Jump to content

Kur'an'daki Çelişkiler Doğru mu? -1


Recommended Posts

Evvela sen ne anlarsın sulb ile teraibden! Bu iki tabirinde geniş yelpazede bir anlam çeşitliliği var ve ayetlere baktığında sulb ile kastolunanın, kuyruk sokumuna kadar omurga olduğu, göğüs kemiklerinin sağ sol kaburgalara doğru dallanan her bir boğumuna teribe denmesi ve bunun cemiisinin de teraib olmasından hareket ile de teraibin göğüs kafesi kaburga kemikleri olduğunu anlarsın!

Bu geniş yelpaze ve anlam çeşidi, karın altına kadar iniyor mu?

İnmiyor.

Öyleyse daha ne lagaluga yapıyorsun?

Gerçi evvela kinaye nediri anlaman ve kuranda cinsel organ bahsindeki bazı örnekleri bilmen lazım senin, sende o istidad olmasada bir deniyelim!

İmdi kuranı kerimde çeşitli ayetlerde furuc tabirini görürüz!

ALINTI

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا

Ve o ırzını korudu

Enbiya 91

وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ

Onlar ki, ırzlarını korurlar

Muminun 5

وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ

Ve ırzlarını korusunlar

Nur 30

وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ

Ve ırzlarını korusunlar

Nur 31

Enbiya suresindeki ferc, diğer ayetlerdeki furuc apış arasından, cinsel organlardan kinaye ile ırz diye meallendirilir!

ALINTI

FÜRÛC, Fercin çoğuludur. Ferc, aslî mânâsında iki şey arasındaki açıklık demektir. Bu şekilde gerek erkek, gerek dişi insanın bacakları arasındaki açıklığa da gerçek olarak bu isim verilir ki, dilimizde apışarası denir ve bu deyim ile avret mahallinden kinaye de edilir ki, Kur'ânda bu mânâ ile geçmiş ve onun için erkeğe de dişiye de kullanılmıştır. Sonra özellikle kadının ön avretinden kinaye olarak kullanılması fazla yapılmış ve kinaye değil, sarih denecek derecede bu şekliyle kullanılmıştır. "Fercini korudu" (Enbiya, 21/91) bu mânâdadır. "Fercleri koruma" emri haramdan fevkalade korumakla ırzı muhafazadan kinayedir.

Elmalılı

Görüldüğü gibi kuran cinsel organ ve avret mahallini kast eder iken kinaye ile edebi ve nezih ifadeler kullanmaktadır!

Tarık suresinde de sekisinci ayette döndürülecek olanın insan olduğu aklın ve kuranın insanın yeniden dirilme ile rabbine döndürüleceğinden defaatle bahseden ayetlerinin delaleti ile sarih olduğuna göre yedinci ayette hem cinsel birleşme hem cinsel organlardan kinaye olduğunu anlamamak içün meal münekkidi olmak lazımdır!

Amma velakin, bunları der iken daha evvelde dediğim gibi kuran burada sadece bunu diyor da demiyorum!

Zikrettiğim ve anlamadığın gibi يَخْرُجُ "yehrucu çıkar" مَّاء دَافِقٍ main dafikin sıfatı olarak kabul edilip meal münekkidlerinin bilemeyeceği şekilde burada birde gizli zamir farz edilip çıkanın erkeğin suyu olduğu da kabul edilebilir!

Bu halde ayette göstermeye gayret ettiğim gibi hem "min" ifadesi ile halk arasında erlik suyu diye tesmiye olunan sıvının bir kısmından çocuk olabildiği, bu sıvının dafik ifadesi ile zikredilen manidar hususiyetleri beşeriyete bildirilmekle birlikte birde hem bu sıvının mahiyeti hem belki hammedesi gibi konularada işaret edilmiştir!

Bu saha tıbbın sahası olduğu ve ehlinin konuşması icab etmesi gerektiği içün, haddimi aşıp tafsilata giremem! Yapabileceğim "eğerki ayette böyle işari manalarda var ise acaba bu hususta ilmi çalışmalar ne demektedir" sualini sorup, buna cevap aramaktır!

Bu minvalde başlıkta sana ben yazmadan evvel sunulan makalelerde görüleceği gibi, benim de sana verdiğim makalelerde kemik iliği ve üreme hücreleri arasında rabıta kuran ilmi çalışmalar vardır!

Bütün bunlar seni derin derin tezekküre gark edeceğine, kendi nazarında Allah kelamı olmadığını düşündüğün ve bundan mütevellid beşer kelamı zannettiğin bu kitapta, bu zanna göre ondört asır evvel niçün en bilindik ve malum ifadenin değilde ondört asır sonra çeşitli çalışmalar ile, üstelik gayrı müslim çalışmaları ile mütenasip ifadeler geçtiği üzerinde kafa yoracağına yine sathi, kaba saba bir inkar bataklığına saplanman ne hazin!

Şu saçmalıkları yazmaktan sıkılmıyor musun?

Konuya hiçbir katkısı olmayan ve bunları yazmakla hiç birşeyi kanıtlayamayacağın halde neden gerek duyuyorsun?

Sırf yazıda zenginlik olsun ve kafa karıştırsın maksadından dolayı.

Dans yeri değil burası karacahil. Bu konuda yazacağın açıklama 3-4 satırı geçmez neticede.

Soruya dair bir açıklama yok ama laf salatası ve demagoji dolması bol miktarda mevcut.

Sonuçta sulb ve teraib'in göğüs ile omurga arası olduğunu kabul ettin mi?

Ettin.

Şimdi tut da kaldır göğsünün sınırına doğru testislerini, bak bakalım yetişiyor mu? :lol: :lol:

Kişi iki omuzu üzerinde taşıdığı başta, seninkine benzer bir beyin taşıyor ise tabi garipsemez amma asgari akli melekelere sahip ise, bırak ondört asırdır şunca müslümanı, en büyük muarızlarının dahi zekasını, dehasını takdir ettiği ve kimisinin beşeriyet tarihinde en muhim insanlar sıralamasında, iman ettikleri peygamberden bile önce Hz. Muhammedi zikrettiklerini biliyor ise böyle saçma sapan sözler söylemez!

Hz. Muhammed beşeriyet semasının güneşidir!

Gerçeğe sadakat şart!

Tabi canım. Kulu olun o güneşin!

O güneşiniz sadece sizin değil, kainatın da efendisidir üstelik.

Var mı onun gibi muhteşem bir dini kitap yazan? (Furkan var ama o sayılmaz. O ağlatamıyor.) :lol:

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 664
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Bu geniş yelpaze ve anlam çeşidi, karın altına kadar iniyor mu?

İnmiyor.

