimde aktarmak için üretilmiş olan dil dışında, başka birinin bildiği ya da amaçladığı şeyi anlama-çıkarsama becerisi de geliştirmişlerdir. Bütün bu becerilere sahip olan gruplar hayatta kalma mücadelesinde kesinlikle çok daha avantajlı durumda olmuştur. Doğal seçilim toplumsal-sosyal bir türün tüm sorunları içinde en acil olanına çözüm arar ve atalarımızın ortaya çıkardığı bu yeni yeteneklerden yararlanması kaçınılmazdır. Evrim en az enerji isteyeni, en pratik olanı seçer, malum...
Ancak burada ortaya kişisel çıkarlar ve bencillik gibi sorunlar çıkar. Kişisel çıkarların peşine düşmenin ve bencilliğin törpülenmesi her bakımdan hayatidir çünkü törpüleme yalnızca ahlaki olarak kendine hakim olmayı ve grubu gözetmeyi değil, erkeklerin kendi hayatlarını grup için feda edebilecek kadar üstün ve tutkulu biçimde gruba bağlılığı da sağlar.
Birbirine en bağlı toplulukları oluşturanlar, birtakım ritüeller geliştiren, şarkı ve dansla bağlanmayı öğrenenlerdi. Oluşturdukları toplumun kurallara en fazla uyanlar, ölmüş atalarının, hala yaşamakta olan kendilerinin kalplerini gördüğüne inanlardı. Doğaüstü cezalandırmadan en çok korkanla, diğerlerinden daha uzun dayanma gücü ve direnci bulunan, toplumsal dokusu en güçlü, en ahlaklı toplumları inşa edenlerdi. Bütün bunların hepsini içeren davranış da dindi. Din denince aklımıza birkaç bin yıl evvel, öncekilerin evrilerek dönüştüğü örgütlü dinler gelmemeli. Burada bahsi edilen genellikle ruhlara ve çeşitli güçlere verilen ad olan Tanrı.
İnsanlar hayatta kalmayı bireysel olarak değil, sosyal gruplar olarak başarırlar. Sosyal bir tür için, üyelerinin birbiriyle iletişim kurma yeteneğinden daha önemli başka hiçbir şey yoktur. Buradan yola çıkarak, dilin tüm yöntemler içinde açık ara üstün olduğunu söylemek hiç de abartı olmaz. Ancak gözardı ettiğimiz bir gerçek daha vardır, o da dilin düşünce iletme sistemi olması gibi, dinsel davranışın da duygu ve ortak değerleri işaret etmenin bir yöntemi olduğudur.
Dinsel davranışın, insan doğasının (evet, inanmaya eğilimli olduğumuz çok açık) evrim geçirmiş ve hala geçirmekte olan bir parçası olduğunun en önemli kanıtı, dinin ve dini davranışların evrensel olduğu gerçeğidir.
On binlerce yıl önce bilgi yoktu. İnanç, insan gruplarını bir arada tutmak ve çeşitli amaçlar için güdülemeye yaramaktan başka , bireysel olarak da son derece yarar getiren bir gerçekti.
Bilmemek, anlamlandıramamak, en basit doğa olayından alabildiğine korkmak gibi insansal davranışlar bir biçimde düzeltilmeye ihtiyaç duyarlar, aski durumda kişinin iç dengesi bozulur. Dini inanç, bilginin hiç olmadığı on binlerce yıl boyunca insanın iç dengesini korumasına, yani homeostatis'e hizmet etmiştir. Kısaca dini davranış homo sapiens'in hem bireysel hem de toplumsal yaşamında çok önemli bir yer edinmiş, evrimsel olarak da günümüze kadar gelmiştir, daha da gideceğinden başka.
Link to post
Sitelerde Paylaş

Ben bu olgunun doğruluğunda ya da yanlışlığında değilim. O ayrı bir tartışma.

