Jump to content

Neden Yaratıcıya İnanmıyorsunuz?


Recommended Posts

ateist-2.jpg

annesi portakal yeyince annesinden portakal suyu gelmiyor. bebeğin kaldırabileceği bir şekilde ayrışarak süt haline geliyor.bebeğin besin kaynağını gıdasını yaratıcı

o doğduğu anda hazırlıyor. bu aklın işi değil de nedir.dünyaya gelmeden gıdasınının hazır olması bilinçsiz bir evrimle bağdaştırılamaz.

Bir de şöyle bak, anasından sakat veya hastalıklı doğan ve bir kaç gün acı içinde yaşadıktan sonra ölen bir bebeği de mi o bahsettiğin akıl yapıyor? Hem ana ve babanın hem de bebeğin çektiği acıdan bu akıl sahibi dediğin varlık ne gibi bir zevk alıyor acaba?

O kadar ikiyüzlüsünüz ki, her iyi şeyi Allah'a mal ediyorsunuz ama pislikleri, zalimlikleri ve adaletsizlikleri görmezden geliyorsunuz.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • İleti 295
  • Created
  • Son yanıt

Top Posters In This Topic

Bir de şöyle bak, anasından sakat veya hastalıklı doğan ve bir kaç gün acı içinde yaşadıktan sonra ölen bir bebeği de mi o bahsettiğin akıl yapıyor? Hem ana ve babanın hem de bebeğin çektiği acıdan bu akıl sahibi dediğin varlık ne gibi bir zevk alıyor acaba?

O kadar ikiyüzlüsünüz ki, her iyi şeyi Allah'a mal ediyorsunuz ama pislikleri, zalimlikleri ve adaletsizlikleri görmezden geliyorsunuz.

Dünya zevk için yaratılmadı. Ahiret ise, ebedi mükâfat ve ceza yeridir. Dünya, ahiretin imtihan yeridir. Herkes her bakımdan eşit olsa, imtihanın manası kalmaz, iyi ile kötü ayrılmazdı. Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla çeşitli sıkıntılar çekilecek, itaat edenle, isyan eden, birbirinden ayrılacaktır.

İnsan cansız varlık gibi, ot veya hayvan gibi değil, kulluk ve imtihan için yaratıldı. İnsan, ihtiyaçsız, sıkıntısız ve her bakımdan eksiksiz yaratılsaydı, imtihan ve dünya manasız olurdu. İnsanların, hayvanların ve kâinattaki canlı, cansız diğer yaratıkların hareketleri, akılları durdurucu sistemleri incelenince, her şeye gücü yeten Rabbimizin dünyayı maksatsız yarattığı düşünülemez.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

İnsanlar, dünyada, birkaç gün dert çekmeselerdi, Cennetin, ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin sonsuz lezzetlerinin kıymetini bilmezlerdi. Açlık çekmeyen, yemeğin lezzetini anlamaz. Acı çekmeyen rahatlığın kıymetini bilmez.

Herkes, her bakımdan eşit yaratılsaydı, büyük bir felaket olur, toplumlar olmazdı. İnsanlar, boy, renk, şekil, akıl, zenginlik, sıhhat, kuvvet, güzellik, ahlâk gibi her hususta eşit olunca, tornadan çıkmış gibi eşit, yani birbirinin aynı olunca milyarlarca insanı birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Karı koca birbirini tanıyamaz, insan hanımı ile kızını ayırt edemez, hayat felç olur. Sırf bu şekil benzerliği bakımından, binlerce problem ortaya çıkar. Diğer sahadaki eşitlikler görülmeden, yaşanmadan hayat söner.

Herkes bilgi ve kültür bakımından da eşit olunca, gazeteye, kitaba, filme ihtiyaç kalmaz. Güreş, koşu, yüzme gibi sporlar ve yarışlar olmaz; çünkü herkes aynı kabiliyettedir.