Aslında "Gerçi evvela kinaye nediri anlaman ve kuranda cinsel organ bahsindeki bazı örnekleri bilmen lazım senin, sende o istidad olmasada bir deniyelim" demiş idik, ümitsiz vakıa olduğunu bildiğimiz halde :)

Ah mecazı, kinayeyi en muhimi türkçeyi bile tam bilmeyen pante, "iki şey arasındaki açıklık" da tek başına bakar isen kendi içinde üreme organlarını ifade etmez amma bak, görüyorsunki bunlardan kinaye diye kullanılıyor!

Kuran gibi bir kitapta üreme organlarına böyle edebi bir şekilde değinilmesini kafanın alamasına hiç şaşırmıyoruz, esasen bir çok ayette

-En sonunda O'na döndürüleceksiniz

-Ancak O'na döndürüleceksiniz

denilen insan içün, tarık sekizde إِنَّهُ عَلَى رَجْعِهِ لَقَادِرٌ denmesini, bundan mütevellid buradaki "onu" şe işaret edilenin, bir evvelki ayette "çıkan" olduğunu anlayamamanı da anlıyoruz!

Bak, sen hiçbir şey anlamaz iken biz nasıl anlıyoruz :)

Bakma güldüğüme, inan senin içün üzülmekteyim!

Tabi canım. Kulu olun o güneşin!

Ancak görülen ve görülmeyen bütün alemlerin rabbi olanın kuluyuz!

Onun beşeriyete gönderdiği son uyarıcıya muhabbetimizde zati görülen ve görülmeyen alemlerin rabbine olan bağlılık ve aşkımızın tezahürüdür!

Şu nimete malik olmanı çok isterdik pante, hem sen hem bundan mahrum olan herkesin!

Amma kişi nefsini değiştirmedikçe onda cari olan hüküm değişmiyor!

İmdi bak hafta sonu yaklaştı, nasip olur ise eve dönüyoruz, böyle aralıklarla değil daha sık yazabileceğiz!

Sen o vakte kadar dersine iyi çalış, bak yine son davete icabet edememişsin, belki dersine iyi çalışır isen bu davete icabet edemeyeceğini amma sadece icabet etmemekle de iktifa edilmemesi gerektiğini, luzumlu olan itirafın yapılmasının insani bir vazife olduğunu da çözebilir, müdrik olabilirsin!

Gerçeğe sadakat şart!

Link to post
Sitelerde Paylaş
Aslında "Gerçi evvela kinaye nediri anlaman ve kuranda cinsel organ bahsindeki bazı örnekleri bilmen lazım senin, sende o istidad olmasada bir deniyelim" demiş idik, ümitsiz vakıa olduğunu bildiğimiz halde :)

Ah mecazı, kinayeyi en muhimi türkçeyi bile tam bilmeyen pante, "iki şey arasındaki açıklık" da tek başına bakar isen kendi içinde üreme organlarını ifade etmez amma bak, görüyorsunki bunlardan kinaye diye kullanılıyor!

Kuran gibi bir kitapta üreme organlarına böyle edebi bir şekilde değinilmesini kafanın alamasına hiç şaşırmıyoruz, esasen bir çok ayette

-En sonunda O'na döndürüleceksiniz

-Ancak O'na döndürüleceksiniz

denilen insan içün, tarık sekizde إِنَّهُ عَلَى رَجْعِهِ لَقَادِرٌ denmesini, bundan mütevellid buradaki "onu" şe işaret edilenin, bir evvelki ayette "çıkan" olduğunu anlayamamanı da anlıyoruz!

Bak, sen hiçbir şey anlamaz iken biz nasıl anlıyoruz :)

Bakma güldüğüme, inan senin içün üzülmekteyim!

Kimi çelişkiler şairin müteşabih sanatından, kimi çelişkiler ses armonisini sağlayabilmekten, kimileri ise kinaye yapmaktan doğmuştur diyorsun yani!

Ben de sana bir kinaye yapıp "Kafadan bacaklı" dersem sakın yanlış anlama,

bacaklarının kafanda olduğunu söylemek istemiyorumdur. :lol:

Acziyetin, bilim karşısında eli kolu bağlı kalmanın tezahürüdür bu saçmalamalar.

Ben de bu zavallılığa üzülüyorum.

Siz yine umutla bekleyin. Birgün meninin kaburga ve omurga arasından çıkıp geldiği ortaya çıkabilir.

Belki de Allah sınıyor, bilimle insanları yanıltıyordur. "Kinaye yapıp aldatayım şu insanları da bana inanmasınlar. Ben de onları cehennemde sonsuza kadar hergün ateşte yakıp işkence yapayım." diye planlamıştır belki.

Sen o vakte kadar dersine iyi çalış, bak yine son davete icabet edememişsin, belki dersine iyi çalışır isen bu davete icabet edemeyeceğini amma sadece icabet etmemekle de iktifa edilmemesi gerektiğini, luzumlu olan itirafın yapılmasının insani bir vazife olduğunu da çözebilir, müdrik olabilirsin!

İşte sen busun!

Kendini tatmin etmek için papağan gibi aynı lagalugaları tekrarlaman karşısında, bu oyuna gelmeyeceğimi ve yazacağın mesaja yanıt vermeyeceğimi önceden yazmıştım.

Sonraki yazdığın saçmalıklara cevap verip, sana sürekli sakız gibi aynı lafları tekrarlama fırsatı vermeyeceğim.

Eminim ki şu yukarıda yazdığıma da bir yığın lafazanlık yapacaksın.

Ona da yanıt vermeyeceğim.

Çünkü sen hastasın. Her mesajın üzerine uzun uzun yazacak şekilde şartlanmış bir kompleksli yapın var. Aynı inadı ben de gösterecek olsam, konunun sonu gelmez.

Milleti baydın, bıkkınlık getirdin. Ortaya koyabildiğin hiçbirşey yok ama dilin bir karış.

Bu durum karşısında bir yerde konuyu noktalamak için "büyüklük ben de kalsın" dedim ve kestim.

Ama hasta kafanla bunu bile "cevap veremedin" şekline dönüştürebiliyorsun.

Diyorum ya, sen na'şel bir meczupsun. Çünkü sağlam kafalı biri bunu yapmaz, yapamaz.

Limon gibi sıkılmaya devam etmek istiyorsan Kur'an'daki Çelişkiler-2 başlığına geçebilirsin.

Görüyorum ki posan kaldı ama hala sıkılmaya doymuyorsun.

Biz posadan bile su çıkartırız, sen iste yeter ki. :D

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kimi çelişkiler şairin müteşabih sanatından, kimi çelişkiler ses armonisini sağlayabilmekten, kimileri ise kinaye yapmaktan doğmuştur diyorsun yani!

Yok öyle demiyorum, dediğim "tenakuz iddiaları bırakınız kuranı ve indiği lisanı bilmeyi, türkçe bile bilmeyenlerin eçheliyetidir" diyorum :)

Ben de sana bir kinaye yapıp

Bilmediğin şeyi yapamazsın pante, evvela kinaye nediri bileceksin!

bilim karşısında eli kolu bağlı kalmanın tezahürüdür bu saçmalamalar.

