Jump to content

Tanrı'nın Dinozorlardan Haberi Var mı ?


Recommended Posts

yani bu göktaşını düşüren doğal seçilimmi?bu kadar basitmi düşünüyorsunuz?doğal seçilimin aklımı vardıda dur şu göktaşını düşüreyimde şu dinozorlarla ileride oluştumayı düşündüğüm memeliler ve memelilerden türeteceğim insanlar biarada yaşayamazlar katiyyen.

bunamı inanıyorsunuz. :lol:

Dünyayı yönetenin insan veya dinozor olması doğal seçilimin umrunda değlidir. Doğal seçilim bir mekanizmadır düşünce tarzı değil. Zeki ve çalışkan değilsindir, üniversite sınavını kazanamazsın gibi bir şey.

Ayrıca bugünkü modern kuşlar dinozor kökenlidir.

Basit düşünen kim bilmiyorum; senin ortaya attıkların 5. sınıf çocuğunun aklında oluşan çocuksu sorulardan farksız nedense.

Yalnız ben bu dinozorlar ölmeseydi insanlar yönetime geçemezdi fikrine katılmıyorum. İnsan olsun olmasın, fiziksel gücü yetmeyen bir nesil gelecek ve zeka yönünden gelişmeye başlayacak ve dinozorların hakkından elbet ki gelecekti. Bu da çok yüksek bir ihtimalle yine aynı maymun neslinden olacaktı.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 166
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

ya tükenmese ne olacak?rahatmı yaşayacakdın şimdiki gibi?olsa olsa mağara adamı olunurdu.nankörlükte sınır tanımıyorsunuz.

Rahat yaşadığını mı sanıyorsun? Altındaki sandalye yumuşak diye rahat mı yaşıyorsun?

Hem rahat yaşamanın nesi güzel? Seni şu anda olduğun düşünce tembelliğine zorluyor. Mağara adamlarını küçümseme, çünkü onlar senin atan. Yediğin kaba tükürme.

Mağara adamı olarak kalırdık demedim farkındaysan bir de orda. O zamanki halimizle mağaralara sığınırdık dedim. Bir süre sonra da zekamız geliştikçe dünyayı ele geçirmeye başlardık. Sırf besin zincirinin en üstünde dinozor var diye hep öyle kalacak değil. Bir ara insanlar da o zincirin en üstünde değildi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Dünyayı yönetenin insan veya dinozor olması doğal seçilimin umrunda değlidir. Doğal seçilim bir mekanizmadır düşünce tarzı değil. Zeki ve çalışkan değilsindir, üniversite sınavını kazanamazsın gibi bir şey.

Ayrıca bugünkü modern kuşlar dinozor kökenlidir.

Basit düşünen kim bilmiyorum; senin ortaya attıkların 5. sınıf çocuğunun aklında oluşan çocuksu sorulardan farksız nedense.

Yalnız ben bu dinozorlar ölmeseydi insanlar yönetime geçemezdi fikrine katılmıyorum. İnsan olsun olmasın, fiziksel gücü yetmeyen bir nesil gelecek ve zeka yönünden gelişmeye başlayacak ve dinozorların hakkından elbet ki gelecekti. Bu da çok yüksek bir ihtimalle yine aynı maymun neslinden olacaktı.

Dinozorların yok olması memeli türlerinde bir patlamaya sebeb olmuştur . Yeni bu günkü memelilerin çoğunun temelleri o dönemlerde atılmıştır . Zaten daha öncede belirttiğim gibi o dönemde memelilerin sayısı çok azdı . Bilinen ilk memeliler günümzden 200 milyon yıl önce ortaya çıkmıştır . Bunlar genelde sivri sıçanlar gibi böcek yiyenlerdi . Ve boyutlarıda günümüz sıçanlarının boyutlarıyla az çok benzerlik gösterir . Bunlar yaklaşık 130 milyon yıl istilacı dinozorların gölgesinde yaşadılar . Yani kendilerinin yeryüzünü istila edebilmelerini için dinozorların yok olmasını beklediler diyebiliriz . Dinozorlar yok olunca da onların altın çağı başlamış oldu . Şimdi bunlardan yola çıkarsak eğer o meteor düşüpte dinozorları ve beraberinde bir çok canlıyı yok etmeseydi bu küçük memeliler değişim geçirip günümüz insanlarına dönüşebilirlermiydi ?

Link to post
Sitelerde Paylaş

60- Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de "asanla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.

Ve hani Musa, kavmi için istiskâ etmişti. İstiskâ; sakiy talebinde bulunmak, sakiy de suvarmaktır. Yani Musa, susuz ve kuraklıkta kalan kavminin suvarılması için bir su veya yağmur istemiş, su aramaya veya yağmur duasına çıkmış idi de Biz de ona elindeki asâ ile taşa vur demiştik. Bunun üzerine taştan on iki pınar fışkırdı. Her kısım halk, içeceği pınarı tanıdı. Haydi Allah'ın rızkından yiyin, için de yeryüzünde fesat çıkararak şuna buna saldırmayın dedik.

Tefsircilerin çoğu bu istiskânın da menn ve selva ile beraber olduğunu beyan etmişler, ancak Ebu Müslim İsfehanî bu sözün müstakil oluşunu nazar-ı dikkate alarak, bunun ayrıca bir mucize olduğunu söylemiştir. Âyet bunlardan birini tayin etmiyor.