Dokunmak istediğim şey sadece, olguyu doğrulamak için mantıksal spekülasyona başvurulmuş olması. Bu, evrim kuramının çoğu yerinde yapılıyor ve kuramın boşlukları bu yöntemle dolduruluyor. Halbuki mantıksal spekülasyon, genelde teolojilerin kullandıkları, modern bilimin reddettiği, Tanrı konusuna değinmemek için özellikle kendini uzak tuttuğu bir bilgi yöntemi. Ama mabad sıkışınca o da çareyi orada buluyor.

Bilim zaten böyle bir şey değil mi? Emin olunamayan bir ayrıntıyı netleştirebilmek için elbette bir dolu fikir ortaya atılır ve boşluklar doldurulmaya çalışılır. Ancak burada aslolan, bu yeni fikirlerin daha öncekilerle ne kadar uyumlu olduğu ve eldeki verilerin onları ne kadar desteklediğidir. Bütün bunlardan sonra bilgi olarak sunulur ve geçerlilik kazanır. Kaldı ki bahsini ettiğin bu şeydir evrimi bu denli sağlam yapan. Biz de konuşurken "Bazı bilimciler böyle, bazıları da şöyle olduğunu söyler" der ve o ayrıntı hakkında konsensusa varılmadan net bir şey söylemeyiz. İnsan davranışlarıyla ilgili konsensusa varılamayacak bazı ayrıntılar olacaktır ancak o ayrıntılar genel gerçeği etkilemeyecektir. Özellikle son yirmi yılda, daha önce bilinmeyen birçok ayrıntıyı bilebilecek kadar delil elde ettik, etmeye de devam ediyoruz. Bu sayede yanlış bilgilerimizi de düzeltiyoruz.

Bunlar dışında, bu başlıkta bahsi edilenler spekülasyon değil, genel olarak çoktan kabul görmüş bilinen gerçekler.

Gelelim diğer yazdıklarına. Öncelikle şunu söyleyeyim: İslam veya Hıristiyanlık, belli dönemlerde aynı özellikleri göstermiş olabilirler. Ancak farklı yapılara ait olgular olarak bunlar farklı süreçlerin içinde yer alırlar. Sürecin farklı oluşu, o ortaya çıkan benzerliklere, aynı gibi görünseler bile farklı bir anlam kazandırır.

Bu soyut ifadeleri açayım: Mesela aklın teorik ve pratik olarak iki yönü bulunduğu, teorik olarak Tanrı'yı kavrayabilen aklın pratik olarak O'nu ispatlayamayacağı, dolayısıyla metafizik konuların bilim ve felsefe içinde olmaması gerektiği, hem Gazali'ye ham de Kant'a ait birbirine benzer bir teoridir. Fakat Gazali bunu, felsefecilerin din'e sarkmasını önlemek için yaparken, Kant ise, modern bilimi metafizikten temizlemek için yapmıştı. İşte bugün de deriz ya, Tanrı'nın varlığı, kısıtlı ampirik süreçlerle işini gören bilimin konusu değildir diye... Gazali'de bu bir muhafazakarlaşma sürecinin sonunda ortaya çıkarken, Kant'ta ise tam tersine, sekülerleşme sürecinde ortaya çıkıyordu.

Bu sadece bir örnek. Şimdi asıl konumuza gelelim: "İslam gibi katı ve kendini kilitlemiş bir dinin bazı mensupları" evrimi "son yıllarda" sahiplenmiyor. Evrimi "son yıllarda" sahiplenen, Hıristiyanlar. Şimdi süreç, her iki farklı kültürde nasıl ters işlemiş, ona bakalım:

Evrim konusu, Batı'da ortaya çıkmadan önce İslam bilim çevrelerinde bir kaç kez gündeme geldi: 8-9. yüzyıllarda Nazzam, Cahız ve Biruni, 10-11. yüzyıllarda ihvan-ı safa çevresi... Ama en meşhuru, 18. yüzyılda yaşamış bizim Erzurumlu Şeyh İbrahim Hakkı Efendi. Bunun bir meşhur Marifetname'si vardır, bilirsiniz. Hacı Bayram'daki dini kitapçıların ve mescit kütüphanelerinin başyapıtlarından biridir bu kitap. Bizim "Şeyh Efendi"nin teorilerinden biri de, insanın bir evrim sürec sonunda oluştuğu, maymunla ortak bir atadan geldiği yolundadır, diğer örnekler gibi.