İlim şu vakte kadar her daim kuranı teyid etmiştir çünki kuran alemi var edenin kelamıdır ve ilim alemin esrarını çözme sanatıdır!

Kainat kitabı ile kelamı kadim arasında tenakuz olamaz, bundan mütevellid ilimde her daim kuran bahsinde "sadakallahul azim" demiştir!

Gözüne evvela ayette çıkanın insan olduğunu, yani doğumunun kast edildiğini sokuyoruz, yetmiyor cinsel birleşme, cinsel organlar içün kuranda kullanılan nezih ifadeleri zikrediyoruz, buda yetmiyor tarık suresinde kuranın şumüllü ifadeleri ile birden çok manayı burada da kastetmiş olabileceğini belirtip bu minvalde üreme hücreleri ile sulb ve teraib arasında rabıta kuran ve gayri müslimlere ait onca makaleyi zikrediyoruz ama münkir hala "ilim karşısında eliniz kolunuz bağlı" diyor :)

Elleri kolları bağlı olan birisi varda görüldüğü üzre bu sensin, kuran muhalifleridir!

bu oyuna gelmeyeceğimi ve yazacağın mesaja yanıt vermeyeceğimi önceden yazmıştım.

Zavallı pante, aklınca kuyruğu dik tutacaksın amma şu sözler sarahat ile "ben kuranın bir bütünü, o bütünü aşan paylar ile bir varis tablosunda zikrettiğini, misalen dört oğulun her birine 1/3 gibi bir taksimat yaptığını gösteremem, yine ben avl uygulanan varis tablolarının kuranda bir ayet bütünlüğü içinde yer aldığını da gösteremem çünki olmayan şey gösterilemez" dediğini ortaya koyuyor!

Olayda sıkıntılı tek cihet, bunun bir insana, gerçeğe sadakati olan birisine yaraşır şekilde değilde pante vari şekilde ifade edilmesi!

Sen bunu kendine yakıştırıyorsan bize de laf düşmez ki :)

Limon gibi sıkılmaya devam etmek istiyorsan Kur'an'daki Çelişkiler-2 başlığına geçebilirsin.

Memnuniyet ile geceriz yanlız uyaralım, davet eder iken iyi bir tercih yapmaya gayret et, en az defolu olan başlığın hangisi ise onu seç ve başlıkta ele aldığın meselelere dair hiç olmaz ise sathi malumatın olsun!

Bunlar olsunki bizde "söz söylemeye cüret ettiği sahada asgari malumatı olmayanı ezme" gibi bizide üzen bir fiilin faili olmayalım!

Gerçeğe sadakat şart!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Başlık okurlarından bu karacahil yerine ben özür diliyorum.

Sizi aynı tekrarlarla ne derece baydığını tahmin edebiliyorum.

Aslında ideal bir sazandır reyting için ama okurları düşünerek bunu kullanmayacağım. :D

Ve traşı kesmesi için gereksiz polemiğe girmeyecek, konu dışında yazmayacağım.

Bu başlığın sonucu ortadadır:

- Unutulan ve yanlış kullanılan "De ki" gafları için "Olsa da olur olmasa da, neticede kimin konuştuğu belli" ya da "Ayetlerdeki ses armonisini bozmamak için kullanılmamış" gibi ikna edici olmayan mantıksız izahlar getirilmeye çalışılmıştır.

- Miras ayetlerindeki matematik hatası konusunda "Ayetlerde ilk bahsedilenlerin payları verildikten sonra mirastan kalan pay en son adı geçen varise verilir" şeklindeki ayetlerde olmayan hileli bir yöntem öne sürülmüştür. Bunun yanında Kur'an dışına çıkmak zorunda kalınarak avliye-reddiye yöntemleri savunulmuştur. Nisa-12 ile 176 arasındaki bariz oran çelişkileri de yine Kur'an dışından izah edilmeye çalışılmıştır. Yani, sonuçta sadece Kur'an ile varislerin payları korunacak şekilde bir çözüm bulunamamıştır.

- Tarık-7 ayetindeki meninin çıkış yeri konusunda ise demagojiden başka bir izah getirilemediği ortadadır. En acz içinde kalınan konu budur. Bu konuya hadisler de fayda etmemektedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

- Tarık-7 ayetindeki meninin çıkış yeri konusunda ise demagojiden başka bir izah getirilemediği ortadadır. En acz içinde kalınan konu budur. Bu konuya hadisler de fayda etmemektedir.

Kur'an'da şaşırtıcı bir biçimde hiçbir şekilde ovumdan da bahsedilmez... Kadın, erkeğin tohumlarının ekildiği bir tarla gibi görülür... Varsa yoksa meniden bahsedilir; ondan da zaten yanlış bahsedilir... Tabii bunda şaşıracak bir şey yok aslında, ne de olsa 6. yy'daki galenik tıbbın bilgisi bu kadardı ne yapsın adamlar...

Link to post
Sitelerde Paylaş

Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı." (Nisa Suresi, 82)

Kardeşim, içinde çelişki bulunan bir kitap (Kuran'ı tenzih ederiz) böyle güçlü bir meydan okumada bulunmaz. Çelişki melişki yok.

Çelişki iddialarına verdiğim bazı cevapları şuralarda bulabilirsiniz:

http://forum.ateizm2.org/index.php?showtopic=36482&view=findpost&p=597533

http://forum.ateizm2.org/index.php?showtopic=36482&view=findpost&p=597484

Daha önce de belirttiğimiz gibi bazı Kur'an ayetlerinin (bazı) insanları okuduğunda saptırma özelliği vardır.

tarihinde CihadTV tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı." (Nisa Suresi, 82)

Kardeşim, içinde çelişki bulunan bir kitap (Kuran'ı tenzih ederiz) böyle güçlü bir meydan okumada bulunmaz. Çelişki melişki yok.

Demek ki her meydan okuyabilene inanmak gerekiyor.

Mormonların kitabında da var meydan okuma, hadi git ona da inan öyleyse!

Çelişki iddialarına verdiğim bazı cevapları şuralarda bulabilirsiniz:

http://forum.ateizm2...ndpost&p=597533

http://forum.ateizm2...ndpost&p=597484

Daha önce de belirttiğimiz gibi bazı Kur'an ayetlerinin (bazı) insanları okuduğunda saptırma özelliği vardır.

Sen boşver onları, gel böyle de alalım ifadeni! :lol:

Link to post
Sitelerde Paylaş

Başlık okurlarından bu karacahil yerine ben özür diliyorum.

Sizi aynı tekrarlarla ne derece baydığını tahmin edebiliyorum.

Aslında ideal bir sazandır reyting için ama okurları düşünerek bunu kullanmayacağım. :D

Ve traşı kesmesi için gereksiz polemiğe girmeyecek, konu dışında yazmayacağım.