İyinin kıymeti, kötü ile bilinir. Herkes iyi olunca, iyinin kıymeti kalmaz. Çirkinlik olmayınca, güzellik anlaşılmaz. Hastalık olmayınca sağlığın kıymeti bilinmez.

Bir kimse, okuyup her bakımdan mükemmel bir insan olmak ister. Herkes aynı olursa, kim kimden üstün olacaktır? Âmirsiz, memursuz, işçisiz, patronsuz toplum olmaz.

Her hususta eşitliğin zararları sayılamayacak kadar çoktur. Onun için Allahü teâlâ, her şeyi hikmetli ve adaletli yaratmıştır. Adalet olunca işler düzgün yürür. Mesela beş parmağın beşi de aynı olsaydı, başparmak diğerlerinin arasında olsaydı, bugünkü kadar verimli iş yapılamaz, büyük eksiklik olurdu.

Adaletli yaratılmak, eşit yaratılmakla mukayese bile edilmez. Aynı ana babadan, zekâları, kabiliyetleri farklı çocukların yaratılması, milyarlarca insanın birbirine benzememesi, hatta parmak izlerinin farklı olması bile, Allahü teâlânın kudretinin sonsuzluğunu göstermektedir. Onun kudreti sonsuz, şânı çok yücedir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Allah bir şeyi yaratırken hayırlı neticeler vermesi için yaratmaktadır. Kainattaki düzene baktığımızda hiç bir eksikliğe ve başıbozukluğa rastlanmamakta ve kainattaki düzeni gören her akıl sahibi Allah'ın büyüklüğünü tesbih etmekten kendisini alamamaktadır.

Ancak insanlar, kainatta yaratılan bu hayırlı şeyleri kendi iradeleriyle şerre çevirebilmektedirler.

Mesela ateşin yaratılması hayırdır. Ancak bir insan gidip elini ateşin içine sokarsa, ateş o insan hakkında şer olmuş olur. Halbuki Allah ateşi, insanlar onunla ihtiyaçlarını görebilsinler diye yaratrmıştır. Ancak o insan kendi iradesiyle elini ateşe sokmuşsa artık, "Allah neden bu ateşi yaratmış, neden bu ateş benim elimi yaktı, Allah neden buna müsade etti?" gibi bir iddiada bulunmaz. Çünkü Allah'ın kainatta koymuş olduğu kanunlar vardır. Ona riayet edersen menfaat elde edersin, riayet etmezsen zarar görürsün. Bu misaller çoğaltılabilir.

İnsana gelince, Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile Allah insanları kendisine ibadet etsinler diye yaratmış ve kötülüklerden, fuhşiyattan, azgınlıklardan uzak durmasını emretmiş ve buna uymayanları şiddetli bir azabla cezalandıracağını buyurmuş ve yüz binden fazla peygamber göndererek insanları her hususta ikaz etmiştir.

Ancak vazifesini yapmayıp ve bu emirleri dinlemeyip hiçe sayan insanlar, elbette bu yapıklarının cezasını çekecektir.

Allah'ın bu dünyada kötülüklere direkt engel olmaması ise, imtihan dünyasında olmamızdandır. Bu dünya bir imtihan salonudur ve yanlış yapana da doğru yapana da müsade edilmiştir. Eğer yanlış yapanlara müdahale olmasaydı bu imtihan salonunun bir anlamı olmazdı.

Sevap işleyenlerin başına güller saçılsaydı ve günah işleyenlarin başına da dikenler atılsaydı, artık bu dünya bir imtihan salonu olmaktan çıkacaktı.

Musibete uğrayan kişiye gelince, bu musibet netice itibariyle o insan hakkında rahmet olacaktır. Eğer günahları varsa onlara keffaret olacaktır. Günahı yoksa gelecekte işleyeceği günahlara keffaret olacaktır. Ayrıca başına gelen bu musibetler belki de onun cennete gitmesine vesile olacaktır. Yani Allah o musibetzede kuluna rahmetiyle muamele edecek, vereceği mükafatlar o musibeti hiçe indirecektir.