Hz. Musa'nın asâsı ne idi ve ne kadardı? Sonra bu taş belli ve bilinen bir taş mı idi? Fahruddîn Razî, tefsirinde der ki: Asâ'nın herhangi bir ağaçtan veya cennetin mersin ağacından olduğu ve boyu on arşın ve başı iki çatallı bulunduğu; söz konusu taşın Tur'dan getirilmiş veya asâ ile beraber Hz. Şuayb'den alınmış, şöyle veya böyle özellikli veya kutsal bir taş olduğu hakkında muhtelif rivayetler var ise de bu konuda mütevatir ve kesin bir nass olmadığından, bunun detaylarına girmekten sakınmak ve susmak, "hakikatını Allah bilir" deyip işi Allah'a havale etmek gerekir. Çünkü amelle ilgili bir konuda ahad haber ve zann ile amel etmek vacip olursa da, amelî olmayan ve sırf ilmî ve itikadî özellik taşıyan bir hususta kesin nass lazımdır. Halbuki söz konusu asâ ile taşın tafsilatını bilmek de bizim için amelî bir vazife olmadığı gibi, bu konuda kesin bir nass da yoktur. Şu halde tafsilatına girmektense sükût etmek herhalde en doğru olandır. ilh...

Asânın ve taşın hakikatlerini tayin ile meşgul olmaksızın âyetten şunu anlarız ki; Cenab-ı Hak, burada hayatın mayası büyük bir dünya nimetiyle, hidayet sermayesi olan büyük bir rahmanî mucizeyi anmış ve hatırlatmıştır. Hz. Musa, susuzluktan ve kuraklıktan yanıp kavrulan kavmi için Cenab-ı Hak'tan su diliyor, yağmur duasına çıkıyor. Cenab-ı Allah da bu duayı kabul ile istenilenden daha büyük harikulâde bir nimet ihsan ediyor. Gelip geçici bir yağmur yerine, İsrailoğulları'nın on iki boyundan her birine mahsus ayrı ayrı on iki pınar fışkırtıyor ve bununla yüce varlığına ve ilahî inayetine açık bir belge bahşediyor. Öylesine bahşediyor ki, duanın arkasından fiilî bir teşebbüsün lüzumunu emrediyor, "asân ile taşa vur!" diyor. Demek ki, o sırada Hz. Musa, farzedelim bu ilahî emre derhal uymayıp da "asâyı taşa vurmanın suyla ne ilgisi var?" gibi aklî ve indî bir kıyas yapmaya ve kendi kendine fikir yürütmeye kalkışsaydı, bu nimet tecellî etmeyecekti, dualar ve yapılan araştırmalar belki de boşa çıkacaktı. O halde harikanın en büyük sırrı, bu sebebin ilhamında ve bu büyük nimetin o sebebe bağlanmış olmasındadır: Kuru taşları yarıp pınarlar fışkırtmaya kadir olan Allah Teâlâ, istenen suları doğrudan doğruya ihsan etmiyor da bir manevî sebeple bir maddî sebebe teşebbüs üzerine ihsan ediyor. Esasen manevi sebep olan dua, maddî sebebin ilhamına da vesile oluyor. İlham olunan maddi sebebin teşebbüse dönüşmesi, yani asânın taşa vurulması ile de sular fışkırıyor. Böylece hidayet bürhanı tamamiyle tecellî ediyor. Bunu da "yiyin, için, fesat çıkarmayın" irşad ve ikazı takip ediyor.

Hakikaten Allah, bir şeyi murad edince sebeplerini kolaylaştırır ve sebepler o kadar çeşitli ve sonsuz boyuttadır ki, beşer aklı ne kadar yükselse bunları ayrıntılarıyle kavrayamaz. Bunun için açıklamanın esas faydası, asâ ile taşın özelliklerini anlatmakta değil, olayın akışındaki incelikleri idrak etmektedir. Hazreti Musa gibi bir şanlı peygamberin asâsında, bu çeşit fışkırmalara sebep olabilecek her türlü mekanik kuvveti tasavvur ve tahmin etmek mümkündür. Ayrıca Hak Teâlâ'nın nimetlerinin tecellisi her zaman böyle manevi sebeplerle maddî sebeplerin birleşmesinde gizlidir. Ne kaçan fırsatlar karşısında ümitsizliğe düşmeli, ne de fırsatları ve sebepleri ihmal etmelidir. Allah Teâlâ'ya yürekten ve ihlas ile dua etmeyi hiçbir zaman elden bırakmamalı, aynı zamanda duanın en büyük semeresinin ruhî inkişaflar olduğunu bilmeli ve rahmanî ilhamlardan istifade ederek, en umulmaz sebeplere dahi başvurup, onu uygulamalıdır. İyi düşünülürse fen alanında bile en büyük keşifler, insan kalbine şimşek gibi çarpan bir ilahî telkînin eseridir. Bunu hayırda kullanan hayra, kötülükte kullanan kötülüğe ulaşır.

Dokuzuncusu:

Meâl-i Şerifi

61- Hani bir zamanlar, "Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın." dediniz. O da size "O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır." dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah'dan bir gazaba uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.