Bakın burada bir naif İslam milliyetçiliği yapmıyorum, hani şu, "..oo, bizimkiler yüzyıllar önce söylemiş, bizimkiler daha önce bulmuş.." gibisinden. Benim dikkatimi en çok çeken şey, bu yazarların teorilerine o zamanlar için bilinen hiç bir itirazın olmaması. Bir daha söyleyeyim: bu adamların yazdıklarına bir Allah'ın kulu Müslüman çıkıp da "Hayır, insan evrimin ürünü değildir" diye itirazda bulunmamıştır. Daha sonra Darwin'in kitabının 19. yüzyılda çıkaracağı fırtına, o dönemde İslam dünyasında kopmamıştır. Kopmadığı gibi, konu, dini bir başlık altında ele alınmıştır. Al işte sana bir süreç farklılığı örneği daha: Bir kültürde dinsizliğin mihenk taşı olan şey, başka bir kültürde dini bilgiyi de kapsayan bir bilgi bütünlüğü içinde ortaya konuyor!

Hayır, yanlış anlaşılmasın evrim teorisiyle İslam'ı falan barıştırmaya çalışmıyorum. Bu arada, olabilir de, var "...Biz bütün canlıları sudan yarattık, kimi onların yürür, kimi sürünür..." gibisinden ayetler. Benim sonuca varmak gibi bir acelem yok. Evrim teorisini, bilhassa doğal seleksiyonun söz konusu olduğu yerlerde sınırlı süreçleri açıklamak için kullanabilirsiniz, bu konuda bir itiraz yok: beyaz tenli ve mavi gözlü ırkların kuzeyde, karaderili ve siyah gözlü ırkların ise Afrika'da yaşamaları işte, ortada.

Evrim teorisi, kendi mantıksal ve ampirik delillerini ortaya koysun, diğer bilgi alanlarında yaptığımız gibi, basitçe bekleyelim. Ama teoriyi sakatlayan şey bizzat kendi içinden geliyor: sonuca varmadaki aceleciliği ve bunu bir Tanrı-antagonizması içinde yaptığının çok belli oluşu. Sınırlı ampirik bulgulardan aşırı sonuçlar çıkarması. Serinkanlı bir teori değil evrim teorisi. Eğer karşısında bir Tanrı tehdidi asılı durmasaydı, bugün delil diye sunduğu çoğu spekülasyonu bize sunmayacaktı. Bu çok belli.

Katoliklerin papası evrimle barıştı, çünkü geçmişte çok halt yemişlerdi bu konuda. Dünyanın evrenin merkezinde olduğu ve gök cisimlerinin kusursuz küreler olduğu görüşü, bir Hıristiyan kuramı değildir. Tam tersine, Aristo ve Batlamyus'a ait, o çağın "bilimsel" bir kuramıdır. Antik gelenek ile Hıristiyan teolijisini sentezleyen kilise, bunun bir inanç sabitesi yapmıştı.

Eğer o çağda bilim'e inanan biriyseniz, güneşin dünya çevresinde döndüğünü ve güneş yüzeyinde lekelerin olmadığını söylemeniz gerekirdi. İşte ilk defa Galile, güneş yüzeyinde lekeler bulunduğunu söyleyince bu, kilisenin inanç sabiteleri açısından büyük bir kıyamet koparttı. Aynı şeye spekülatif olarak itiraz eden (güneş yüzeyinde lekelerin olmadığı nereden biliniyor diye soran) Gazali ise bizde gerici diye biliniyor.

Hata kilisenindi. Kilise bir "gelenek" kurumudur. Bilgi kurumu değil. Kendine onu layık görmüştür. Şimdi yoğurdu üfleyerek yiyor.

Benimle aynı süreçte değil.

Bunlar çok da önemi olmayan ayrıntılar. Tüm dinlerin -doğal olarak- birbirlerinden farklı özellikleri ve gelişim-değişim süreçleri vardır ancak temelde hepsi aynıdır. Bunu, söylediklerini önemsizleştirmek veya yanlışlamak amacıyla değil, genel olarak din olgusundan bahsettiğimizi hatırlatmak amacıyla söylüyorum.