Bu başlığın sonucu ortadadır:

- Unutulan ve yanlış kullanılan "De ki" gafları için "Olsa da olur olmasa da, neticede kimin konuştuğu belli" ya da "Ayetlerdeki ses armonisini bozmamak için kullanılmamış" gibi ikna edici olmayan mantıksız izahlar getirilmeye çalışılmıştır.

- Miras ayetlerindeki matematik hatası konusunda "Ayetlerde ilk bahsedilenlerin payları verildikten sonra mirastan kalan pay en son adı geçen varise verilir" şeklindeki ayetlerde olmayan hileli bir yöntem öne sürülmüştür. Bunun yanında Kur'an dışına çıkmak zorunda kalınarak avliye-reddiye yöntemleri savunulmuştur. Nisa-12 ile 176 arasındaki bariz oran çelişkileri de yine Kur'an dışından izah edilmeye çalışılmıştır. Yani, sonuçta sadece Kur'an ile varislerin payları korunacak şekilde bir çözüm bulunamamıştır.

- Tarık-7 ayetindeki meninin çıkış yeri konusunda ise demagojiden başka bir izah getirilemediği ortadadır. En acz içinde kalınan konu budur. Bu konuya hadisler de fayda etmemektedir.

Bu ileti bu tartışmanın gayet güzel bir özeti olmuş.

İlk cümle hariç.

Limon sıkmak özür dilemeyi gerektirmezki...

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bütün başlığı okuduğuma göre bende bir özet yapayım.

Birinci iddia X dilinden Y diline yapılmış tercümelerden hareketle, X dilini ve gramerini bilmeyen kişi tarafından gramer hataları bulduğunu iddia etme komikliği olmuş. Bu noktada kendisine ciddi dersler verilmiş ancak yinede "gramer hatası bulmak için gramer bilmeye ne gere var" komikliğinden kendisini iddia sahibi kurtaramamıştır.

İkinci iddia miras konusundaydı. Bu iddiada da komikliğin aynı komiklik olduğunu iddia sahibinin islam miras hukukunun m'sini bilmediğini ortaya koyan saygı değer bir üye sayesinde anlamış olduk. Öz üvey kardeş, kızlı erkekli çocukların mirastaki payı ve eşlerin miras alımındaki özel durumları gibi çok temel noktaları bilmeyen iddia sahibi zaten saygı değer üyenin defalarca yaptığı açık davete icabet edememiştir. Oysa o saygı değer üyenin de belirttiği gibi bu iddia doğru olsaydı bu davete çok dahat cevap verilebilirdi.

Üçüncü iddia konusunda da bilimsel makaleler karşısında kem küm dışında bir itiraz getirilememiş.

Kısacası tam ve eksiksiz bir özeti iddia sahibi açısından(şakşakçılar ne kadar ara gazı verip durumu kurtarmaya çalışsada) yapmak istersek MADARA OLMAK'tan başka daha uygun bir özet herhalde bulamayız.

Link to post
Sitelerde Paylaş
Birinci iddia X dilinden Y diline yapılmış tercümelerden hareketle, X dilini ve gramerini bilmeyen kişi tarafından gramer hataları bulduğunu iddia etme komikliği olmuş. Bu noktada kendisine ciddi dersler verilmiş ancak yinede "gramer hatası bulmak için gramer bilmeye ne gere var" komikliğinden kendisini iddia sahibi kurtaramamıştır.

Mantığa bakar mısınız!

"Kul-de ki" eksikliklerinden-gafllarından söz edebilmek için Arapça gramer bilmek gerekiyormuş. :lol:

Ben Arapça gramer bilseydim eğer, şu iddiaları getirirdim örneğin;

Birinci Hata:

Mâide (5), 69. âyet:

“Muhakkak ki inananlar, Yahudiler, Sâbi’îler ve Hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Arberry)[12]

" إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَى مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ. "

Yukarıdaki âyette gramer hatası bulunmaktadır. “es-Sâbi’ûne” sözcüğü yanlış bir şekilde i‘râb edilmiştir.

Aynı kelime, diğer iki âyette, aynı gramer ortamında doğru şekilde i‘râb edilmiştir.

Bakara (2), 62; " إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ …"

Hacc (22), 17; " إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ …"

Mâide 69. âyette kelimenin “es-Sâbi’ûne”, Bakara 62. ve Hacc 17. âyetlerinde ise “es-Sâbi’îne” olarak yazıldığını müşahede ediyoruz. Son iki âyette “es-Sâbi’ûne” kelimesi doğru bir şekilde i‘râb edilmiştir. Çünkü cümlenin başında bulunan “İnne” lafzı “nasb” adı verilen bir harekeleme şeklini gerekli kılar ve “ya” da “nasb alâmeti” dir. Fakat Mâide 69. âyette “es-Sâbi’ûne”’ye “ref‘” alameti olan vav verilmiştir. Bu sebeple burada sarih bir gramer hatası vardır[13].

İkinci Hata:

Nisâ (4), 162. âyet:

“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekâtı veren, Allah'a ve âhiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Arberry)

" لَكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا "

“el-Mukîmîne” kelimesi “el-Mukîmûne” şeklinde, cümledeki diğer isimler gibi merfu olmalıydı. Ondan önceki iki isim (الراسخون veالمؤمنون ) ile sonraki isim (والمؤتون) doğru şekilde i‘râb edilmiştir. Bazıları bu kelimenin namazı önemsemek ve methetmek için bu şekilde i‘râb edildiğini iddia etmişlerdir[14]. Fakat İbnu’l-Hatîb bunun yanlış bir çıkarım olduğunu zikretmektedir[15]. Bu gibi çıkarımlar mantığa meydan okumak sayılır. Bir kimse dinin esası ve kökü olan imanı değil de; fer’î bir meselesi olan namazı neden önemsesin? Ayrıca bu mantık bir önceki âyetteki i‘râb hatasına uygulanabilir mi? Sâbi’îler’in, inananlardan ve Ehl-i Kitaptan daha önemli olduklarına hükmedebilir miyiz? Ayrıca Sâbi’îler neden diğer âyetlerde değil de sadece bir âyette önemsendiler? Allah bu illetli mantıktan çok yücedir. Bu yüzden bu da sarih bir nahiv hatasıdır[16].

Üçüncü Hata:

Tâhâ (20), 63. âyet:

“Onlar gizlice dediler ki: ‘Bu ikisi sihirbazdırlar’…” (Arberry)

" قَالُوا إِنْ هَذَانِ لَسَاحِرَانِ … "

“Hâzâni” kelimesi “hâzeyni” şeklinde olması gerekirdi.

“Hâzâni” kelimesi yanlış bir şekilde i‘râb edilmiştir. Çünkü isim cümlesinin başında bulunan “inne” sözcüğü, ref‘ durumunda bulunan ismi “nasb” eder ve “nasb alameti” de “ya” dır. Bu da üçüncü bir gramer hatasıdır[17].