Bizler olayların içyüzünü bilemediğimiz için, zahiren kötü olan bir olayı hemen kötüye yorumlayıp "neden bu böyle oldu, neden şöyle oldu" diye itiraz etmekteyiz. Elbette bela ve musibet istenilmez. Ancak geldiği zaman da isyan değil sabredip şükretmek ve mükafatını düşünüp "kahrında hoş lutfunda hoş" diyebilmektir. Bu kulluğun üst mertebesidir.

Her musibet kahır değidir; her musibeti, her hastalığı yahut her felaketi mutlaka bir kahır tecellisi olarak görmemek lâzım.

Bir hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor:

“Belâların en büyüğü peygamberlere, sonra evliyaya, sonra diğer has kullara gelir.”
(bk. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:519;Hâkim, el-Müstedrek, 3/343; Müsned, 1/172, 174, 180, 185, 6:369)

Belâ, denilince “musibetlerle imtihan olmayı” anlıyoruz. Ağır imtihanların neticeleri de büyüktür. Memur imtihanıyla, meselâ kaymakamlık imtihanında sorulan sorular elbette bir değil. Birincisi ikinciden ne kadar kolaysa, ikincinin sonucu da birinciden o kadar önemli.

Konuyla ilgili harika bir tespit:

“Kaderin her şeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır. Çirkinlik de güzeldir.”
(Bediüzzaman, Sözler)

İnsan öncelikle kendi bedenini şöyle bir gözden geçirmeli. Her organını ayrı ayrı düşünmeli. Ve sormalı kendi kendine: Hangisinin yeri, şekli, büyüklüğü, vazifesi en güzel şekilde takdir edilmemiş? Sonra kendi ruh dünyasına intikâl etmeli ve aynı düşünceyi o âlem için de sürdürmeli: Hafıza mı gereksiz, hayal mi? Sevgi mi fazlalık, korku mu?

Beden bütün organlarıyla bir bütün teşkil ettiği ve ancak o zaman fayda sağladığı gibi, ruh da bütün duyguları, hissiyatı ve lâtifeleriyle bir bütün. O da ancak böylece netice verebiliyor. İnsan ruhundan, akıl ve hafızayı çekip alsanız hiçbir fonksiyon icra edemez olur. Endişe duygusunu alsanız tembelleşir; ne dünyasına çalışır ne âhiretine. Korkuyu çıkarsanız, hayatını koruyamaz hale gelir. Sevgi hissi taşımasa, hiç bir şeyden zevk alamaz.

İşte insanın, hem bedeni hem de ruhu en güzel ve en hikmetli bir şekilde tanzim edilmiş. Buna “bedihi kader” deniliyor. Aynı şekilde, insanın bir ömür boyu başından geçen hâdiseler de nizamlı ve intizamlı. Buna da “mânevî kader” denilmekte. Bedihi kader, mânevî kaderden haber veriyor. Her ikisinin de her şeyi güzel... Elbette ki, cüz’i iradeyle işlenen günahlar, isyanlar hariç.

Mânevî kaderin irademiz dışındaki tecellileri karşısında, aciz bir kul olarak, ne yapacağımızı şaşırdığımız, bocaladığımız zaman, hemen bedihî kadere ve ondaki sonsuz hikmetlere nazar etmeliyiz. Meselâ, anne rahmindeki rahimane terbiyemizi hatırlamalıyız: O dönemde İlâhî hikmet ve rahmet bizi en güzel şekilde terbiye ediyordu ve biz olanların hiçbirinin farkında değildik.

Şimdi de aynı rahmetin başka cilveleriyle yaşıyoruz.

“Allah’a karşı hüsn-ü zan ibadettir.”
(Ebu Davud, Edeb, 81, no: 4993)

hadisinden dersimizi tam alarak, bizi o gün öylece besleyen, büyüten ve her şeyimizi en güzel şekilde tanzim eden Rabbimizin rahmetine itimat etmeliyiz. Karşılaştığımız her hâdiseyi bir imtihan sorusu olarak değerlendirmeli ve nefsimizin hoşuna gitmeyen olaylarda da bir rahmet tecellisi aramalıyız.