Yine de söylemeden geçemeyeceğim; Gazali öncesi İslam alimlerinin daha ilerici ve bilime açık olduğunu Ali Demirsoy özellikle vurgular. Gerçi sen onu gerici bulmuyorsun galiba, o yüzden bu son cümleme katılmaman kuvvetle muhtemel. Bir başka zaman başka bir başlıkta konuşuruz belki.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bilim zaten böyle bir şey değil mi? Emin olunamayan bir ayrıntıyı netleştirebilmek için elbette bir dolu fikir ortaya atılır ve boşluklar doldurulmaya çalışılır. Ancak burada aslolan, bu yeni fikirlerin daha öncekilerle ne kadar uyumlu olduğu ve eldeki verilerin onları ne kadar desteklediğidir. Bütün bunlardan sonra bilgi olarak sunulur ve geçerlilik kazanır. Kaldı ki bahsini ettiğin bu şeydir evrimi bu denli sağlam yapan. Biz de konuşurken "Bazı bilimciler böyle, bazıları da şöyle olduğunu söyler" der ve o ayrıntı hakkında konsensusa varılmadan net bir şey söylemeyiz. İnsan davranışlarıyla ilgili konsensusa varılamayacak bazı ayrıntılar olacaktır ancak o ayrıntılar genel gerçeği etkilemeyecektir. Özellikle son yirmi yılda, daha önce bilinmeyen birçok ayrıntıyı bilebilecek kadar delil elde ettik, etmeye de devam ediyoruz. Bu sayede yanlış bilgilerimizi de düzeltiyoruz.

Bunlar dışında, bu başlıkta bahsi edilenler spekülasyon değil, genel olarak çoktan kabul görmüş bilinen gerçekler.

Evrim dışında, değil. Mantıksal spekülasyon modern bilimde, bir sonuca varma yöntemi olarak kullanılmaz. Modern bilgi anlayışı, gözlem ve veri üzerine kurulmuştur.

Örnek olarak yukarıda yazdıklarını alalım: ".....Birbirine en bağlı toplulukları oluşturanlar, birtakım ritüeller geliştiren, şarkı ve dansla bağlanmayı öğrenenlerdi..." Var mı bu konuda ampirik bir delil? Yok. Öyle olmasının daha mantıklı olması gerektiğini düşünüyoruz. O kadar. "...Oluşturdukları toplumun kurallara en fazla uyanlar, ölmüş atalarının, hala yaşamakta olan kendilerinin kalplerini gördüğüne inanlardı..." Kim söyledi? Kimse. Olabilir diye düşünüyoruz, o kadar. "...Doğaüstü cezalandırmadan en çok korkanla, diğerlerinden daha uzun dayanma gücü ve direnci bulunan, toplumsal dokusu en güçlü, en ahlaklı toplumları inşa edenlerdi..." Gene, tek dayanağı mantık. "Contemporary" bir gözlem yok burada. Contemporary dedim, yoksa çağdaş antropologların gözlemleri var, ama bunun binlerce yıl öncesindeki insan soyunun devamının sürdürülmesinde etken bir faktör olduğu, ancak bir kurgu. Mantıklı bir kurgu olabilir ama, bir kurgu. Bir kurgu olarak kaldığı sürece sorun yok ama buna bir "sonuç" olarak dayanıp güvenemezsiniz.

Ve bütün bu mantıksal varsayımlardan koskoca bir insanlık tarihi inşa ediyoruz. Bilimin başka hiç bir alanında bu kadar varsayım üzerine kurulmuş sonuçlar yok.

Fikir tabii, her zaman üretirsiniz ama bunları "varılı sonuç" statüsüne yükseltmeniz, ampirik bir sürece (gözleme dayalı / deneysel) tabi. Einstein'in teorileri bile çok sağlam bir fiziksel sağduyunun ürünü iken, onu ispatlamak için, işte, bilmem ne ışğının sapmasını gözlemledirler, bilmem ne radyasyonu kalıntılarını saptadılar vs.