61- Ve hani siz, verilen nimetlerin kadrini bilmeyerek, şükrü ve itaatı bir yana bırakarak, terbiyesizlik edip de demiştiniz ki; ey Musa! biz tek çeşit yemeğe artık katiyyen katlanamayacağız. Yeter artık, her gün bıldırcın eti ve kudret helvası yemekten bıktık, usandık, binaenaleyh Rabbine dua et de bize toprağın bitirdiği şeylerden; yetiştirdiği sebzelerden, kabak, hıyar, sarmısak, mercimek ve soğanından çıkarıversin. Gerçi tekdüzeliğin, insan istekleri üzerinde az çok sıkıcı bir tesiri vardır. Ve buna karşı çeşitlilik isteğinde bulunmakta esasen bir günah da yoktur. Fakat bunu yaparken, bir taraftan eldeki nimetin yokluğu zamanında çekilen acıları unutmamak, diğer taraftan da yüce bir ruh haliyle ve temiz bir kalble hareket edip şükrü artırmak ve daha önemlisi, bedenin istek ve ihtiyaçlarına kapılıp edep ve terbiye dışına çıkmadan hareket etmek icap eder. Onların da "Rabbimize dua et" diyecek yerde, edepsizce "Rabbine dua et" diye imansızlık eseri göstermemeleri gerekirdi. İsrailoğulları'nın bu isteğinde, şüphesiz göçebelikten kurtulup, yerleşik hayata, şehir hayatına geçmek arzusu vardı. Fakat bu arzu, eğitim, ilim ve ibadet gibi yüksek bir maksat ve hedefe değil, bıldırcın ve kudret helvası yerine soğan ve sarmısak yiyebilmek için bayağı bir maksada dayanıyordu. Bunda da vaktiyle Mısır'da yaşadıkları sefil hayata istek ve adeta hasret gibi bir maksat yatıyordu ki, bu da hürriyetin kadrini takdir edemeyip, köleliğe talip olmak demekti. Bundan dolayı Hz. Musa cevaben şöyle dedi: siz üstün ve hayırlı bir nimeti daha aşağı bir şeyle değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise haydi bir şehre veya bir kasabaya ininiz, oraya konunuz, o vakit size istediğiniz vardır. Bu cevap, bir taraftan isteklerinin çabuklaşmasına sebep olacak şeyi göstermekte, ve nimete gidecek yolu bildirmekte, diğer taraftan da yaptıkları kötü tercihin akıbetinde uğrayacakları fenalığı ifade etmektedir.

Mısır: Hem özel isim, hem de cins ismi olarak kullanılır. Özel isim olduğu zaman gayrı munsarif olur; cerr ve tenvin kabul etmez. Fakat üç harfli olduğu ve ortası da sakin olduğu için Nûh, Lût, gibi munsarif olması da caizdir. Cins ismi olduğu zaman genel olarak kasaba anlamına gelir. Nitekim cuma namazının şartlarından birisi de mısırdır, deriz. Bu âyetde her iki anlamiyle de tefsir edilmiştir. Lakin İsrailoğulları'nın, Mısır'dan çıkışından sonra bir daha geri dönmeleri vaki olmadığı için tefsirciler bunu cins ismi olarak, Arz-ı Mukaddes'teki kasabalardan herhangi birine hamletmişlerdir. Gerçek anlamda Mısır diye anlaşıldığı takdirde bu emir sırf bir kınama ve azarlama emri olur. Yani "Mısır'a geri döner de oraya yerleşirseniz, orada bol bol soğan ve sarmısak yersiniz, belanızı da bulursunuz!" anlamına bir azarlama sözü olur. Bununla beraber ikinci takdirde, yani herhangi bir kasabaya yerleşme anlamına alındığında dahi azarlamaya yönelik bir îmâ söz konusudur. Bunun için karye veya belde (köy veya şehir) denilmeyip "mısır" denilmiştir. Demek oluyor ki, İsrailoğulları, böyle sırf soğan ve sarmısak yemek için Mısır'daki esareti andırır bir zillet haline taraftar olmuş oldular. Acaba akibetleri ne oldu? Bu noktaya gelince, Cenab-ı Hak, onları yine muhatap tutma şerefinden mahrum ederek, bir istinaf cümlesi ile buyuruyor ki üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu. aşağılandılar, hakarete uğradılar, ağır vergilere, fakirliğe ve ezikliğe mahkum oldular. ve nihayet Allah'tan bir gazaba uğradılar, müstehak oldular da devletleri yıkıldı, cemiyetleri dağılıp perişan oldular. Fâtiha sûresinde zikrolunan "kendilerine gazab edilenler"den oldular. Bu baskı, bu gazap, yani bu kötü akibet işte şunun için idi ki: onlar, Allah'ın bu kadar açık seçik âyet ve delillerini inkâr ediyor, kâfirlikte direnip, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Hz. Şa'yâ, Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya gibi nebileri şehit etmişlerdi. Yine şundan dolayı idi ki; onlar isyanı alışkanlık haline getirmişler, durmadan hadlerini aşıyorlardı. Halbuki, küçük günahlarda ısrar büyük günaha, büyük günahlarda ısrar da küfre götürür. Küfür ise her türlü kötülüğü yaptırır.