İnsan sadece nefsini ölçü aldı mı yanılır. Bir gencin nefsi, okula gitmemek ve oyun oynamaktan yanadır. Ama akıl bunun karşısına çıkar. İstikbâldeki güzel makamları, yahut çekeceği sıkıntıları gösterir, onu oyundan vaz geçirir. Demek ki, nefis için güzel olan, akıl için güzel olmuyor.

Kalp ise apayrı bir âlem. O, iman ile nurlanırsa, her şeyi ve her hâdiseyi İlâhî isimlerin birer tecellisi olarak görür. “Allah’ın bütün isimleri güzel olduğu gibi, onların bütün cilveleri, bütün tecellileri de güzeldir.” gerçeğine ulaşır. Artık bu bahtiyar kul için, çirkinlik diye bir şey kalmaz ortada.

“Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” diyenler, bu makama varmış bahtiyar insanlardır. Bu zatlar, “Allah onları sever, onlarda Allah’ı...” sırrına ermişlerdir.

Nur Küllayatı'nda, güzellik iki kısımda incelenir: “Bizzat güzel” ve “neticeleri itibariyle güzel” diye. Bu sınıflandırmaya bazı örnekler verebiliriz: Gündüz bizzat güzeldir, gecenin de kendine göre ayrı bir güzelliği vardır. Biri uyanıklığı, diğeri uyumayı andırır. İkisine de ihtiyacımız olduğu açık değil mi?

Öte yandan, meyve bizzat güzeldir, ilâç ise neticesi itibariyle güzel.

İnsanın muhatap olduğu hâdiseler de ya gece gibidir, yahut gündüz gibi. Sıhhat gündüzü andırır, hastalık ise geceyi. Hastalığın günahlara kefaret olduğu, insana âczini ders verdiği, kulluğunu ikaz ettiği, kalbini dünyadan kesip Rabbine çevirdiği düşünülürse, onun da, en az sıhhat kadar büyük bir nimet olduğu görülür. Sıhhat bedenin bayramıdır, hastalık ise kalbe gıdadır.

“Gece ve gündüz” bu kâinatta aralıksız faaliyet gösteren “celal ve cemal” tecellilerinin sadece bir halkası. Elektriğin eksi ve artı kutupları, gözün karası ve akı, kanın al ve akyuvarları gibi daha nice halkalar var. İç dünyamızda ve dış âlemde bu ikililerle kuşatılmışız ve her birinden ayrı faydalar ediniyoruz.

Konuyla yakından ilgili bir âyet-i kerimenin meâli şöyledir:

“Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o, hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir.”
(Bakara, 2/216)

Âyet-i kerime cihatla ilgili, ama hükmü umumî. Ve bu âyetle bir başka “ikili” nazarımıza veriliyor: Harp ve sulh. Sulh yani barış gündüz gibidir, herkesin hoşuna gider; harp ise geceyi andırır. Ama gerektiğinde harp etmeyenlerin istikbâlleri kararır, nesilleri daimi bir zulmete boğulur. Cihatta şehit olanlar ise, bir anda velayet makamına çıkarlar ve kaybettikleri dünya hayatı onların bu yeni hayatları yanında gece gibi kalır.

Ölümden daha ileri bir musibet düşünülebilir mi? Âyet-i kerime, nefsin hoşlanmadığı bu olayın altında büyük hayırlar bulunduğunu haber vermekle, dünyanın diğer belaları, hastalıkları, felaketleri için bizlere büyük bir teselli vermiş olmuyor mu?

Bir hadis-i kutsî:

“Rahmetim gazabımı geçti.”

Bu hadis-i kutsîye şöyle bir mânâ verilmiştir: “Her musibetin altında Allah’ın nice rahmet cilveleri vardır ki, o musibetin verdiği elemleri, acıları geçmiştir.”