Dördüncü Hata:

Bakara (2), 177. âyet:

“İyilik (takva/hayır), yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. Fakat iyilik şudur; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman etmek, mal sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve kölelerin kurtuluşuna vermek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermektir. Onlar antlaştıkları zaman sözlerini yerine getirirler ve zorluklar karşısında, darda kaldıklarında ve savaş esnasında sabırlıdırlar…” (Arberry)

" لَيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء … "

Yukarıdaki âyette beş gramer hatası mevcuttur. Bunlardan dördünde fiilin yanlış sığası kullanılmıştır. Zira cümle “Tuvellû/تولوا” geniş zaman sığası ile başlarken diğer dört fiil geçmiş zaman sığası ile yazılmıştır:

‘Âmana/آمن fiili tu’minû /تؤمنوا ;

‘Âtâ / آتى fiili tu’tû / تؤتوا ;

‘Akâma / أقام fiili tukîmû / تقيموا ;

‘Âtâ / آتى fiili tu’tû / تؤتوا şeklinde olmalıdır.

Yukarıdaki âyet, kelimesi kelimesine tercüme edildiğinde şu şekilde olmalıdır: “İyilik yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir: fakat iyilik; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman etmiş (believed) kişidir; ve malını vermiş (gave), …ve namazı kılmış (performed) ve zekatı vermiş (paid) kişidir.” Fakat İngiliz mütercimler sığayı dikkate almışlar ve iman etmiş (believed), vermiş (gave), kılmış (performed) ve vermiş (paid) fillerini düzelterek geniş zamanda yazmışlardır. (Örnek için Arberry, Pickthall, Yusuf Ali ve Rodwell’in tercümelerine bakınız.)

Beşinci hata ise “es-Sâbirîne/الصابرين” kelimesinin yanlış i‘râb edilmesidir. Kendinden önceki “el-Mûfûne/الموفون” kelimesi gibi “es-Sâbirûne/ الصابرون” şeklinde i‘râb edilmesi gerekirdi.

Beşinci Hata:

Âl-i İmrân (3), 59. âyet:

“Îsâ’nın durumu, Allah katında, Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona ‘ol’ dedi, o da hemen oluverdi.” (Arberry)

" إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ "

Yukarıdaki âyet, kelimesi kelimesine tercüme edildiğinde şu şekilde olmalıdır: “İsâ’nın durumu, Allah katında, Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi, o da hemen olur (and he is).” Bu tercüme Pickthall’e aittir. Dikkat edildiğinde “Yekûn/يكون (is)” lafzını Arapçada olduğu şekliyle, geniş zaman sığası ile tercüme etmiştir.

“Yekûn/يكون” lafzı (İngilizce’de “is” dir), bir önceki “dedi/قال” fiilinin sığası olan geçmiş zaman sığası ile uyum sağlayabilmesi için “Kâne/كان (was)” olmalıdır. Arberry, Yusuf Ali ve Rodwell Bu durumu tercümelerinde düzeltmişlerdir.

Altıncı Hata:

Enbiyâ (21), 3. âyet:

“Kalpleri boş şeylerle doludur. O zalimler gizliden gizliye fısıldaşarak derler ki:…”

" لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُوا … "

Âyetteki “Eserrû/أسرّوا” kelimesi “Eserra/أسرّ” şeklinde olmalıdır. Yukarıdaki cümle bir fiil cümlesidir ve böyle bir cümlede uygulanan kaideye göre; eğer fiil (müzekker) failden önce gelir ve bu fail cümle içerisinde zikredilirse bu fiil mufred (müzekker) gaib sığasında olmalıdır. (Aynı kaide iki mezkûr “müzekker” in yerine “müennes” in geçeceğini ifade etmektedir.) Fakat yukarıdaki âyette fiil çoğul sığasında gelmiştir[18]. Yukarıdaki kaidenin diğer âyetlerde nasıl uygulandığını görmek için şu örneklere bakınız: Âl-i İmrân (3), 52[19]; Yûnus (10), 2[20]; Nahl (16), 27[21]; Nahl (16), 35[22]; Âl-i İmrân (3), 42[23]; Hucurât (49), 14[24].

Yedinci Hata:

Hacc (22), 19. âyet:

“İşte şu iki hasım Rableri hakkında çekişmeye girmişler.”

" هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ … "

Arapçada kelimeler, İngilizce’de olduğu gibi kemmiyete göre çekimlenmiş ya da i‘râb edilmişlerdir. İngilizce’de iki çekimleme şekli vardır: tekil ve çoğul. Bu yüzden İngilizce’de iki adam çoğul olarak kabul edilmiştir. Fakat Arapçada üç şekil söz konusudur: mufred, tesniye ve cemi. Bu yüzden fiiller ve isimler; mufred, tesniye ve cemi hallerine göre i‘râb edilirler. Bu âyetteki fiil, sanki fail iki kişiden fazlaymış gibi i‘râb edilmiştir. Fakat âyet sadece iki kişiden bahsetmektedir. Bu yüzden tesniye kaidesi gereğince “İhtesamû/اختصموا” fiili “İhtesamâ/اختصما” şeklinde olmalıdır.

Sekizinci Hata:

Hucurât (49), 9. âyet:

“Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşurlarsa onların aralarını bulun.” (Arberry)

" وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا "

Bu âyetteki hata bir önceki âyette geçen hatanın benzeridir. Sayı yine tesniye/ikil olmasına rağmen fiil, fail çoğulmuş gibi i‘râb edilmiştir. Bu yüzden “İktetelû/اقتتلوا” fiili “İktetelâ/اقتتلا” şeklinde olmalıdır[25].

Dokuzuncu Hata:

Munâfikûn (63), 10. âyet:

“Ey Rabbim, ne olurdu bana biraz mühlet verseydin de malımın sadakasını verip iyilerden olsaydım.” (Arberry)

" … رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُن مِّنَ الصَّالِحِينَ "

“Ekun/أكن” fiili yanlış bir şekilde i‘râb edilmiştir. Halbuki “Ekûne/أكون” şeklinde olmalıydı. Son sessiz harf harekesiz olmak yerine “e”/üstün ile harekelenmeliydi. Çünkü “Ekun/أكن” fiili mansûbtur. Bir önceki fiil olan “Essaddaka/أصدق” doğru biçimde i‘râb edilmiş ve fiil nasb halindedir. Bunun sebebi ise şudur: Arapçada muzari bir fiilin önüne nasb eden harflerden biri gelirse fiil nasbedilir. Bu harflerden biri de “fâ-i sebebiyye” dir.