Nebiy: Nebe'den türeyen bu kelimenin aslı nebi'dir ki; Allah Teâlâ'dan vahiy ile haber getiren demektir. Ve tam olarak peygamber karşılığıdır. Çoğulu "enbiya" ve "nebiyyîn" olarak gelir. Nâfi' kırâetinde aslı üzere (hemze ile) nebîîn okunur. Nebiy, resulden daha genel anlam taşır: Her resul nebîdir, fakat her nebî resul değildir. Bununla beraber Kur'ân'-ı Kerîm'de birbirinin yerine kullanıldığı da olmuştur. Enbiyanın öldürülmesi, haksız yere yani Allah'ın koyduğu hükmün aksine katledilmeleri, bunun zaten Allah'ın hükmüne aykırılığı âşikâr olduğu halde, ayrıca açıkça ifade edilmesi, bilerek yaptıkları bu kötülükleri nass ile hükme bağlamak ve ne kadar ileri gittiklerine işaret etmek içindir. Burada, bunların Peygamber Efendimiz'e karşı giriştikleri sûikastlara da işaret buyurulmuş oluyor.

Bu gazaptan sonra acaba bunlar için hiçbir kurtuluş imkanı yok mudur? Buna cevap olarak buyuruluyor ki:

Meâl-i Şerifi

62- Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.

62- İslâmiyet'e zahirde iman etmiş olanlar, yani, Muhammed dinini dilleriyle ikrar ettiklerinden dolayı insanlar arasında müslüman sayılanlar, Musa dinine mensup olan yahudiler, İsa dinine mensup hıristiyanlar, bu üç dinin dışındaki dinlerden olanlar yani onlardan her kim, Allah'a ve ahiret gününe, bu sûrenin başında beyan buyurulduğu üzere, gerçekten dış görünüşleriyle ve içyüzleriyle iman eder ve bu imana yaraşır şekilde iyi bir iş yaparsa şüphesiz bunların Rableri katında ecir ve mükafatları vardır. bunlara korku yoktur ve bunlar mahzun da olacak değillerdir, yani, yapılan inzarlar, uyarı ve tehditler bunlar hakkında değildir.

İnsanlar Âdem'in sülbünden yeryüzüne indikleri zaman Cenab-ı Allah kendilerine "Eğer Ben'den size bir hidayet gelir de kim benim hidayetime uyarsa, işte onlara herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmeyecekler." (Bakara, 2/38) diye herhangi bir zamanda gelen hidayetine uymaları şartıyla bunu vaad etmemiş miydi? İşte Âdem'in tevbesinin semeresi olan o ilahî va'd, ebediyete kadar sürüp gidecek bir genel kanundur. Ve bu âyet ilahî kanunun bir inkişafıdır. Şu halde yahudiler gibi zillet ve meskenete düşenler ve Allah'ın gazabına uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah'a ve ahiret gününe cidden iman ederek, Allah'ın son zamanda gönderdiği hidayete uyar ve ona göre salih amel işlerlerse o gazaptan kurtulurlar. Ve Allah katında ecir ve mükafat bulurlar. Sonuçta sırrına mazhar olarak, korku ve hüzünden kurtulurlar. Lakin bundan yararlanmak için görünüşte, yani insanlar arasında mü'min ve müslüman sayılmak yetmez, hatta belli bir süre salih kişi olarak yaşamış olmak da kâfi gelmez. O imanda sebat edip, güzel bir sonla gitmek, yani son nefeste iman ve güzel amel ile Allah'a kavuşmak lazımdır.