Ebediyet yanında ömür bir an gibi de kalmıyor. Bu kısa hayatta başımıza gelen hastalıklar, belâlar, sıkıntılar ebedî hayatımız hakkında hayırlı oluyorsa, ne gam! Sonsuza göre yetmiş-seksen yılın ne hükmü var?!.. Bu dünyanın bütün fânî belâları ve sıkıntıları ebedî saadet yanında hiç hükmünde kalmıyor mu?

Ama, insanın nefsi, peşin zevkin tâlibidir; istikbâle nazar etmez. O saha, akıl ve kalbe aittir. Az önce de değindiğimiz gibi, her musibet mutlaka “kahır” değildir.

Nefsimizin hoşuna gitmeyen ve fâni dünyamızı karartan olaylar: Ya İlâhî bir ikazdır, bizi yanlış yoldan geri çevirir. Veya, günahlarımıza kefarettir; acımızı bu dünyada çektirir, ebedî âleme bırakmaz. Yahut, insan kalbini geçici dünya hayatından, Allah’a ve âhirete çevirmeye bir vasıtadır.

Öte yandan, musibetler insan için sabır imtihanıdır; bu imtihanı kazanmanın mükâfatı ise çok büyüktür.

Son olarak, bunlar İlâhî bir tokat, bir kahırdır. Umumî musibetlerde bunların hepsinin de hissesi olabilir. Bir grup için kahır, bir başkası için ikaz, bir diğeri için günahlara kefaret...

Münferit belâlarda ise, bize göre en selâmetli yol, şu olsa gerek: Musibet kendi başımıza gelmişse, nefsimizi suçlayalım; onu tövbeye sevk edelim. Başkalarına gelen belâ ve âfetleri ise onların terakkilerine vesile bilelim. Böylece hem nefis terbiyesinde yol kat etmiş, hem de başkaları hakkında kötü düşünmekten kurtulmuş oluruz.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Allah bir şeyi yaratırken hayırlı neticeler vermesi için yaratmaktadır.

Yarattığını iddia ettiğin şeylerin tamamının pek de hayırlı neticeler verdiği söylenemez, mesela bir sapık yaratır, gider o da 7 yaşındaki bir çocuğa tecavüz ettikten sonra öldürür, sanırım sen de bunda bir hayır görürsün, neyse o hayır artık. Ama o benim putumun suçu değil ki falan deme sakın, senin putun bu sapığı yaratmadan önce ne yapacağını bilmiyor muydu? Her kim ki yarattığı şey kötülük işler, suç artık o şeyi yaratanındır, ilk başta o şeyi yaratmasaydı zaten kötülük olmazdı.

Mesela ateşin yaratılması hayırdır. Ancak bir insan gidip elini ateşin içine sokarsa, ateş o insan hakkında şer olmuş olur. Halbuki Allah ateşi, insanlar onunla ihtiyaçlarını görebilsinler diye yaratrmıştır. Ancak o insan kendi iradesiyle elini ateşe sokmuşsa artık, "Allah neden bu ateşi yaratmış, neden bu ateş benim elimi yaktı, Allah neden buna müsade etti?" gibi bir iddiada bulunmaz.

Hadi elini ateşe sokan insan bu kötülüğü kendi kendine yapmış diyelim, ya putunun o yarattığı ateşle insanları sonsuza kadar yakmasına ne diyeceksin? Sen şimdi ama putum kötü insanları yakıyor diye atılırsın, yok öyle bir şey senin putun kötü insanları falan değil, Muhammed'e inanmayanları yakıyor, senin putunun gözünde o insan isterse dünyanın en iyi, en merhametli, en dürüst insanı olsun farketmez, putun o insanı sırf Muhammed'e inanmadı diye sonsuza kadar işkence ede ede yakar.

Allah'ın bu dünyada kötülüklere direkt engel olmaması ise, imtihan dünyasında olmamızdandır. Bu dünya bir imtihan salonudur ve yanlış yapana da doğru yapana da müsade edilmiştir. Eğer yanlış yapanlara müdahale olmasaydı bu imtihan salonunun bir anlamı olmazdı.