Onuncu Hata:

Şems (91), 5. âyet:

“Gökyüzüne ve onu bina edene” (Arberry)

" وَالسَّمَاء وَمَا بَنَاهَا "

Arapçada “Mâ/ما (that which)” sözcüğü insan dışı varlıklar için kullanılmaktadır. Fakat yukarıdaki âyette özne (fail) Allah’tır. Bu yüzden burada kullanılması gereken sözcük Arapça “Men/من (him who)” dir. Arberry bu âyeti şu şekilde tercüme etmiştir: “Gökyüzüne ve onu bina edene (that which)” Allah’ı kastederek. Bununla birlikte Pickthall insan dışı varlıklar için kullanılan “Mâ/ما (that which)” sözcüğünü düzelterek şu şekilde tercüme etmiştir: “Gökyüzüne ve onu bina edene (Him Who)”.

Doğrusu Pickthall şu iki âyeti de düzelterek tercüme etmiştir:

“Yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene/Him Who”. Şems (91), 6. âyet

“Her bir nefse ve onu düzenleyene/Him Who”. Şems (91), 7. âyet

Yusuf Ali problemden kaçınmak için âyeti şu şekilde tercüme etmiştir: “Gök kubbeye ve onun mükemmel yapısına”. Bu sayede fail olan “Allah” âyetin tercümesinde yer almamaktadır. Âyeti bu şekilde tercüme etmesinin sebebini dipnotta şu şekilde açıklamaktadır: “Bu ve sonraki cümlelerde geçen mâ-i masdariyye’nin, İngilizce’ye isim olarak tercüme edilmesi çok uygundur. Fakat “Benâhâ/بناها” deki “بنى” isim olmayıp, Arberry ve Pickthall’in tercümelerinde olduğu üzere geçmiş zaman fiilidir. “Mâ/ما” sözcüğü “Men/من” (‘who’ anlamında) şeklinde olmalıydı ve buradan hareketle “Who” nun başharfi büyük ‘W’ olmalıdır.”

On Birinci Hata:

Fussılet (41), 11. âyet:

“Sonra iradesi, bir gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyurdu: ‘İsteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin’. Onlar da: ‘Gönüllü olarak geldik’ dediler.”

" ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ "

Gökyüzü ve yeryüzü Arapçada müennes isimlerdir. Baştaki “Dediler/"قالتا fiili, buna uygun olarak, hem müennes hem de tesniye gelmiştir. Fakat âyetin sonundaki “Gönüllü olarak/طائعين” kelimesi; “sıfatlar kendinden önceki isimlere sayı ve cinsiyet yönüyle uyarlar” kuralına aykırı olarak hem müzekker hem de çoğul olarak gelmiştir. Bu yüzden çoğul için kullanılan “طائعين” kelimesi yerine, müennes ve tesniye için kullanılan “طائعتين” sözcüğü gelmeliydi.

On İkinci Hata:

A‘râf (7), 56. âyet:

“Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır.”

" إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ "

Yukarıdaki âyet bir isim cümlesidir. Böyle bir cümlede haber/yüklem ile mubteda/özne arasında tezkîr-te’nîs yönünden uygunluk olmalıdır. “Yakın” anlamındaki “قريب” sözcüğü, “Allah’ın rahmeti” anlamındaki “رحمة الله” kelimesinin haberidir ve bu iki sözcük müzekkerlik-müenneslik yönünden birbirine uyum sağlamalıdır. Fakat Arapça metinde durum böyle olmamıştır. “Rahmete/رحمة” kelimesi müennestir ve bu sebeple müzekker olan “قريب” sözcüğünün yerine müennes şekli olan “قريبة” kelimesi gelmelidir[26].

Bu kaide diğer âyetlerde, doğru bir biçimde, şu şekilde geçmektedir:

Tevbe (9), 40. âyette: “كَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا ” Burada hem “Kelimetu/كلمة” hem de “Hiye/هي” lafızları müennestir. Bunun yerine “كلمة الله هو الأعلى” söylemek kesinlikle doğru değildir. Aksi halde bu da “إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ … ” âyeti gibi yanlış olacaktır.

On Üçüncü Hata:

A‘râf (7), 160. âyet:

“Biz onları on iki kabileye ayırdık.”

" وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا …"

“Esbâtan/أسباطا” kelimesi yerine “Sibtan/سبطا” gelmeliydi.

Arapçada kelimesi kelimesine “twelve tribes/اثنتي عشرة أسباطا/on iki kabile” olarak geçmektedir. Bu İngilizce’de doğru olabilir ama Arapçada değil. Arapçada “twelve tribe/اثنتي عشرة سبطا/on iki kabile” şeklinde olmalıdır. Zira on sayısının üzerindeki ma‘dûd isimler mufred olmalıdır. Bu kural şu Kur’ân âyetlerinde doğru bir şekilde uygulanmıştır: A‘râf (7), 142[27]; Bakara (2), 60[28]; Mâ’ide (5), 12[29]; Tevbe (9), 36[30]; Yûsuf (12), 4[31].

Kur’ân, bitmemiş ve yorumlanmadan tamamen anlaşılamayan cümleler içermektedir. Ayrıca yabancı kelimeler, garip Arapça sözcükler ve kendi anlamının dışında kullanılan kelimeler; sayı ve cinsiyet uyumu dikkate alınmadan i‘râb edilmiş fiiller ve sıfatlar; bazen hiçbir mercii olmadan, mantıksız ve dilbilgisi kurallarına uymayan atfedilmiş zamirler; çoğunlukla öznelerinden uzak yüklemler vb. unsurlar içermektedir. Özetlemek gerekirse Kur’ân’da, yüzden fazla genel kaide ve yapılardan sapmalar tespit edilmiştir…[32]

Bu itibarla, yukarıda zikrettiklerimiz bu hataların sadece bir numunesi konumundadır ve daha fazlası ileride gelecektir.

Yukarıdaki hataların bir kısmı sadece modern eleştirmenler tarafından tespit edilmiş değildir. Bunlar, İslam’ın ilk asrında, Hz. Muhammed’e en yakın kişiler tarafından da bilinmekteydi. Osman’ın, Kur’ân’ın ilk standart nüshasını gördükten sonra şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Onda (Kur’ân’da) gramer hataları görüyorum ve Araplar onları dilleriyle düzelteceklerdir.”[33] Yukarıdaki rivâyeti el-Furkân adlı eserinde zikreden Müslüman âlim İbnu’l-Hatîb, Hz. Muhammed’in hanımlarından Âişe’ye nispet edilen başka bir rivâyet zikreder ve şöyle der: “Allah’ın Kitabı’nda üç gramer hatası vardır, bunlar kâtip hatalarıdır:

Tâhâ (20), 63. âyette; " قَالُوا إِنْ هَذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم …"

Mâide (5), 69. âyette;

" إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَى مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ "

Nisâ (4), 162. âyette;

" لَكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا "[34]

Burada şu iki açıklamayı yapmak gerekir:

Birincisi:

Müslümanlar, bugün elimizde olan Kur’ân’ın Hz. Muhammed’e vahyedildiği şekliyle var olduğunu, hatta tek bir harfinde bile değişiklik olmadığını iddia etmektedirler. Ne var ki Kur’ân’da gramer hataları bulunmaktadır. Bu hatalar karşısında iki seçenekten birini tercih etmek zorundayız. Ya Kur’ân bu hatalarla birlikte vahyedildi ya da bu hatalar, Kur’ân’ın istinsahı sırasında kâtiplerin dikkatsizlikleri sonucu ortaya çıkmıştır. Başka bir ihtimal söz konusu olamaz. Birinci seçenek düşünülemeyeceğine göre, ikincisi tek mantıklı açıklamadır. Fakat bu (ikinci seçenek), mevcut Kur’ân’ın “Peygambere indirildiği şekliyle bozulmadan bizlere ulaşan vahyedilmiş yegane metin” olmadığını da ifade etmektedir. Zira daha sonraları metinde herhangi bir değişiklik yapılmamış ve dilin orijinal saflığı bozulmamıştır.