Bu sûrenin baş tarafında "İşte onlar Rabblerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve gerçekten kurtuluşa erenler de ancak onlardır." (Bakara, 2/5) müjdesinin kimlere mahsus olduğu bilinmektedir ve bunda "Sana indirilene ve senden önce indirilene inananlar." (Bakara, 2/4) şartı da bulunmaktadır. Bunun için ahirete iman ve gerçek anlamda yakîn de bütün peygamberlerle birlikte Hz. Muhammed'e (s.a.v.) ve ona indirilen kitaba iman etmiş olanlara mahsus bulunduğu tebliğ edilmişti. Şu halde cümlesiyle beyan buyurulan gerçek imanın Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler diye tefsir edilmesi lazım geldiğinde hiç şüphe yoktur. Zaten bu âyetin bilhassa bu noktadan İsrailoğulları'na hitap şeklinde bir icmal olup, bütün bu açıklamaların İslâm dinine davet sadedinde ve "Sizin yanınızda bulunan kitabı doğrulayan bu kitaba (Kur'ân'a) iman edin ve onu ilk inkâr eden olmayın!" (Bakara, 2/41) ilâhî emrini desteklemek için gelmiş olduğunda şüpheye yer yoktur. Hz. Muhammed'in peygamberliğinden önce Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve iyi amel işleyenler bile Tevrat ve İncil hükmünce geleceğin büyük peygamberine iman ile mükellef idiler, buna işaret olmak üzere "Ahdimi yerine getirin." (Bakara, 2/40) buyurulmuştu. Böyle iken Hz. Muhammed'in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkan kalır mı? Allah'a ve hesap gününe imanı bulunan ve bu iman ile mütenasip salih amel işleyecek olan kimselerin Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr etmelerine imkan tasavvur olunabilir mi? Tarih sayfalarının şahitliğinde Hz. Muhammed'in peygamberliğinden daha açık, daha belirgin hangi peygamberlik vardır? Şu halde gökyüzündeki yıldızlardan bazılarını kabul edip de güneşi inkâr edenlerin Allah'a karşı imanlarında ciddiyet ve samimiyet tasavvur etmek gerçekle bağdaşmayan bir çelişki teşkil eder. Dikkat çekici olan şey şu ki, bu âyette iman, biri insanlara nazaran zahirî, diğeri Allah katında geçerli, hakikî iman olmak üzere iki defa zikredilmiş ve her şeyden önce "iman edenler" sözü, yahudilere, hıristiyanlara ve sâbiilere mukabil tutulmuştur. Demek ki, bu üçü, Kur'ân'ın sözkonusu ettiği imanın mutlak olarak dışındadırlar. Bununla beraber zahirî iman sahipleri bunlarla eşit tutulmuş ve hepsinin kurtuluşu kâmil iman ve salih amel şartına bağlı gösterilmiştir. Demek ki, gerek zahirî mü'min olan müslümanlar, gerek müslümanların dışında kalan yahudi, hıristiyan, sâbiî vs. Kur'ân'da yer aldığı şekilde Allah'a ve ahiret gününe dış görünüşte ve içyüzüyle cidden iman eder ve salih ameller yaparlar ve bunda sebat gösterirlerse o zaman "Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar." ifadesinin sırrına mazhar olacaklardır ki, bunda da İslâm dininin davetiyle ve hidayetiyle bütün insanlara açık ve cihanşümûl bir din olduğu aşikar olur. Bu âyetten nihayet şu sonuca geliriz ki, İslâm dininin hakim olduğu müslüman toplumun teşekkülü için İman-ı Hakikî (gerçek iman) şart değildir. Onun zahirî bir ikrar ile dahi gerçekleşmesi sözkonusu olduğu gibi, bunun içinde dünyaya ait nokta-i nazarlarla bir siyasî anlaşma ile öbür dinlere mensup insanlar dahi din hürriyeti ile hayat haklarına mazhar olurlar. Fakat bütün bunlar arasında ferdî veya ictimaî (sosyal) anlamda gerçek selamet (kurtuluş) ancak kâmil iman ve salih amel sahiplerine vaad olunmuştur. Çünkü toplumun temel direği ve nizamın esas dayanağı bunlardır. İşte İslâmiyet'in gerek dünya, gerek ahiret için vaad ettiği selamet ve saadetin sırrı da bu gerçeğin içinde gizlidir. Şu halde kâmil iman ve salih amel erbabının bilgi ve amel feyizlerinden mahrum olan, sadece dış görünüşüyle müslüman bulunan bir İslâm toplumunun "Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar." ilâhî va'dine mazhar olması sözkonusu değildir. Allah'a imanı olmayanlar, hakkı yerine getiremezler, ahirete imanı olmayanlar da ebediyete hizmet edemezler. Herkesin yalnızca kendi nefsi için çalıştığı bir toplumun manzarası "Kimsenin kimseye faydası dokunmayacağı günden korkun!"(Bakara, 2/48) âyeti ile tasvir edilen kıyamet gününün bir benzeridir.

Yahudi: Arapça'da (hâde-yahûdü-hevden) esasen tevbe etmek mânâsına olduğu gibi, Yahudi olmak mânâsına da gelir. Deniliyor ki, Araplar arasında bunlara Yahudi denilmesi, ya daha önce geçtiği gibi, buzağıya tapmaktan vazgeçip tevbe etmeleri dolayısıyladır, yahut da "Yahûza" isminin Arapça söylenişi sebebi iledir. Yahûza ise Hz. Ya'kub'un on iki evladının en büyüğünün ismidir. Buna göre; Yahudî, İsrailoğulları'nın on iki boyundan birincisinin adı olması gerekirken, öneminden dolayı zamanla bütününe birden isim olmuştur. Bu demektir ki, "Yahûd" cins ismi olarak kavmin veya boyun adıdır. Tekil olarak kullanıldığında "Yahudî" denilir ki, o kavme mensup olan kişi demektir.

Nasârâ: "Nasrânî" kelimesinin cem'îdir (çoğuludur). Keşşâf'ın beyanına göre; tekil (müfred)i "nasran"dır ve sonuna mensubiyet "ya"sı geldiği zaman Ahmedî gibi mübalağa anlamı ifade eder. Hıristiyanlar kendilerine bu ismi vermişlerdir ki, bu da üç ayrı sebebe bağlı olarak beyan ediliyor:

1- Hz. İsa'nın nâzil olduğu (indiği), "Nasıra" köyüne nisbettir. İbnü Abbas, Katade, İbnü Cüreyc bu görüştedirler.

2- Aralarında tenâsur (yardımlaşma) bulunması, yani birbirlerine yardımcı olmaları yüzünden bu adı almışlardır.

3- Hz. İsa, havarîlerine "Allah'a giden yolda bana yardım edecek kimdir?" (Âl-i İmrân, 3/52) buyurmuş, onlar da "Allah'ın yardımcıları biziz." (Âl-i İmrân, 3/52) diye cevap verdikleri için bu isimle anılmışlardır.