Neyin imtihanı? Bu put yarattığı A kişisinin hayatı boyunca neler yapacağını bilmiyor mu da imtihan ediyor? Mesela bu kişinin 37 yaşında Muhammed'in bir sahtekar olduğuna kanaat getireceğini bilmiyor mu? Bir sürpriz falan mı bekliyor?

Bir insanı koyu katolik bir ortamda yaratıp daha sonra da sen neden Muhammed'e inanmadın diye sonsuza kadar yakmanın neresinde mantık var? Bu put bir insanın genellikle hangi ortamda doğarsa o ortamda hakim olan genel inanışa inanacağını bilmeyecek kadar salak mı yoksa?

Musibete uğrayan kişiye gelince, bu musibet netice itibariyle o insan hakkında rahmet olacaktır. Eğer günahları varsa onlara keffaret olacaktır. Günahı yoksa gelecekte işleyeceği günahlara keffaret olacaktır. Ayrıca başına gelen bu musibetler belki de onun cennete gitmesine vesile olacaktır. Yani Allah o musibetzede kuluna rahmetiyle muamele edecek, vereceği mükafatlar o musibeti hiçe indirecektir.

Bizler olayların içyüzünü bilemediğimiz için, zahiren kötü olan bir olayı hemen kötüye yorumlayıp "neden bu böyle oldu, neden şöyle oldu" diye itiraz etmekteyiz. Elbette bela ve musibet istenilmez. Ancak geldiği zaman da isyan değil sabredip şükretmek ve mükafatını düşünüp "kahrında hoş lutfunda hoş" diyebilmektir. Bu kulluğun üst mertebesidir.

Bir bebeğin anasından sakat doğup acılar içinde 3 gün sonra ölmesinde ne gibi bir merhamet var? Ya büluğa ermeden 12 yaşında ölen bir çocuk ne olacak? Sana göre bunlar direk cennete gidecek değil mi? Peki o zaman imtihan dediğin zımbırtı ne oluyor?

Bir de şunu merak ettim, 12 yaşında büluğa ermemiş ve Muhammed'in bir sahtekar ve Allah'ın da onun uydurduğu bir put olduğunu söyleyen bir çocuk ne olacak? Cennete mi gidecek yoksa cehenneme mi? İmtihan mekanizması burada nasıl çalışacak acaba?

İşte insanın, hem bedeni hem de ruhu en güzel ve en hikmetli bir şekilde tanzim edilmiş.

Ta tabii, insanları günlerce işkence ettikten sonra öldüren seri katillerin, küçük çocuklara tecavüz edip öldüren sübyancıların bedenleri ve ruhları da mı en güzel şekilde tanzim edilmiş ve bilgiyle donatılmış? Yoksa bunları başka bir put mu yaratmış? Allah bu kişilere de kendi ruhundan üflememiş mi? Kendi ruhundan üflediğine göre bu insanların ruhlarında bulunan karanlık yönler nereden geldi acaba? Allah'ın üflediği kendi ruhundan olabilir mi sence?

Her şeyi Allah'ın yarattığını iddia ettikten sonra adaletsizlikleri, acıları, zulümleri yaratıldığını iddia ettiğiniz insana yükleyemezsiniz, kim yarattıysa sorumlu odur. Hele buna seyirci kalıyorsa sapık bir zevk sahibidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Milyonlarca canlı içinden neden sadece insan? Bunu bi cevaplayın önce bakalım.

Bu da safrtirik bir kuruntu!

Neymiş insan? Gerekmediği hâlde, öldüren; soydaşını gereksiz biçimde katleden; doğayı ve hayvanatı yine bilinçsizce yokenden "medebur bir canlı türü"!

Buna göre, insanı Allah yaratmılşsa, Allah, mendeburların en âlâsıdır!