Bana bakma, ben mantıksal spekülasyon kullanırım. Dinciyiz sonuçta.

Yazdıklarım, çağdaş bilimin kendisine koyduğu kurallar açısından sadece. Benim burada tutarsızlığına işaret ettiğim şey, "ampirizm de ampirizm" diye kendi modernliğini ikide bir gözümüze sokan tanrısız bilimin, üste çıkmak söz konusu olduğunda bal gibi de dışladığı yöntemlere itibar etmesi.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Bunlar çok da önemi olmayan ayrıntılar. Tüm dinlerin -doğal olarak- birbirlerinden farklı özellikleri ve gelişim-değişim süreçleri vardır ancak temelde hepsi aynıdır. Bunu, söylediklerini önemsizleştirmek veya yanlışlamak amacıyla değil, genel olarak din olgusundan bahsettiğimizi hatırlatmak amacıyla söylüyorum.

Yine de söylemeden geçemeyeceğim; Gazali öncesi İslam alimlerinin daha ilerici ve bilime açık olduğunu Ali Demirsoy özellikle vurgular. Gerçi sen onu gerici bulmuyorsun galiba, o yüzden bu son cümleme katılmaman kuvvetle muhtemel. Bir başka zaman başka bir başlıkta konuşuruz belki.

Bu, çok "fair" olmayan bir sonuç. Dinlerin aynı olan tarafları olabilir ama birbirine benzemeyen tarafları daha çoktur. Caynizmle İslam'ın biribirine benzeyen neredeyse hiç bir tarafı yok. Adları ortak sadece: din. İslam ve Hıristiyanlık, tamam, şablon olarak biribirine en çok benzeyen dinlerdir diyelim ama, bunların arasında çok kritik detay/nüans farkları var ki, süreç sonunda her şey çok farklı olarak ortaya çıkabiliyor.

Konu fazla basite indirgenmiş. Fazlaca tipik bir ateist bakış açısı: din mi, salla gitsin.

Ben tekrar edeyim: İslam'ın bilgi alanındaki tavrı, Kiliseninkinden farklı. Kiliseye kim dedi, git de Batlamyus astronomisinin önüne yat diye? Burada, süreç sonunda her şeyi birbirinde farklı kılacak kritik bir detay farkı var. İslam'ın, belli bir dönemdeki bilgiyi temellük etme gibi bir derdi yok. Dünya düz mü yuvarlak mı, güneş mi onun erafında dönüyor, o mu güneşin, hep beraber öğrenilir.

Önceki iletinde yazdığın, böyle, evrim gibi teorilerin sonuçlarıyla barışacak bir esneklik geliştirecek dinler yaşayacak, diğerleri ölecek, fazla naif bir görüş.

Hıristiyanlık için dediğin doğru. Onun İslam'dan farklı olduğu bir nokta da burası. En son Norveç Kilisesi Meryem'in başındaki "virgin" lafzını da kaldırdı. Esnek adamlar ne de olsa. Toplumun dini olarak kalmak pahasına kendi içini boşaltıyor Hıristiyanlık.

Ernst Geller mi, ismini yanlış hatırlamıyorsam, yabancı bir yazar, "...ortaçağın sonunda mevcut olan büyük dinlerden (Hıristiyanlık, İslam, Budizm vs.) bugüne kalan sadece İslam'dır" der: "Diğerleri de varlıklarını devam ettiriyor ama bu bir süreklilik konusu değil." İçini boşalta boşalta gidiyor.

Ben bir inanan olarak cek'li cak'lı konuşmayı sevmem. Ama sana şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Öyle dediğin gibi, Tanrı'yı yoklayan terorilerle barışmış, belki başka şeylerle de barışmış ve toplumun dini olarak kalmış bir İslam olmayacak. İslam Hıristiyanlık değil.

Gazali'ye gelince, onun hakkındaki genel görüş, dediğin gibidir. Ben ve bir-iki cins daha, bu konuda farklı detaylar, nüanslar bulunduğunu yazdık. Her ne ise, çok farklı, uzun ve ayrı başlık açılabilecek bir konu. Hiç ona girmeyelim. Sadece bir-iki nokta, niye öyle yazdım: Konunun popüler kültür etkisinde olduğunu düşünüyorum: senin de kullandığın "ilerici", "bilime açık" gibi sözcüklerde de görüldüğü gibi.