"Nasrânî" Grekçe'ye "hıristiyan" diye tercüme edilmiştir ki, "Hristos"a nisbettir. Frenkler "Kırist" diye telaffuz ediyorlar. Hıristos, halaskâr, fidye-i necat (can kurtarma akçesi) ödeyerek kurtaran "müncî" diye açıklandığına göre "Nasrânî" bunun Arapça'sıdır. Şu halde "nasranî" hıristiyan, "nasârâ" da hıristiyanlar demek olur.

Sâbiîn: Yahut "sâbîe" hakkında da çeşitli görüşler vardır. Evvelâ lügat bakımından denilir ki, "filan adam dininden çıktı, filan dine girdi." demektir. Bu anlamdan dolayı Mekke müşrikleri Hz. Peygamber'e diyorlardı. Çünkü eski dinlerine aykırı yeni bir din ortaya koyuyordu. Ayrıca yıldızlar doğuş yerlerinden çıkıp yükseldikleri zaman denilir. Binaenaleyh gerçek lügat anlamı itibariyle ve karşılık karinesiyle "Sâbiîn" izafî bir anlam taşıdığından, İslâm, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer dinlerin mensuplarına şâmil olur. Bununla beraber geleneksel bir deyim olarak daha özel ve dar anlamlarda da kullanılmıştır.

1- Katade'nin açıkladığı şekilde bunlar, meleklere tapan bir taifedir.

2- Yıldızlara tapan bir taife oldukları da tefsirlere geçmiştir. Fahruddîn Râzî, akla yakın olan budur, der. Ve bunların başlıca iki görüşleri vardır: Birincisi; derler ki, "Âlemin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır. Lakin Allah, yıldızlara saygıyı ve bunların ibadet için kıble yapılmasını emretmiştir." İkinci iddiaları ise şudur: "Allah Teâlâ, burçları ve yıldızları yaratmıştır. Fakat bu âlemdeki hayır ve şerri, sağlığı ve hastalığı meydana getiren, canlıları yöneten ve yönlendiren yıldızlardır. Şu halde bu dünyanın, bir anlamda Rabbi onlardır ve insanların onlara saygı ve ta'zim göstermeleri vaciptir. Çünkü onlar da Allah Teâlâ'ya ibadet ederler ve insanlara aracı olurlar." derler. Bu mezhep, Gildânîlere mensup olanların görüşüdür ki, Hz. İbrahim bunları red ve iptal için peygamber olarak gönderilmiştir . Bunların Hz. Nuh'a ve bazı rivayetlerde Hz. İdris'e nisbet iddiasında bulundukları da söylenir. Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne sığınma bunlardan kalmadır. Maide sûresinde bununla ilgili açıklama gelecektir. (Bkz: Maide, 5/69).

tarihinde michaelscoffield tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Dinozorların yok olması memeli türlerinde bir patlamaya sebeb olmuştur . Yeni bu günkü memelilerin çoğunun temelleri o dönemlerde atılmıştır . Zaten daha öncede belirttiğim gibi o dönemde memelilerin sayısı çok azdı . Bilinen ilk memeliler günümzden 200 milyon yıl önce ortaya çıkmıştır . Bunlar genelde sivri sıçanlar gibi böcek yiyenlerdi . Ve boyutlarıda günümüz sıçanlarının boyutlarıyla az çok benzerlik gösterir . Bunlar yaklaşık 130 milyon yıl istilacı dinozorların gölgesinde yaşadılar . Yani kendilerinin yeryüzünü istila edebilmelerini için dinozorların yok olmasını beklediler diyebiliriz . Dinozorlar yok olunca da onların altın çağı başlamış oldu . Şimdi bunlardan yola çıkarsak eğer o meteor düşüpte dinozorları ve beraberinde bir çok canlıyı yok etmeseydi bu küçük memeliler değişim geçirip günümüz insanlarına dönüşebilirlermiydi ?

Evet dediklerin doğru; fakat eninde sonunda, zekasıyla üste çıkan bir nesil olma olasılığı yüksektir. Bu belki çok gecikecekti dinozorlar o zaman ölmeseydi.

Link to post
Sitelerde Paylaş

...

Baktım ne zaman başın sıkışsa, bilim ve mantığının yetmediği yerde hemen ayetleri yapıştırıyorsun. Sıkıldım hepsini okumaya şunların çünkü genelde yapıştırdığın ayetler hiçbir açıklama ifade etmiyor.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Baktım ne zaman başın sıkışsa, bilim ve mantığının yetmediği yerde hemen ayetleri yapıştırıyorsun. Sıkıldım hepsini okumaya şunların çünkü genelde yapıştırdığın ayetler hiçbir açıklama ifade etmiyor.