Link to post
Sitelerde Paylaş

Yarattığını iddia ettiğin şeylerin tamamının pek de hayırlı neticeler verdiği söylenemez, mesela bir sapık yaratır, gider o da 7 yaşındaki bir çocuğa tecavüz ettikten sonra öldürür, sanırım sen de bunda bir hayır görürsün, neyse o hayır artık. Ama o benim putumun suçu değil ki falan deme sakın, senin putun bu sapığı yaratmadan önce ne yapacağını bilmiyor muydu? Her kim ki yarattığı şey kötülük işler, suç artık o şeyi yaratanındır, ilk başta o şeyi yaratmasaydı zaten kötülük olmazdı.

Hadi elini ateşe sokan insan bu kötülüğü kendi kendine yapmış diyelim, ya putunun o yarattığı ateşle insanları sonsuza kadar yakmasına ne diyeceksin? Sen şimdi ama putum kötü insanları yakıyor diye atılırsın, yok öyle bir şey senin putun kötü insanları falan değil, Muhammed'e inanmayanları yakıyor, senin putunun gözünde o insan isterse dünyanın en iyi, en merhametli, en dürüst insanı olsun farketmez, putun o insanı sırf Muhammed'e inanmadı diye sonsuza kadar işkence ede ede yakar.

Neyin imtihanı? Bu put yarattığı A kişisinin hayatı boyunca neler yapacağını bilmiyor mu da imtihan ediyor? Mesela bu kişinin 37 yaşında Muhammed'in bir sahtekar olduğuna kanaat getireceğini bilmiyor mu? Bir sürpriz falan mı bekliyor?

Bir insanı koyu katolik bir ortamda yaratıp daha sonra da sen neden Muhammed'e inanmadın diye sonsuza kadar yakmanın neresinde mantık var? Bu put bir insanın genellikle hangi ortamda doğarsa o ortamda hakim olan genel inanışa inanacağını bilmeyecek kadar salak mı yoksa?

Bir bebeğin anasından sakat doğup acılar içinde 3 gün sonra ölmesinde ne gibi bir merhamet var? Ya büluğa ermeden 12 yaşında ölen bir çocuk ne olacak? Sana göre bunlar direk cennete gidecek değil mi? Peki o zaman imtihan dediğin zımbırtı ne oluyor?

Bir de şunu merak ettim, 12 yaşında büluğa ermemiş ve Muhammed'in bir sahtekar ve Allah'ın da onun uydurduğu bir put olduğunu söyleyen bir çocuk ne olacak? Cennete mi gidecek yoksa cehenneme mi? İmtihan mekanizması burada nasıl çalışacak acaba?

Ta tabii, insanları günlerce işkence ettikten sonra öldüren seri katillerin, küçük çocuklara tecavüz edip öldüren sübyancıların bedenleri ve ruhları da mı en güzel şekilde tanzim edilmiş ve bilgiyle donatılmış? Yoksa bunları başka bir put mu yaratmış? Allah bu kişilere de kendi ruhundan üflememiş mi? Kendi ruhundan üflediğine göre bu insanların ruhlarında bulunan karanlık yönler nereden geldi acaba? Allah'ın üflediği kendi ruhundan olabilir mi sence?

Her şeyi Allah'ın yarattığını iddia ettikten sonra adaletsizlikleri, acıları, zulümleri yaratıldığını iddia ettiğiniz insana yükleyemezsiniz, kim yarattıysa sorumlu odur. Hele buna seyirci kalıyorsa sapık bir zevk sahibidir.

çok yanlış düşünüyorsun. bazen bir çocuğun ölümü meydana gelebilecek bir çok felaketin önlenmesini sağlayabilir.bir annenin bir çocuğunun sakat doğması ve ölmesi. o annenin diğer çocuklarının kıymetini bilmesine sağlayabilir.bir ölüm bir çok merhmeti beraberinde getirir. bu hikmetleri anlamadığın için yaratıcı yok sanıyorsun.seni yaradanı inkar edip isyan etmek seni daha çok çıkmaza götürür.diğer canlılardan üstünlüğün sana verilen akılın tüm nimetlerin farkında bile değilsin ki şükrünü edesin.

tarihinde Mikelanjo tarafından düzenlendi
Link to post
Sitelerde Paylaş

Bu da safrtirik bir kuruntu!