Bir kere o zaman, şimdiki gibi ayrışmış bir pozitifi bilim anlayışı yok. Bilim, felsefenin bütünlüğü içinde ele alınıyor, ampirik değil ve spekülasyonlara dayalı. Bilim dediğimiz bu işte. Felsefe deniyor o zaman, daha özel bir anlam vermek için "felasife". Felasifeyi İslam diyarında temsil edenler de, Aristo ve antikçağın takipçileri olan İbn Sina, Farabi ve sonrasında İbn Rüşt. Gazali'nin arayı bozduğu bu adamlar işte. Spekülatif sonuca varma yöntemleriyle İslam inancına da giriyorlar, Aristo'nun şunun bunun sonradan modası geçecek görüşlerini İslam itikadına derc ediyorlar.

Burada Gazali rüzgara karşı eylem yapmış oluyor. Yani sen tut, Batı'nın en seçme filozoflarının İslam dünyasndaki en seçme takipçilerini rezil et. Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık yoluna ihanet ediyor Gazali. Öyle diyelim bugünkü anlayışımızla. Çünkü o gün "bilim" denen oydu. Batı'dan gelmişti ve İslam'ın öğretileriyle bağdaşma gibi bir niyeti yoktu.

Yukarıdaki tartışmayla bağlarsak, İslam'ın Hıristiyanlık gibi olmamasının (ve olmayacağının) tam da açıklaması buradadır.Kilisenin bir Hıristiyan itikadı haline getirdiği Batlamyus'un astronomisini ilk önce Gazali denen gerici eleştirmişti: "Nereden biliyorsunuz güneş yüzeyinde lekeler olmadığını ve bunun bir kutsal bilgi olması gerektiğini?"

Gazali çok sonraları, İbn Sina ve Farabi'ye yaptığı eleştirilerinde haklı çıkmıştır, spekülatif bilgi eleştirisinde haklı çıkmıştır, metafizik-bilim ilişkisine ilişkin görüşlerinde haklı çıkmıştır, nedenselliğe ilişkin görüşleriyle Avrupa'da Occasionalistler denen akımı etkilemiştir, en önemlisi de uzay ve zamana ilişkin görüşlerinde haklı çıkmıştır. Onun tartıştığı filozofların tamamının ise görüşleri rafa kalktı. Bir düşünce tarihi fenomeoi olarak değerleri var sadece. Bizim İbn Sina'nın, Farabi'nin, İbn Rüşd'ün taptıkları Aristo'ya, modern bilimi geciktiren adam diye sövüyorlar şimdi.

Dedim ya konu çok uzun, çok kaba-saba yazdım, burada kesiyorum.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Evrim dışında, değil. Mantıksal spekülasyon modern bilimde, bir sonuca varma yöntemi olarak kullanılmaz. Modern bilgi anlayışı, gözlem ve veri üzerine kurulmuştur.

Örnek olarak yukarıda yazdıklarını alalım: ".....Birbirine en bağlı toplulukları oluşturanlar, birtakım ritüeller geliştiren, şarkı ve dansla bağlanmayı öğrenenlerdi..." Var mı bu konuda ampirik bir delil? Yok. Öyle olmasının daha mantıklı olması gerektiğini düşünüyoruz. O kadar. "...Oluşturdukları toplumun kurallara en fazla uyanlar, ölmüş atalarının, hala yaşamakta olan kendilerinin kalplerini gördüğüne inanlardı..." Kim söyledi? Kimse. Olabilir diye düşünüyoruz, o kadar. "...Doğaüstü cezalandırmadan en çok korkanla, diğerlerinden daha uzun dayanma gücü ve direnci bulunan, toplumsal dokusu en güçlü, en ahlaklı toplumları inşa edenlerdi..." Gene, tek dayanağı mantık. "Contemporary" bir gözlem yok burada. Contemporary dedim, yoksa çağdaş antropologların gözlemleri var, ama bunun binlerce yıl öncesindeki insan soyunun devamının sürdürülmesinde etken bir faktör olduğu, ancak bir kurgu. Mantıklı bir kurgu olabilir ama, bir kurgu. Bir kurgu olarak kaldığı sürece sorun yok ama buna bir "sonuç" olarak dayanıp güvenemezsiniz.