ALLAH(CELLE CELALÜHÜ,NÜN)BİZATİHİ SÖZLERİ ONLAR.BENİM İÇİN EN ÖNEMLİ KAYNAK.

tarihinde michaelscoffield tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Takozlamaya başladınmı alakasız ayetleri , yorumları bir islami siteden araklar buraya yapıştırırsın . Sen de hiç mi yüz yok be adam . Bunların konumuzla ne alakası var . Madem boyunu aşacak bir tartışma var ne diye sazan gibi atlıyosun hemen ? Senin ne olduğunu bilmiyomuyuz sanki . Burda sana cevap yazanların amacı seni madara edip yüzünü morartmaktı . Zaten senin birşey anlamıyacağın ortadaydı . Ama bakıyorum ki sende ne utanma var ne gurur . Bunlar hakaret olarak algılama sakın . Zaten şimdiye kadar benim kimseye hakaret ettiğim görülmemişlerdir . Bunlar bizzat senin kendinde göremediğin şeyler .

Link to post
Sitelerde Paylaş

ALLAH(CELLE CELALÜHÜNÜN)BİZATİHİ SÖZLERİ ONLAR.BENİM İÇİN EN ÖNEMLİ KAYNAK.

Evet diyorum ya, bilim ve mantık yerine 1400 yıllık bir yazıtı kabul ediyorsun. Sana çağdışı, gerici, nurcu vs. derlerse kızma; çünkü bilim bir yöne doğru ilerlerken ona ters giden bir kitaba inanana ne derler bilmiyorum.

Eğer başkalarına kendi sözlerinle cevap veremeyip de hemen Kuranda yazanlara başvuruyorsan zaten bu senin bu konudaki bilgisizliğini ve yorum yapamamanı gösterir. Ben sana kendi fikrini savun diyorum. Sen bana ayet sunuyorsun. Gönderdiğin ayetler de okunur gibi olsa. İki üç ayet göstersen olayın püf noktası olacak nitelikte okuyacağım da böyle olunca direk görüntü kirliliği.

tarihinde nitrocan tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Takozlamaya başladınmı alakasız ayetleri , yorumları bir islami siteden araklar buraya yapıştırırsın . Sen de hiç mi yüz yok be adam . Bunların konumuzla ne alakası var . Madem boyunu aşacak bir tartışma var ne diye sazan gibi atlıyosun hemen ? Senin ne olduğunu bilmiyomuyuz sanki . Burda sana cevap yazanların amacı seni madara edip yüzünü morartmaktı . Zaten senin birşey anlamıyacağın ortadaydı . Ama bakıyorum ki sende ne utanma var ne gurur . Bunlar hakaret olarak algılama sakın . Zaten şimdiye kadar benim kimseye hakaret ettiğim görülmemişlerdir . Bunlar bizzat senin kendinde göremediğin şeyler .

BU AYETLER İSRAİLOĞULLARIYLA SİZİN ARANIZDAKİ İNANILMAZ NANKÖRLÜK BENZERLİKLERİNİ ORTAYA KOYUYOR.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Konuyu saptırmaya çalıştığın açıkça gözlenebiliyor michaelscoffield . Bu tür saptırmalara devam edersen seni rapor etmek zorunda kalıcam . Bu hareketimi nasıl algılarsan algıla umrumda bile olmaz . Ancak nasıl başladıysan öyle bitir . Bari iki yüzlü olduğunuda düşünmeyelim .

Link to post
Sitelerde Paylaş

BU AYETLER İSRAİLOĞULLARIYLA SİZİN ARANIZDAKİ İNANILMAZ NANKÖRLÜK BENZERLİKLERİNİ ORTAYA KOYUYOR.

Nankörlük, ancak senin inandığın tanrının varlığında vardır. Yaratan yoksa, nankörlük yapılacak biri de yoktur.

İsrailoğullarıyla bizim aramızdaki bu nankörlük benzerliğinin de konuyla hiçbir alakası olmadığını niye anlamıyorsun? Bize nankör diyecektiysen "Kuranda da İsrailoğullarıyla aranızdaki bu nankör olma benzerliğinden söz ediliyor" demen ve referans göstermen yeterliydi. Bizim burada tartıştığımız şeyle ne alakası var anlamadım.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu arada benimde ilk iletim bu forumda.

Bir insan bir şeyi tasfir ederken duyumlarından,görgülerinden ,yada yoksunluklarından yola çıkar.

Bırakın dinazorları adamın ne kızılderililerden,ne diger dinlerden(bilinen yahudi musa,isa hariç)hiç haberi yok.

Özlemini çektiği şeyler,yada ona göre güzel olan şeyler ne ?,ırmaklar ,kenarında ağaçlar,meyveler ,hayvanlar,güzel kızlar.cennet tasfiri tamda buna göre.Antalyayı veya bir isviçreyi görseydi herhalde cennet tanımı çok,ama çok değişirdi.

Neandertaller bir gerçek,varmı buna ithafen bir ayet,bir yorum ,yok.Hani her şey kuranda belirtiliyordu.

İnsan aklı ile yazılan ,bilgi eksikliğide üzerine eklenen bir kitaptan,vede bir insandan ne bekliyoruzki.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Birbirinizi anlamıyorsunuz tamam. Ama ateist sayısı bu kadar çok olduğu halde bir tanecik müslümanı anlamıyorsunuz. Zaten anlaşamadığınız için müslümanlar ve ateistler VAR. Scoffield şunu demeye getiriyor bence, tüm öteki rasyonel idealistler gibi:

Dünya'daki canlılığın oluşumu her ne şekilde olursa olsun, nihayetinde bilinçli bir canlının (insan) ortaya çıkması İÇİNDİR (bu idealist görüştür ve dayanakları vardır).