Neymiş insan? Gerekmediği hâlde, öldüren; soydaşını gereksiz biçimde katleden; doğayı ve hayvanatı yine bilinçsizce yokenden "medebur bir canlı türü"!

Buna göre, insanı Allah yaratmılşsa, Allah, mendeburların en âlâsıdır!

Insan dedigimiz zaman aklina ilk olarak bu söylediklerini yapan mahlukatlar mi geliyor aklina? Sen tüm bu söylediklerini yapanlari insandanmi sayiyorsun? Yagmacilik yapan ne zamandan beri insan oldu?

Bana insan disinda arastirip kesifler yapabilen ve dünyanin kontrolü bir nevze elinde bulunan baska bir canli göster.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Aklıma şöyie bışey takıldı. Yarın öbürgün ve ya 50 sene sonra başka bı gezegende hayat bır caniı vırüs, mıkrop falan bulunursa bu bır yaratıcının olmadıgını kanıtlarmı? Yoksa müslümanlar yenı bır masal uydururlarmı? Ve ya müslumanların çogu ateıst olurlarmı? Ne düşünüyor bu konuda sayın ateıstler?

Link to post
Sitelerde Paylaş

Aklıma şöyie bışey takıldı. Yarın öbürgün ve ya 50 sene sonra başka bı gezegende hayat bır caniı vırüs, mıkrop falan bulunursa bu bır yaratıcının olmadıgını kanıtlarmı? Yoksa müslümanlar yenı bır masal uydururlarmı? Ve ya müslumanların çogu ateıst olurlarmı? Ne düşünüyor bu konuda sayın ateıstler?

Böyle sacma bir düsünce olabilirmi. Yaratici neden dünyayi ve dünyadaki yasami yaratmakla sinirli olsun? Elbetteki diger gezegenlerdede canli varliklar olmasi muhtemeldir. Önemli olan insan gibi bir canli varlik bulunabilmesidir. Dinleri en cok hakli yapan mevzu insan gibi baska bir varligin daha olmayisidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Insan dedigimiz zaman aklina ilk olarak bu söylediklerini yapan mahlukatlar mi geliyor aklina? Sen tüm bu söylediklerini yapanlari insandanmi sayiyorsun? Yagmacilik yapan ne zamandan beri insan oldu?

Bana insan disinda arastirip kesifler yapabilen ve dünyanin kontrolü bir nevze elinde bulunan baska bir canli göster.

Yani sen, kendini çok özel varsayıyorsun. Bu ne saftirik bir kuruntudur!

Diğer hayvanlarla karşılaştırdığımızda, insanlar, en âdî, en acımasız canlılardır.

Örneğin Kuran gibi bir kitabı yazan kişi, insanlıktan (!) aslâ nasibini alamamış bir yaratıktır.

Kuran'ı bugün yazmaya kalkışan olsaydı, o kişi, kesinlikle tımarhaneye atılırdı! Bazı toplumlarda ise, o kişi, "ibret-î âlem" olsun diye, bir meydanda sallandıra-sallandıra asılırdı.

Link to post
Sitelerde Paylaş

Böyle sacma bir düsünce olabilirmi. Yaratici neden dünyayi ve dünyadaki yasami yaratmakla sinirli olsun? Elbetteki diger gezegenlerdede canli varliklar olmasi muhtemeldir. Önemli olan insan gibi bir canli varlik bulunabilmesidir. Dinleri en cok hakli yapan mevzu insan gibi baska bir varligin daha olmayisidir.

Link to post
Sitelerde Paylaş
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.


Kitap

Yazar Ateistforum'un kurucularındandır. Kitabı edinme seçenekleri için: Kitabı edinme seçenekleri

Ateizmi Anlamak
Aydın Türk
Propaganda Yayınları; / Araştırma
ISBN: 978-0-9879366-7-7


×
×
  • Yeni Oluştur...