Ve bütün bu mantıksal varsayımlardan koskoca bir insanlık tarihi inşa ediyoruz. Bilimin başka hiç bir alanında bu kadar varsayım üzerine kurulmuş sonuçlar yok.

Fikir tabii, her zaman üretirsiniz ama bunları "varılı sonuç" statüsüne yükseltmeniz, ampirik bir sürece (gözleme dayalı / deneysel) tabi. Einstein'in teorileri bile çok sağlam bir fiziksel sağduyunun ürünü iken, onu ispatlamak için, işte, bilmem ne ışğının sapmasını gözlemledirler, bilmem ne radyasyonu kalıntılarını saptadılar vs.

Bana bakma, ben mantıksal spekülasyon kullanırım. Dinciyiz sonuçta.

Yazdıklarım, çağdaş bilimin kendisine koyduğu kurallar açısından sadece. Benim burada tutarsızlığına işaret ettiğim şey, "ampirizm de ampirizm" diye kendi modernliğini ikide bir gözümüze sokan tanrısız bilimin, üste çıkmak söz konusu olduğunda bal gibi de dışladığı yöntemlere itibar etmesi.

Evrimde de -mantıksal da olsa- spekülasyon yok. Kesin olduğundan emin değillerse emin olmadıklarını söyler, konu hakkında spekülasyonları da belirterek geçerler.

Alıntıladığım iletide de belirttiğim gibi, yeni bir bulguyla karşılaştıklarında onu değerlendirirken mutlaka eldeki veriyle ve önceki bilgilerle uyumlu olması koşuluyla değerlendirilir o. Aksi elbette spekülasyon, hatta laf salatasıdır. Yani bilimciler oturup hadis yazmaz, duygusal davranmazlar.

Bahsini ettiğin bilgilere güveniriz, onun doğru olduğuna inanırız çünkü o bildi tam da olması gerektiğini söylediğin gibi, ampirik süreçler sonucunda ortaya çıkar.

Fosiller, mağaralardaki resimler, kazılarda ortaya çıkan aletler, mezarlar ve mezarların içinden çıkanlar değerlendirilir ve bunların hepsinin işaret ettiği şey anlaşılır. Anlaşılmadığında da anlaşılamadığı belirtilir.

Örneğin avcı toplayıcıların sosyopolitik anlayışı hakkında hemen hiçbir şey bilinmez. Örneğin tek eşli olup olmadıkları konusu bile tartışmalıdır, zira bazı gruplar tek eşli, bazıları değildir, akademisyenlerin bir kısmı avcı toplayıcıların tek eşli olup çekirdek aileler kurarak yaşadığını ileri sürer ve bunu delillerle desteklerken, bir diğer kısmı çok eşli bir komün hayatı yaşayıp çocuklara herkesin birden ebeveynlik yaptığını öne sürer ve yine delillerle destekler. Görüldüğü gibi her iki iddia için de deliller mevcut. Ancak biz şunu biliriz, tek eşlilik ve aile oluşturma davranışı insan tarafından tercih edilmiş ve desteklenmiş. Ama ne dersek diyelim, avcı toplayıcılar için çok da kesin bir şey söyleyemiyoruz çünkü bilmiyoruz.

Ancak avcı toplayıcıların sosyopolitik dünyası hakkında hemen hiçbir şey bilmediğimizi söylemek, onların sosyopolitik bir anlayışı veya dünyası olmadığını söylemeye yeterli değil. Avcı toplayıcıların, dönemde yaşayan diğer insan türlerinin ve hayvanların davranış biçimlerinin çok daha ilerisinde sosyopolitik kodlar icat ettiğini net biçimde kanıtlayan birtakım kanıtlar mevcut. O kodların ayrıntısını bilmiyoruz sadece, birtakım akla son derece yatkın teoriler olmasına karşın bilmediğimizi söylüyoruz. O ayrıntılar bu anlamda önemli de değil zaten.