Dinozorlar evrilerek(*) devasa boyutlara ulaşmıştır, yeryüzündeki bitki kütlelerini soğurmaktadır, metan gazı salmaktadır, etobur olanları rekabete girilemeyecek kadar avantajlıdır vs... Yani nihayetteki narin ve bilinçli canlının ortaya çıkmasına engeldir. Göktaşı yada herneyse, dinozorların aniden yok olması ve memelilerin gün yüzüne çıkması olsa olsa bilinçli canlının ortaya çıkması için yapılmış bir "yapay seçilim"dir.

Bunun ardındaki idealist altyapıyı anlamadıkça, ortanıza aldığınızı böyle döversiniz zorba mankafa çocuklar gibi. Önce argümanın özünü anlayın.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Birbirinizi anlamıyorsunuz tamam. Ama ateist sayısı bu kadar çok olduğu halde bir tanecik müslümanı anlamıyorsunuz. Zaten anlaşamadığınız için müslümanlar ve ateistler VAR. Scoffield şunu demeye getiriyor bence, tüm öteki rasyonel idealistler gibi:

Dünya'daki canlılığın oluşumu her ne şekilde olursa olsun, nihayetinde bilinçli bir canlının (insan) ortaya çıkması İÇİNDİR (bu idealist görüştür ve dayanakları vardır).

Dinozorlar evrilerek(*) devasa boyutlara ulaşmıştır, yeryüzündeki bitki kütlelerini soğurmaktadır, metan gazı salmaktadır, etobur olanları rekabete girilemeyecek kadar avantajlıdır vs... Yani nihayetteki narin ve bilinçli canlının ortaya çıkmasına engeldir. Göktaşı yada herneyse, dinozorların aniden yok olması ve memelilerin gün yüzüne çıkması olsa olsa bilinçli canlının ortaya çıkması için yapılmış bir "yapay seçilim"dir.

Bunun ardındaki idealist altyapıyı anlamadıkça, ortanıza aldığınızı böyle döversiniz zorba mankafa çocuklar gibi. Önce argümanın özünü anlayın.

Hiç senin dediğin gibi bir görüş duymadım. (duyduğum bu yazdığının tam karşılığı değil)

Bilinç dediğimiz şeyin sadece insanda olmadığının da farkındasındır umarım.

Eğer dinozorlar memeliler ortaya çıksın diye bir irade tarafından yok edildiyse, bu irade dinozorları en başta niye gönderdi?

tarihinde nitrocan tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

maykk her zaman olduğu gibi bu yontulmamış fikirlerinle şenlendiriyosun forumu..

evrimdeki doğal seçilim mekanizmasıyla bir gök taşının dünyaya düşüp dinozorları yok etmesi arasında bir alaka varmış gibi sıyırtmış hemen.. ayrıca dinozorları yok eden de gök taşı değildir, ondan sonra yaşanan iklimsel felakettir...

puppett de aklınca ona tercüman olmuş.. ayrı bir faul yapmış...

zıçtı maykıl puppet bez getir...

tarihinde Faramir tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Birbirinizi anlamıyorsunuz tamam. Ama ateist sayısı bu kadar çok olduğu halde bir tanecik müslümanı anlamıyorsunuz. Zaten anlaşamadığınız için müslümanlar ve ateistler VAR. Scoffield şunu demeye getiriyor bence, tüm öteki rasyonel idealistler gibi:

Dünya'daki canlılığın oluşumu her ne şekilde olursa olsun, nihayetinde bilinçli bir canlının (insan) ortaya çıkması İÇİNDİR (bu idealist görüştür ve dayanakları vardır).

Dinozorlar evrilerek(*) devasa boyutlara ulaşmıştır, yeryüzündeki bitki kütlelerini soğurmaktadır, metan gazı salmaktadır, etobur olanları rekabete girilemeyecek kadar avantajlıdır vs... Yani nihayetteki narin ve bilinçli canlının ortaya çıkmasına engeldir. Göktaşı yada herneyse, dinozorların aniden yok olması ve memelilerin gün yüzüne çıkması olsa olsa bilinçli canlının ortaya çıkması için yapılmış bir "yapay seçilim"dir.

Bunun ardındaki idealist altyapıyı anlamadıkça, ortanıza aldığınızı böyle döversiniz zorba mankafa çocuklar gibi. Önce argümanın özünü anlayın.

Ortamıza kimseyi almadık . Usulca bize bu konuyu açıklamalarını istedik ki zaten senin konuyu okumadan direkt olarak burdaki tartışmaları baz alarak bu yazıyı yazdığın belli .

İdealist bir anlyıştan bahsetmişsin . Nedir bu idealist anlayış arkadaşım . Tuttuurmuşsun bir idealist , rasyonelist gidiyosun . Benzetmene bayıldım bu arada . Peki senden önceki başaramadı . Sen biz zorba mankafa çocuklara bi anlat bakim şu konunu aslını . Anlat ki anlayalım hangimiz mankafayız dimi ? Tartışmadan doğrular açığa çıkarmı ?

Şu yapay seçilim meselesi ayrı bir konu . Yapay seçilimle bunun ne alakası var ? Yada yapay seçilim hakkında ne kadar bilgin var ?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...