İkincisi:

Yukarıdaki hatalar bir makalede yayınlandığında bunlar (reddiyelerle) düzeltilecektir. Fakat makale bu hatalarla var olduğu sürece Kur'ân’ın bir şaheser olduğu kabul edilemez.

Kur’ân, bu hatalar sebebiyle, bir şaheser olmaktan çok uzaktır. Eğer beşerî söylemle, Kur’ân’ın bir şaheser olduğu söylenemiyorsa onun ilâhî menşeli edebî bir mucize olduğunu kim dürüstçe söyleyebilir?

http://forumeydan.ipbfree.com/index.php?showtopic=1469

Ama görüldüğü gibi bunları ele almış değilim. Onlara da sıra gelecek, hatta çok daha fazlalarına. :D

İkinci iddia miras konusundaydı. Bu iddiada da komikliğin aynı komiklik olduğunu iddia sahibinin islam miras hukukunun m'sini bilmediğini ortaya koyan saygı değer bir üye sayesinde anlamış olduk. Öz üvey kardeş, kızlı erkekli çocukların mirastaki payı ve eşlerin miras alımındaki özel durumları gibi çok temel noktaları bilmeyen iddia sahibi zaten saygı değer üyenin defalarca yaptığı açık davete icabet edememiştir. Oysa o saygı değer üyenin de belirttiği gibi bu iddia doğru olsaydı bu davete çok dahat cevap verilebilirdi.

Yine bir mantık sefaleti. Yine konuya değil şahsa yönelik eleştiriler.

Sanki bu konuyu ortaya atan benmişim gibi, sanki yıllardır bu konuya net bir açıklama getirebilmişler, sanki ben boş bir iddiayı savunuyormuşum gibi acziyet ifade eden yanıtlar. Sana iyi sörfler:

Kur'an'da matematik hatası

Üçüncü iddia konusunda da bilimsel makaleler karşısında kem küm dışında bir itiraz getirilememiş.

:lol: :lol:

Bilimsel makaleymiş!

Sen bilimsel makalenin ne olduğunu bile bilmiyorsun.

Cinsel organların omurga ile kaburga arasında olduğu kıvırmalarına bilimsel makale denmez, bilim karşısında düşülen hezeyanlar denir.

Kısacası tam ve eksiksiz bir özeti iddia sahibi açısından(şakşakçılar ne kadar ara gazı verip durumu kurtarmaya çalışsada) yapmak istersek MADARA OLMAK'tan başka daha uygun bir özet herhalde bulamayız.

Düştüğünüz durumu iyi tarif etmişsin.

Kimin madara olduğu ortada!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kurandaki miras paylaşımı hatasını kurtarmak içn kullanılan takdiklere örnekler.

1. Normal avl paylaşımı. Mirasın toplam miktarını tutturuyor ama, Kuranın verdiği oranları tutturamıyor.

2. Payların toplamını bir faktör ile çarparak denklem kurmaya çalışanlar fakat yaptığının zaten avl olduğunun farkında olmayanlar.

3. Adaletli paylaşım. Bu şekilde paylaşılırsa adaletlei olur tesellisi için yapılan uzun uzun laf kalabalıkları.

4. Kuranda verilen oranlar mutlak oran değil, sınırdır diye teselli olma yorumları.

5. Aslolan Kuranda verilen oranları tutturmak değil, mirascıların oranlarının birbirine oranının sabit kalmasıdır kıvırtmaları.

6. Birinci mirascıya oranı kadar mirastan vermek, ikinci mirascıya mirasdan arta kalanında oranı ölçüsünde vermek vs. Sona kalan dona kalmasın diye de sonuncuya hepsini vermek. gibi yeni icatlar.

7. Paylaşımın birinci dereceden değil ikinci dereceden denklemlerle çözdüğünü zanneden fakat ikinci dereceden denklemin ne olduğunu bilmeyenler.

8. Kuran oranlarını fuzzy logic ile anlatmaya çalışan fakat fuzzy logici bilmeyenler.

9. Yaşamamış rahmetlilerin söylemedikleri hadisleriyle Kuranın ayıbını örtme çabaları.

Bunlar benim dikkatimi çekenler. Belki daha fazlası da vardır.

Bunlardan bazıları farkında olmadan bütün tam sayıların birbirlerine eşit olduğunu dahi ispatlamışlardı(!).

Sevgiler

Link to post
Sitelerde Paylaş

Arkadaşlar Nisa suresi ile ilgili kısmı ben anladım. Ayet tek parça değil farklı durumlar için verilmiş farklı oranlar var. Zaten bütün kombinasyonlar ayette tek tek 1'e eşitlenmek için sıralansaydı galiba 2 kuran daha yazılırdı. Matematiksel olarak aklımızla sadece oranları genişeletip ve sadeleştirerek sonuca ulaşacağız. Başka forumlarda geçti defalarca ayeti okudum sonuç farklı durumlar için verilmiş farklı oranlar var 1'i aramak manasız. Ayette nisbi oranlar belirtilmiş.

Yalnız ben hala esas konumuzun çözüme ulaştırıldığını düşünmüyorum zariyat suresini biraz daha açarak ateist arkadaşlardan değilde arapçaya hakim müslüman arkadaşlardan cevap isteyeceğim:

50. O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.

51. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O'nun tarafından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.

52. İşte böylece, onlardan öncekilere her hangi bir peygamber geldiğinde hemen: O, bir büyücüdür veya delidir, dediler.

53. Bunu (nesilden nesile) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur.

54. Artık onlara aldırma. (Davete uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin.

55. Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.

58. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.

59. Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler!

60. Başlarına gelecek (acı) günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline!

Bana görünen bu ayetlerin hepsi sanki peygamberin ağzından çıkmış gibi?