Bilimcilerin ne kadar temkinli ve tamamen bilimsel yaklaşıp spekülasyonla sonuca varmadıklarını göstermek için başka örnekler de verebilirim ama şu anda çok gerekli değil.

Adamlar buldukları basit bir el aletinin ne için, hangi amaçla kullanılmış olabileceğini anlamak için bile kapanıp aylarca çalışıyor. O aletle yapılabilecek her şeyi bizzat aleti ellerine alıp onlarca, yüzlerce açıdan fırlatıyor; kesmek için mi kırmak için mi yoksa sadece avlanmak için mi, eğer öyleyse hangi hayvanı avlamak için ya da savaşırken mi kullanmış... ...hiç öyle bakıp bakıp masallar yazmıyorlar yani. Din mi bu?:)

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 7 months later...

Irak'ta bir mağarada bir mezar bulundu. Mezar açıldığında bir Neandarthal insanının iskeleti ile karşılaşıldı. Mezarın toprağı dikkatle incelendi ve toprakta çiçek polenleri bulundu. Bulunan tüm polenler sınıflandırıldı ve bir çok ayrı çiçek türüne ait oldukları anlaşıldı. Bu kadar çok çeşitli çiçek türünün bir araya yoğun olarak toplanmasının nedeni olarak mezara çiçekler konması düşünüldü.

Bir çok buluntu incelendi, mezar didik didik edildi. Bulgulara göre ölünün bir şaman olduğu, Neandarthallerin dini inançlarının bulunduğu ve ölüye dini tören yapıldığı anlaşıldı. Neandarthaller türümüze en çok benzeyen soyu tükenmiş bir insan türüdür. Bizden daha iri ve kaba görünüşlü idiler. Alınları dar ve çeneleri genişti. Fakat günümüzde bir Neandarthal insanı olsa, traş etsek giydirsek sokakta yürütsek insanlar sadece iri yarı bir insan olarak görür, ayrı bir insan türü olduğunu anlayamazlardı. 

Muhammedin mezarı diye kakalanan zımbırtının incelenmesine kalkışılmaya görsün, Müslümler yeri yerinden oynatırlar peygamberimize hakaret var diye. Bırak mezarı dedikleri yeri, eşyası dedikleri bir şeyin incelenmesine izin vermezler.

İsa'nın kefeni diye bir şey ortaya çıkmıştı. Bu bez parçası didik didik edildi, neredeyse her molekülü incelendi. Sonuçta İsa'ya ait olamayacağı anlaşıldı.

Yani Müslümler dünyanın zombileri, bunlarla yaşamak zombilerin içinde zombiye dönüşmeden hayatta kalmaya çalışmak. Hiç farkı yok. Müslüm ülkelerinde yaşamak korkunç bir kabusun içinde yaşamak demek.  

İşin daha kötüsü bu zombiler dünyanın her yerinde yayılmaya, herkesi zombileştirmeye çalışıyorlar. Gidip de şurada hiç zombi yok ülen, ooooh dünya varmış, hayat varmış diyeceğin bir yer neredeyse kalmadı. Her yerdeler...

tarihinde democrossian tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Evet öyle gözüküyor. Bilinç din için ilk gereklilik oda evrimle gelişti... Her şey bir nedene bağlanırsa her şeyin sorumlusu o nedendir iyi yada kötü.  Bu cümle bana bir şeyi çağrıştırıyor... Aa, evet tanrıyı....

tarihinde NotImportant tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu tanrıcılar, bu tanrı bağlantısını nerelerinden kuruyorlar, afedersiniz ? :lol:. En sonunda söylettiniz. Yeter artık ya,  tuvalete girdin ,kokuttun. Bak kokunun sebebi sensin, o zaman tanrı vardır mı oluyor ? 

Tanrı'nın var olması imkansızdır. Olamayacağı için yoktur. Bilimsel olarak,pozitivist olarak yoktur. Felsefik olarak yoktur. Hiçbir şekilde yoktur. Alla alla yaaa. 

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...