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 9 months later...
Allah'tan başkasının katından olsaydı birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı." (Nisa 82) Çelişki melişki yok. bazı Kur'an ayetlerinin (bazı) insanları okuduğunda saptırma özelliği vardır

Hem çelişki dolu kur'an, hem de dilbilgisi yanlışlığı ançıp ben sana şimdilik iki ayeti göstermekle yetineyim;

Bakınız 1) Secde 13 ayetindeki çekimleme yanlışlığı;

lev şi'na

dilesek biz...

lakin haqqa el qavlü minni

ançıp benim sözüm gerçektir...

Secde 13 ayetinin içerisinde "Dilek Şart Kipi" çoğul çekimlenmesine karşın, "Haber Kipi" tekil çekimlenmiştir.

Bakınız 2) Neml 88 ayetindeki çekimleme yanlışlığı;

tera el cibâle tahsebu-ha camideten ve hiye temerru...

تَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ

görürsün o dağları sanırsın-onu devinmesiz ulay o devinik...

Diyanet: Dağları görürsün, onu hareketsiz sanırsın. Oysaki o bulutların geçişi gibi hareket ederler.

TahsebuHa sözcüğündeki ''ha (هَا)" adılı, bileşen (muttasıl) adıldır ulay(ve) dişiliği savlar. Sonra da bileşmeyen (munfasıl) adıldan, yine tekil olarak dişil çekimli "hiye (هِيَ) " adılı gelir ançıp dağlar sözcüğü ile sözkonusu iki çeşit adıl, tümce içerisinde çelişiyor. Çünkü dağ adı, dağlar biçiminde çoğul iken, dağların adılları tekildir. Bileşen ulay bileşmeyen iki çeşit adılın da çoğul olmaları gerekirdi ya da dağ adının tekil olması gerekirdi.

tarihinde BegTeginli tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • 4 years later...

kuran in degistirilmis veyahut toplanirken aslinda kuran da olmayan bir bilgininde eklenmis olabilme ihtimali olmama ihtimali kadar yuksektir.

Kuran tahrif edilip daha sonra dusuncelerini insanlara dayandirmak icin onun koruyucusu bizi gibi ifadelerde yine o kisiler tarafindan eklenmis te olabilir.

Ayetlerin bir keci tarafindan yenildigi ve rab tarafindan bu sekilde yururlukten kaldirildiginin dusunulmesi ve takip edenlerin buyuk bir cogunlugununda buna inanmasi gibi olaylari buna ornek olarak gosterebiliriz.

Rab den gelen bildirilerin daha oncede tahrif edildigi gercegi kuraninda tahrif olmus olma ihtimali icin gerekce gosterilebilir.

kur an buyuk bir cogunlugu ile o zamanki yasam sartlarini ele alir ve muhammed den sonra herhangi bir peygamberin gonderilmemesi ve sinavinda 1400 yildan fazla ediyor olmasi bu donem insanlarina yapilan bir hakaret olarak gorulebilir.

Bircok tez var one surulebilecek.

Link to post
Sitelerde Paylaş

kuran in degistirilmis veyahut toplanirken aslinda kuran da olmayan bir bilgininde eklenmis olabilme ihtimali olmama ihtimali kadar yuksektir.

Kuran tahrif edilip daha sonra dusuncelerini insanlara dayandirmak icin onun koruyucusu bizi gibi ifadelerde yine o kisiler tarafindan eklenmis te olabilir.

Ayetlerin bir keci tarafindan yenildigi ve rab tarafindan bu sekilde yururlukten kaldirildiginin dusunulmesi ve takip edenlerin buyuk bir cogunlugununda buna inanmasi gibi olaylari buna ornek olarak gosterebiliriz.

Rab den gelen bildirilerin daha oncede tahrif edildigi gercegi kuraninda tahrif olmus olma ihtimali icin gerekce gosterilebilir.

kur an buyuk bir cogunlugu ile o zamanki yasam sartlarini ele alir ve muhammed den sonra herhangi bir peygamberin gonderilmemesi ve sinavinda 1400 yildan fazla ediyor olmasi bu donem insanlarina yapilan bir hakaret olarak gorulebilir.

Bircok tez var one surulebilecek.

Rab dediğin put da mal mal bunları seyretmekte herhalde.

Din denen zırvalarının arap-yahudi masalları ve palavraları olduğunu görmemek için insan kendine ne yalanlar söyleyebiliyormuş.

Yahu insan yapımı kitaplar tabii ki değiştirilir, eklem çıkarma yapılır, bunda şaşacak ne var ki? Asıl şaşırılması gereken bir tanrının kitap gönderdiğine inanmak.

Bir tanrı neden kitap göndersin?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Rab dediğin put da mal mal bunları seyretmekte herhalde.

Din denen zırvalarının arap-yahudi masalları ve palavraları olduğunu görmemek için insan kendine ne yalanlar söyleyebiliyormuş.

Yahu insan yapımı kitaplar tabii ki değiştirilir, eklem çıkarma yapılır, bunda şaşacak ne var ki? Asıl şaşırılması gereken bir tanrının kitap gönderdiğine inanmak.

Bir tanrı neden kitap göndersin?

Bu soylemis olduklarinda yukarida belirttigim ihtimallere dahil ;)

Birseye inanmak ayri sey bu ihtimallerin olmasina ihtimal vermek ayri sey. Bu ikisi bir aradada bal gibi olur. Koru korune iman da buna diyoruz iste

Link to post
Sitelerde Paylaş

Kuran o kadar tutarsız bir kitap ki, bu kadar tutarsızlığı ve saçmalığı tahrif olmasıyla açıklayamayız. Tahrif olsa doğruların arasına yanlışlar sokulmuş olurdu. Kuran'da ise yanlış yığınlarının arasında tek doğru bile yok! Bu tahrif olamaz.

Bunun tek açıklaması, taş devri bilgisinden bile geri bilgi düzeyinde bir takım yağmacı cahiller tarafından ortaya atılmış olmasıdır.

Ancak bunu sıfırdan yaratmamışlardır. Bunlar öyle cahil ki, bir şeyi sıfırdan uydurabilecek yeteneğe bile sahip değiller. Önceki metinlerden hırsızlayarak oluşturmuşlardır. İçlerinde bir iki iyi kötü iki harf çiziktirebilen birileri bulunuyormuş.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu soylemis olduklarinda yukarida belirttigim ihtimallere dahil ;)

Birseye inanmak ayri sey bu ihtimallerin olmasina ihtimal vermek ayri sey. Bu ikisi bir aradada bal gibi olur. Koru korune iman da buna diyoruz iste

Benimki ihtimal falan değil, apaçık gerçek. Araplar-yahudiler bir tanrı var dedi diye gerçek olmuyor onların dedikleri.

Körü körüne iman bu arap-yahudi masallarını ciddiye alıp inanmaktır.

Daha da acıklısı, bu arap yahudi masallarına inanmayınca sadist bir tanrının seni sonsuza kadar yakacağına inanmaktır. Korku o kadar derinlere işlemiş ki, saçma olduğu görüldüğü halde bile kurtulamıyor bazı insanlar.

tarihinde sağduyu tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...